24-12-2012 10:58

Mısır krizinde aktörler ve pozisyonlar

Topyekun bir hareket olarak muhalefetin ve içindeki siyasi grupların açık bir programının olmaması, Başkan Mursi`nin, bu grupların mevcut sürece katılımının kendisini ve ait olduğu siyasi çizgiyi marjinalleştirme amacıyla olduğu zehabına kapılarak yönetimde tekel oluşturma yönündeki eğilimlerinin güçlenmesine katkıda bulunmuştur.

Mısır krizinde aktörler ve pozisyonlar

Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, geçtiğimiz 22 Kasım'da 6 maddelik anayasal kararlar aldığını açıkladı. Bu kararlar, Yargıtay Savcısı'nın azledilmesi, devrim sırasında göstericilerin öldürülmesine adı karışmış eski rejim mensubu üst düzey yetkililerin yeniden yargılanması, Kurucu Konsey'in ve Şura Meclisi'nin lağvedilmesi kararının askıya alınması, Cumhurbaşkanı'nın kararlarının hiçbir şekilde temyiz edilememesi ya da yürütmeyi durdurma talebiyle herhangi bir yargı merciine götürülmemesini kapsıyordu.

Mursi'nin Anayasa kararları, Mısır'daki muhalif hareketlerin önemli bir bölümünü bir araya getiren bir intifadaya benzer bir etki doğurdu. Geçtiğimiz 23 Kasım ve 27 Kasım'da Mısır'ın önemli bir çok şehrindeki meydanlarda devasa gösteriler düzenlendi. Bu siyasi gruplar, Mursi'nin aldığı kararların iptalini isterken, yeni bir firavuna dönüştüğünü söyleyerek  onu diktatörlükle suçladılar. Muhalefetin Başkan Mursi aleyhtarı gösterilerine karşı Kahire Üniversitesi önünde 1 Aralık 2012 Cumartesi günü lehte bir gösteri yapıldı. Ülke, bir taraftan İslamcılar diğer taraftan ise laikler, sivil yönetimden yana olanlar, liberaller, solcular arasında kutuplaşmaya yol açan şiddetli bir siyasi krize girdi. Bazı muhalefet güçlerinin keskin tavırları ve kendilerine yapılan diyalog önerilerini geri çevirmeleriyle birlikte Cumhurbaşkanlığı makamı, Kurucu Konsey'in anayasa taslağına bir an evvel son şeklini vermesini isteyerek bu kararların etkisini azaltma yoluna gitti. Bu yeni değişikliğe göne, Mursi'nin daha önce ilan ettiği kararlar, halkın anayasaya evet oyu vermesiyle ve anayasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte hükmi varlığını yitirmiş olacaktı. Bu yüzden Kurucu Konsey bir an evvel anayasa taslağına son şeklini vermek için bütün zamanını bu çalışmalara ayırdı. Bu nedenle Başkan Mursi, aldığı kararlar gereği bunu iki hafta sonra halk referandumuna havale etti ve referandum tarihi olarak da 15 Aralık tarihini belirledi.

Bunun ardından muhalefet, gerilimi daha fazla tırmandıran bir tavır sergileyerek gösterileri, 4 Aralık tarihinden itibaren Birlik Sarayı'na'a taşıdı. Gerginlik, rejimin muhaliflerin bir gün sonra düzenlediği gösterileri dağıtmaya kalkışmasıyla daha da tırmanarak bu kez kasrın etrafında taşlarla, ateşli olmayan silahlarla (bıçak, kama, balta ve sopa gibi) ve ateşli silahlarla gerçekleşen bir çatışmaya dönüştü. Çatışmalar sonucunda 7 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce insan yaralandı. 5 Aralık 2012 tarihinde Mısır Başkanı TV'de canlı yayınlanan konuşmasında muhalif grupları diyaloğa çağırdı. İlk başta aldığı kararlardan geri adım atmaya hazır olduğunu ve özellikle de şu ifadeleri kapsayan 6. maddeyi değiştirebileceğini söyledi: "25 Ocak devrimini, halkımızın hayatını, ulusal kimliği, vatanın selametini tehdit eden ya da devlet kurumlarının görevini yerine getirmesine engel olan herhangi bir tehlike gördüğü taktirde Cumhurbaşkanı, bu tehdidi kanunların düzenlediği çerçevede bertaraf etmek için gerekli önlemi alır ve icraatları yapar." Bu madde şekli bir içeriğe sahip olmasına rağmen Mısır siyasi gruplar arasındaki güvensizlik, Müslüman Kardeşler'in bu tür maddelere ilişkin niyetiyle ilgili ciddi şüphelerin oluşmasına yol açtı.

