Mehmed MAKSUT

09 Ocak 2012

LÂ TURKİYYE, LÂ KURDİYYE, İSLÂMİYYE, İSLÂMİYYE!

Bir parça ekmek ve hayatı ikame edebilmek için çıkılan yolda ansızın yağan bombalara verilen her bir canın bıraktığı acı, imanlı ve vicdanlı insanların yüreğinde her dem yaşayacaktır. Cumhuriyetin kuruluşundan beri İttihatçı - Kemalist zihniyetin baskılarına, asimilasyon politikalarına maruz kalan mazlum Müslüman Kürt halkı, yıllardan beri uluscu zihniyetin inşasında hep bir "öteki" olarak algılanmıştır. Türkleştirme politikaları çerçevesinde etnik çoğunluk ve kültüre yönelik baskılar, yağmalar, öldürmeler, sürülmelerin haddi hesabı yoktur.

İttihatçı zihniyetin Kemalist yapı içerisinde bu coğrafyada egemen olması, baraberinde mutlu bir azınlığın bekası için bütün bir Anadolu'nun kültürel ve kimliksel zenginliğinin çeşitli bahaneler üretilerek yok edilmesini getirmiştir. Sadece Kürtler midir bu zulümlere maruz kalan? Hayır? Müslümanlar, Gayrımüslimler, Araplar, Lazlar, Çerkezler vs de bu zulüm tornasından geçirilmiştir. Her ne kadar diğer gruplar da baskılar görse de Tek parti diktatöryasının zulmü özellikle Kürtlere yönelik her zaman daha bir şedid olmuştur.

İstiklal Mahkemeleri'nin, Tahrir-i Sükûnların, "Olağanüstü Hal"lerin, Diyarbakır Zindanı'ndaki işkencelerin getirdiği Şiddet ortamı, beraberinde karşı şiddeti doğurmuştur. Tüm bu şiddet olaylarından sonra; baskılar, yok saymalar, sindirmeler, yakmalar,  yıkmalar, asimilasyonlar ve sürgünler toplum içerisinde derin yaralar açmıştır. Bölge insanına hem devlet hem de PKK oldukça büyük zulümler yapmıştır. Hele Diyarbakır zindanları, işkenceler, köy yakmalar, göçler, faili meçhuller, insanlık dışı muameleler insanın ve bölgenin sosyal dokusunu çok ciddi anlamda tahrif etmiştir. Kürtlere yönelik yapılan Enfal operasyonu, Geliyé Zilan, Otuz üç kurşun olayı ve Halepçe katliamı bölge insanını derinden sarsmıştır. Etrafındaki devletlerin ulusal sınırlara ayrılması Kürtlerin yaşadığı coğrafyayı bölmüştür. Bir yanı Türkiye’de, bir yanı Irak’ta, bir yanı İran’da, bir yanı Suriye’de kalan Kürtler, mevcut ülke sınırları içinde de olumsuzluklar yaşamıştır.

Bölgeye uygulanan her türlü ayrımcılık toplum üzerinde oldukça büyük tramvalar oluşturmuştur. Zulümlerin getirdiği psikolojik tramvalar, sol örgütlerin bu bölgedeki etkinliği, ağalık sisteminin halk üzerindeki olumsuz etkilerinin de yaşanan ayrımcılıklara eklenmesiyle birlikte özellikle yetişen gençlikte bir öç alma psikolojisi oluşturmuş; çözümün silahlarda olduğuna inanan bir düşünceyi gençliğe empoze etmiştir. Burada şunu ifade edelim ki PKK’ya silahlı mücadele nedenlerini sağlayan bizzat devletin kendisidir. Devletin yıllardan beri Kürtlerin inanç ve kimliksel haklarına yaptığı her zulüm doğal olarak beraberinde bir itirazı ve isyanı doğurmuştur. Cumhuriyetten beri çıkan onlarca isyana devlet şiddetle cevap vermiş; şiddet şiddeti büyüterek daha da can almaya devam etmiştir.

İşte tüm bu süreçler ve acılara yenisinin eklenmesiyle birlikte mazlum Müslüman Kürt halkına yönelik işlenen zülümler tekrardan olay sıcaklığını yaşayana kadar yazılacak, konuşulacak ve daha sonradan tekrardan rafa kaldırılacaktır. Her ne zaman insanlar ölünce veya öldürülünce sistem meseleyi gündeme getirir. Cenazeler toprağa ğömülünce bu meselelerde rafa gömülür. Ta ki yeni canlar gidinceye kadar raflarda bu mesele durur. Ölen, öldürülen her insanla beraber öfkeler sokağa taşar ve vahşetin çağrısı yenilenerek “devletin bekası", "ülkenin bölünmezliği", "önderliğin selameti” tarzında sloganlarla kanlar ve canlar üzerinden şiddete yeni davetiyeler çıkarılır. Aslında “devletin bekası “ denilen şey savaş ve kan üzerinden beslenen birkaç mutlu azınlıktan başka bir anlama gelmiyor. Ülkenin bölünmezliği denilen şey pastanın bölünmezliğinden başka bir şey değildir. Önderliğin selameti denilen şey birilerine binlerin kurban edilmesinden öteye gitmemektedir.

