Mehmed MAKSUT

02 Mayıs 2010

MARUFUN İNŞASI, MÜNKERİN İMHASI İÇİN

Yeryüzünde yaratılmışlar içerisinde emaneti üstlenen ve halifelik misyonu verilen mahlûk insandır. İnsan aldığı emanet çerçevesinde yeryüzüne halifelik misyonunu icra etmekle sorumlu kılınmıştır. Fakat tarihsel süreç içerisinde ilahi emirleri göz ardı ederek, şeytana esir düşen insan, hayatı inşa etmek yerine imha etmeye meyletmiş ve bu doğrultuda birçok şeyler gerçekleştirmiştir. Yeryüzü bu eksende, artık iki mücadeleye şahitlik etmeye başlamıştı: Yeryüzünü ilahi ilkelerle inşa etmek isteyenlerle, yeryüzünü kendi hevalarına göre inşa (imha)etmek isteyenler arasında bir mücadeleye şahitlik etmiştir ve etmeye de devam etmektedir…

Süreç içerisinde bazı zamanlarda yüce Allah, peygamberler göndererek insanları hakka çağırmıştır. İnsanlar birtakım güçlere veya çıkarlara kapılarak ilahi çağrıdan yüz çevirmiş ve şeytanın safında mücadelesini vermeye çalışmıştır. Bu mücadele, kimi zaman hakkın üstünlüğüne kimi zaman da batılın üstünlüğüne şahit olmuş. Peygamberler hakkın üstünlüğü için kendi dönemlerinde sorumluluklarını en iyi şekilde yerine getirerek Allah'a karşı sorumluluklarını ifa etmişlerdir.

Peygamberlerin yerine getirdiği en önemli görevlerin başında; iyiliğin emredilmesi ve kötülüğün nehy edilmesidir. Bütün peygamberler hayatları boyunca bu işle meşgul olmuşlardır. Hiçbir sıkıntı ve mazeret peygamberleri bu işten alıkoy(a)mamıştır. Baskı(n)lar, boykotlar, alaylar ve sürgü(n)ler bile o dönem, inananları bu görevlerinden vazgeçirememiştir. Onlar ihlâsla çalışarak / takvayla donanarak / sabırla direnerek zalimlere karşı İslamı hayat nizamını haykırmışlardır.

Fakat günümüzde, maalesef hayatımızın birçok alanında, birçok Müslüman kardeşimiz bu görevlerini ya terk etmişler ya da ertelemişlerdir. Bundan dolayıdır ki toplumumuz gün be gün Allahtan uzaklaşmakta, batıla dalmakta ve karanlıklara sürüklenmektedir. Tüm bunlardan elbette ki “halifelik misyonuna “ sahip olan bizlerde sorumluyuz. Bizler davet terk ettiğimiz anda insanlarda İslamdan uzaklaşarak batıla dalmaktadır.

“Sizden hayra davet eden, iyiliği emreden kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”( Ali İmran 104). Siz insanların iyiliği için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz iyiliği emreder kötülükten men eder ve Allaha inanırsızın ( Ali İmran 110)

Yukarıdaki ayetler Müslümanların görevlerini ifade noktasında çok açık ayetlerdir. Kurtuluşa ermenin, en hayırlı ümmet olmanın yolunun; iyiliği emretmekten kötülüğü nehy etmekten geçtiğini bize ifade ediyor. Burada iyilik nedir kötülük nedir sorusunun cevabını da bilmeliyiz. İyilik; tevhittir, şeriatın emrettiği, Kuran ve Sünnete uygun düşen şeylerdir. Kötülük; şeriatın yasakladığı, Allahın razı olmadığı ve yasakladığı şeylerdir. Şirk / tagut / küfür / nifak kötülüklerin temeli olduğu için bu kötülük temellerinden uzaklaşmamız gerektiği gibi bunlara karşı mücadele etmemiz de gerekir.

Müslümanlar her halükarda bu ehemmiyetli görevlerini yerine getirmekle sorumludurlar. Bunun için devletleşmeyi, siyasi güç olmayı beklememelidirler. Hz Peygamber ( a s) şöyle buyurmuşlardır: “ Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin, buna gücü yetmezse diliyle onun kötülüğünü söylesin, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. Bu imanın en zayıf derecesidir.(Müslim, iman 78)

Eğer Müslümanlar olarak bu görevimizi hakkıyla yerine getiremezsek o zaman birçok sıkıntıya duçar olur, gücümüzü yitirir, zalimlere kolay yutulur yem oluruz. Allah Resulünün bu konuda ki uyarısı bizleri bu konuda daha da hassaslaştırmalı. “ Siz ya iyiliği emreder kötülükten alı korsunuz ya da Allah kendi katında sizin üzerinize bir azap gönderir. O zaman dua edersiniz, fakat duanız kabul edilmez”( Ebu Davut melahim 16)

Bir toplumda hakkın şahitliğini yapan ve yayanlanlar olmadığı zaman insanlar ifsada uğrar. Yanlışlıklar doğru olarak telakki edilir. İyiliği emretmediğimiz zaman bizler bile toplumsal ifsada kapılırız ve olumsuzluklardan etkileniriz.