Cumhurbaşkanlığı makamının kendisinin aldığı kararları protesto etmek amacıyla düzenlenen gösterilere yönelik tepkisi, gösterilerin gerek coğrafi yaygınlığı gerekse bu kadar kalabalık olması nedeniyle Mursi'yi şok ettiğini ortaya koydu. Ayrıca gerek Müslüman Kardeşler gerekse diğer Siyasal İslam'a mensup gruplar, Mursi'nin kararlarını protesto gösterilerine katılan ve bütün öfkelerini İslami grupların üzerine püskürten kalabalıklarla şaşkına döndü. Belki de en büyük şaşkınlık, bağımsız ve özel basın yayın organlarının neredeyse tamamının Mursi'ye ve destekçilerine karşı tavır almaları ve bundan da ilginci medyanın yorum ve analizden "seferberlik' noktasına dönmüş olmasıydı.

Başkan Mursi, 6 Aralık'ta canlı olarak TV'de yayınlanan ve muhalefeti diyaloga çağıran konuşmasında da net bir şekilde görüldüğü gibi- kendisinin ve ülkesinin çıkmazda olduğunu, muhalefetin ise -özel basının, farklı sendikal oluşumların ve ayrıca geniş bir yelpaze arz eden sivil toplum kuruluşlarının da yardımıyla-  Başkan Mursi'yi tamamen İslami hareketle özdeşleştirerek, sanki sadece İslamcıların Cumhurbaşkanıymış gibi hareket ettiği algısını yerleştirmeyi başardı. Durum, İslami kökenden gelmeyen bir çok danışmanının buradan istifa etmesiyle sonuçlandı. Sonunda Başkan kararlarını geri aldı, 8 Aralık Cumartesi günü, bazı anayasa hukukçularının, kanaat önderlerinin ve bazı muhalefet partilerinin katıldığı uzun süren bir tartışma oturumunun ardından yeni kararlar dizisi yayınladı. Ancak yeni anayasa kararlarının alınması, ilga edilmiş kararların yeni bir Başsavcı atanması üzerindeki etkileri tamamen izale etmedi. Aynı şekilde yeni kararlar, anayasaya ilişkin referandumun kararlaştırılan tarihte yapılmasını teyit etti. Seçmenlerin anayasaya hayır oyu vermesi durumunda yeni bir Kurucu Konsey'in seçilmesini öngördü. Muhalif güçlerden, "bağlayıcı bir belgeye konulmak üzere" anayasanın onaylanmasından sonra seçilen Halk Meclisi'nde konuya ilişkin bir tartışma ve oylama yapılabilmesi için anayasada üzerinde anlaşmazlık olan maddeler hakkındaki önerilerini getirmeleri istendi.

Bu çalışmada biz , Mısır'daki siyasi krizin analizini yaparken önce krize yol açan anayasa kararlarının çıkartılmasına neden olan siyasi koşullar üzerinde duracak, sonra mücadele içerisindeki siyasi ve toplumsal güçlerin haritasını çıkartacak ardından da krizin sona ermesine ilişkin senaryolarla bitireceğiz.