Ülke insanını yıllardan beridir kandıran PKK ve TSK'nın, halk üzerinde etkinliğini sağlamak için her seferinde “devlet, halk, güvenlik” söylemlerine sığınarak meseleyi çarpıttığını bilmeliyiz. Açılım denilen açmazların içerisine süslü kelimeler koyup ekranlarda boy göstermekle nasıl ki çözüm oluşmuyorsa; buna karşı sürekli dağın dilini kullanarak pragmatist politikalara sığınmak da bu meseleyi halletmiyor. Aynı şekilde Kürt sorununu silahlarla, uçaklarla, bombalarla hal etme felsefesini halen üzerinden atamayan devlet içindeki etkin kişilerin felsefesiyle AKP politikalarının aynı paralelde gitmeye başlaması karşılıklı dövüşün daha da artacağını gösteriyor.

Şırnak'ta yaşanan katliamın vahşiliğini tartışmamakla birlikte vahşetten sonra medya ve devletin vurdumduymazlığı , işlenen vahşetten daha büyük bir vahşettir diyebiliriz.  Gelen ihbarı değerlendiren askerler aradan üç saat geçtikten sonra düğmeye basıyor ve bir anda onlarca can toprağa düşüyor. Gelen ihbarda PKK’lı oldukları söylenilen kişiler aslında yıllardır ekonomik sıkıntılardan dolayı başka bir iş olmadığı için bölgede ticaret yapan köylülerdir. Ve burada yıllardan beri bu insanların bu işi yaptığını asker de devlet de biliyor. Hatta bazı askerler yapılan işten bile nasipleniyorlardı. Gelen her ihbara böyle mi karşılık verilir. Hadi biz de bir ihbar verelim. Ankara'nın merkezinde teröristler var. Gidip onları da vurun. İnsan her gelen ihbara itibar etmezken, ihbar edilenler yıllarca hor görülen Kürtler olunca operasyona hazır şahinler gibi uygulanıyor emirler. Devlet, TSK, MİT gelen ihbarı kendi felsefesince elbette itibara alacaktır. Lakin ihbarın aslına uygun olup olmadığı, onca övülen ve para harcanan teknolojiyle bir iki dakikada tesbit edilebilecekken saatlerce böyle bir tesbitin olmaması oldukça düşündürücüdür.

Olayın olduğu anlarda her yere jet hızıyla yetişen medya ve devlet, neden acaba saatlerce bekledi. Ölen insanların ve yaralıların varlığı onca kişi tarafından duyulurken devletin, medyanın saatler sonrasından ilgisi bölge insanına yönelik algının sakatlığını ortaya koymaktadır. Onlarca cesedin medyada saatlerce gösterilmesi işlenen vahşetten daha büyük bir vahşettir. Teknolojisiyle, gelişmesiyle sürekli övülen bir devletin sınırları içinde, ölen insanların katır sırtlarında odun taşır gibi taşınmasını ne ile açıklayabiliriz? Onlarca canın ambulans yerine  molozmuş gibi imkânsızlıktan traktörlere bindirilip götürülmesini hangi teknolojik üstünlükle (!) açıklayacağız? Ceset torbaları yerine battaniyelere sarılan bu insanlar, bu ülkenin nesi olur acaba? Hani hızır (!) denilen ambulanslar? Hani uçan onlarca uçak ambulansınız vardı?

Söz konusu mazlum ve onların tabiriyle “kaçakçı” olunca onca hukuksal yasalar bir tarafa itilip, onca teknoloji durdurulup insanların ölüme terkedilmesinin ancak şiddete yarayacağını bilmeliyiz. Zulüm kimden gelirse gelsin sesimizi ve şahidliğimizi ortaya koymamız İslami ve insani sorumluluğumuzdur.

PKK‘nın terörüne de devletin uyguladığı teröre de "LÂ" demeliyiz. İslam'ın düşmanları olan etkin ve etnik zihniyetli azınlıkların kıskacındaki mazlum Türk, Kürt vs halklarının ezilmemesi için İslami adalet ve devletin ne kadar gerekli olduğunu vurgulayalım. Gelin tüm kirli savaşlara dur diyecek, tüm zalimleri devirecek ihya ve inşanın yegâne kaynağı olan sahih islami değerlere sarılarak tüm zulüm saraylarına ve silahlarına karşı İslami kimliğimizle mücadele edelim.

"Türkçülüğe de Kürtçülüğe de hayır, İslam bize yeter" diyerek çözümün yegâne adresi olan islami değerlerin etkin olması için çalışalım…

Vesselam