Peki, o zaman bizler bu göreve nereden başlarsak faydalı olur diye kendimize sorduğumuz zaman hemen şu ayet bize cevap olmalıdır.” Siz insanlara iyiliği emrederken, kendinizi unutuyor musunuz? Oysa siz kitabı da okuyorsunuz. Yine de akıllanmayacak mısınız .( Bakara 44). İnsan iyiliği yaymaya kendisinden başlamalıdır. Önce iyiliği kendi hayatına hâkim kılmalı ve kendisini münker olan tüm kirlerden temizlemelidir. Zira insan yapmadığı bir şeyi hakkıyla temsil edemez ve insanlara ulaştıramaz. Tüm peygamberler önce kendilerini sonra da etrafındaki insanları vahiyle inşa etmeye çalışmıştır. Daha sonra da” En yakın akrabalarını uyar 8(Şuara 214) aşamasına geçmiştir.

Müslümanlar olarak eğer bizler bu görevimizi yerine getirdiğimizde, Allahın mesajlarından hoşlanmayan insanlar tarafından bazı eziyetlere maruz kalabiliriz. Tüm peygamberler ve takipçileri mesajlarının bedelini bir şekilde vermişlerdir. Bu konuda Hz Lokmanın oğluna yaptığı öğüt manidardır. “ Yavrum namazı gereği üzere kıl; iyiliği emret ve fenalıktan alıkoy. Bu hususta isabet edecek eziyete katlan. Çünkü bunlar azmedilmesi gereken işlerdir.”( Lokman 17). Bu ayette de belirtildiği gibi başımıza isabet edecek sıkıntılar, bizi davet işlerinden alıkoymamalı… Daveti terk etmeye götürmemeli… Mücadeleyi bıraktırmamalı... Küfre karşı yumuşatmamalıdır… Aksine Hz Lokmanın ifade ettiği gibi bizler azmetmeliyiz, sabretmeliyiz ve Allaha güvenmeliyiz.

İnsanları Allaha davet eden, Salih ameller işleyen ve ben müslümanım diyenlerden daha güzel sözlü kim vardır.” ( Fussilet 33)  İnsanlarımızı mezhebe / meşrebe / derneğe / vâkıfa / cemaate / lidere değil; onları İslama / imana / Allahın yoluna / kitabına, hakka / hayra / kurtuluşa/ esenlik kaynağına çağırmalıyız. Yaptığımız şeye tebliğ/ irşat/vaaz/nasihat/inzar/tebşir/emri bil maruf ne dersek diyelim yeter ki bu görevimizi yerine getirelim ve davetin unutulmasıyla insanların düştüğü girdaptan insanı kurtaralım…

Mesajımızı, sistemler tarafından mağdur bırakılan insanlara götürürken hassas olalım. Kırıcı; dışlayıcı, küçümseyici ve yargılayıcı bir üslup yerine yumuşak ve itidalli bir dil kullanalım. Zira Allah Kuranı Kerimde şöyle buyurmaktadır.” Allahtan bir rahmet olarak onlara karşı yumuşak davrandın. Şayet kaba, katı yürekli olsaydın onlar etrafında dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet. Bağışlanmaları için dua et …”( Ali İmran 159) başka bir ayette “ Sen Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. “( Nahl 125)

“ İçlerinden bir topluluk Allahın helak edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz? Dedi. (Öğüt verenlerde) dediler ki: Rabbimize mazeret beyan etmek için, bir de belki sakınırlar diye ( öğüt veriyoruz). Onlar, kendilerine verilen öğütleri unutunca, Bizde kötülükten men edenleri kurtardık, zulmedenleri yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık.” ( Araf 164–165). Bu ayette de belirtildiği gibi davet yolunda yaptığımız hiçbir şey boşuna gitmeyecektir. Ve Allah en güzel şekilde yaptıklarımızı sonuçlandıracaktır. Bize düşen “ Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam Allahın yardımıyladır. “ ( Hud 88) diyen Hz Şuayb gibi mücadele etmektir.

Evet değerli kardeşler bizler her gün gündemimize birçok şeyi alıyoruz. Kurana göre gündem dışı olan birçok şey bizim gündemlerimize oturuyor. Tüm bunlardan dolayı asıl ve öncelikli gündemimiz olması gereken “daveti diriltme ve insanlara ulaştırma” konusuna yeterince eğilmiyoruz. Etrafımızda gördüğümüz İslamdan / tevhitten / nebevi hayattan uzak; çocuklar /gençler/ aileler/ mağdurlar ve mazlumların hali bizi diriltmeyecekse ne diyelim bilmem ki ?

Son olarak Resulullahın şu hadisi ile konumuza ara verelim: ” İnsanlara iyiliği emredip de kendilerini unutanlar cehennem ateşinde bağırsaklarını sürüklerler. Onlara, siz kimlersiniz? Diye sorulur, şu cevabı verirler: Biz insanlara hayrı emrettiğimiz halde kendimizi unutan kimseleriz”

"SELAM OLSUN İYİ VE GÜZEL OLAN ŞEYLERDE YARDIMLAŞIP YARIŞANLARA" (MAİDE 2)