Krizi üreten şartlar

Mısır Başkanı Muhammed Mursi'nin 22 Kasım'da kamuoyuna ilan ettiği kararlar, Muhammed Hüsnü Mübarek'in 11 Şubat 2011'de görevinden ayrılmasından itibaren başlayan geçiş dönemini bir an önce sonlandırma çabası olarak gelmiştir. 14 Haziran 2012'de Anayasa Mahkemesi'nin Kurucu Konsey'i, Mısır halkını ve toplumsal kesimleri temsil etmediği gerekçesiyle hal etmiştir.[1]

Başkanlık kurumu, Kurucu Konsey'in kapatılmasının ülkeyi yeni bir girdapa sokacağını ve dolayısıyla geçiş dönemini uzatacağını düşünmüştür. Bu da Müslüman Kardeşler üyesi Mursi'nin başarısızlığı anlamına gelecekti. Bundan da önemlisi bu durum, Konsey içerisinde 6 aydan fazla süren, anayasanın maddelerinden çoğu üzerinde uzlaşmanın sağlandığı, (öyle görünüyor ki yeni anayasada askerin konumunu garanti etmeksizin, seçilmiş Cumhurbaşkanına idareyi teslim etmeyecek olan) Yüksek Askeri Konsey'le uzlaşma imkanı sunan gerçek bir toplumsal tartışmayı ortadan kaldıracaktı.[2] Sıfırdan başlamak, sadece anayasal kaosun devam etmesi tehlikesini beraberinde getirmeyecek, aynı zamanda tekrar başa dönmeye ve devlet içerisindeki  güç merkezleriyle yeniden çatışmaları yeniden başlatacaktı. Bu nedenle Mursi, Kurucu Konsey'i tahkim etme, Konsey'in Mübarek döneminde şekillendirilmiş bulunan ve o dönemin özelliklerini kendisinde barındıran Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasını engelleme kararı aldı.

Bu yüzden Başkan Mursi, geçtiğimiz sene 19 Kasımında meydana gelen Mahmud Muhammed caddesi olaylarının birinci yıldönümünü anma sırasında meydana gelen ve içişleri bakanlığının yeniden yapılandırılmasını, gerek devrim gerekse geçiş önemin sırasında meydana gelen katil olaylarının sorumlularının hesaba çekilmesini talep eden iki kişinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan küçük bir olayı fırsat bilerek ilk maddesi ölümlerden sorumlu olanların yeniden yargılanmasını üçüncü maddesi Başsavcı'nın azl edilmesini öngören anayasa kararlarını ilan etti. Her iki adım da devrimin taleplerini yansıtmaktadır. Ancak bu kararların içerisinde Kurucu Konsey'in ve Şura Meclisi'nin lağvedilmesinin engellendiği, yargı kurumlarının bu kararları değiştiremeyeceği yönündeki maddeleri de sokuşturuverdi.

Ancak Mısır Cumhurbaşkanı, yeni anayasa kararlarını halka mal etme konusunda başarılı olamadı. Muhalefet caddelere inmek için tam bir hazırlık içerisindeydi. Bu hazırlık, özellikle de Kurucu Konsey'e karşı başlatılan, yeni yönetimin yapısından endişe duyan bir kısmı eski rejimle güçlü bağlara sahip olan iş adamları tarafından finanse edilen özel basın yayın organlarının başlattığı büyük medya kampanyasından sonra zirveye çıkmıştı. Özel medyanın genelde muhalefete yakın olduğunu devlete bağlı basın yayın organlarınınsa olayları daha dengeli bir şekilde yansıtmaya çalıştığını burada kaydetmeliyiz.

Mevcut krizin kökleri, bir yıl süren bir tıkanıklığın birikmesine, özellikle de Siyasi İslam'ın temsilcilerinin (Müslüman Kardeşler ve Selefiler'in) parlamento seçimlerinde hem Halk Meclisi'nde hem de Şura Meclisi'nde çoğunluğu elde ettiği seçimlere kadar gider.  Halk Meclisi'nin halline rağmen tıkanıklık hali, Muhammed Mursi'nin  başkanlığı yarışını kazanması ve Yüksek Akeri Konsey'i Ağustos 2012'de yönetimden uzaklaştırmasıyla daha da arttı. (Bu uzaklaştırma, devrimin talebiydi). Böylelikle Mursi, anayasal bakımdan hem yürütme hem de yasama organlarına aynı anda hakim oluyordu. Siyasi ve hukuki açıdansa daha fazla hareket kabiliyeti elde etmiş oluyordu.

Mısır Cumhurbaşkanı'nın iktidarı ele aldıktan sonra hayata geçirdiği siyasi tavır,  seçimleri kazanan ya da çoğunluğu elde etmiş partiyi temsil eden bir Başkan gibi oldu. Bu nedenle de Mursi, Başkanlığı döneminin hükümet teşkili, başkanlık ekibinin oluşturulması ve son anayasa kararlarının alınması gibi en önemli siyasi olayların tamamı, ülkedeki devrimci olanları başta olmak üzere bütün siyasi gruplarla siyasi icraatlara dair bir uzlaşma hattı oluşturmasından değil de seçimlerde kazanan partinin isteklerine uygun siyasi kararlar almasıyla bağlantılı tutumdan kaynaklanıyordu. Halbuki seçimlerin ikinci turundan önce Mursi, eski rejimin aday gösterdiği Ahmet Şefik'e karşı kendisine destek verilmesi mukabilinde devrimci siyasi gruplarla, anayasa, hükümet ve devrimcilerin taleplerinin gerçekleştirilmesi konularında anlaşmaya varmıştı.

Bu çerçevede, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve müsteşarlarının siyasi ve fikri olarak geniş bir yelpazeden oluşan danışman ekibi, (rol ve yetkilerinden bağımsız bir şekilde) farklı siyasi gruplarla varılan uzlaşma neticesinde oluşturulmadı, bilakis çoğunluğu elinde bulunduran başkanın tamamen kendi insiyatifiyle oluşturuldu. Bu ekibin geniş bir yelpazeden geliyor olması, son krizde ona yarar asğlamadı, tersine bir çok danışman ve yardımcısının istifa etmesi nedeniyle üzerinde bir yük ve baskı aracına dönüştü. Sonuçta bu durum başkanı sıkıntıya soktu ve onu tek bir hareketin temsilcisi haline getirdi. Hükümetin kurulması da ne diğer siyasi gruplarla varılan uzlaşma sonucunda ne de geçiş döneminin selametle atlatılmasını sağlayan program ve mekanizmalar ya da demokratik kurumların inşasıyla oldu.

Şüphesiz, çoğunluk yönetimi, demokratik bir uygulamadır, ancak demokrasinin prensipleri ve yönetimin hangi kurallar doğrultusunda yürütüleceği üzerinde bir uzlaşmanın gerçekleşmesi şartıyla. Bütün seçimlerde, çoğunluğu kazanmış partinin yönetiminin kabul edilebilmesi için gerekli olan güveni üreten bu anlaşmadır. Bu partinin, üzerinde ittifak edilen oyunun kurallarını değiştirme doğru değildir. Buradaki ittifak toplumun tamamının konsensusu anlamına gelmemektedir. Daha çok toplumu temsil eden siyasi grupların ve önde gelen birkaç siyasi hareket arasında meydana gelmesidir. Devrimden sonra yapılan ilk seçimde temsilcileri çoğunluğu elde etmiş olsa dahi, bu uzlaşmanın tek bir hareket tarafından belirlenmesi mümkün değildir. Mısır durumunda, bu uzlaşma devrimle dayanışma içerisine giren belli başlı hareketler arasında olmalıydı. Bu güçler arasında uzlaşmanın sağlanamaması, kartların karıştırılmasına ve devrime düşman olan grupların devrimde bir gedik açmasına yol açmış oldu.

Başkanın, kendisini iş başına getiren insanların sayısı ya da oranı ne olursa olsun toplumun bütününü temsil etme ve dolayısıyla geçiş döneminde onun görevi, sadece çoğunluğun inşa edebileceği bir şey olmayan yeni düzenin inşasında devrimci güçlerle uzlaşmaya gitmek olmalıydı. Buna karşın, Başkan'ın her yaptığına karşı çıkmak ve seçilmiş başkana "koltuğu bırak" demek ülkede demokratik bir devrimin meydana gelmesiyle çelişki arz eden ve ülkeyi kaosa götüren başka bir pratiktir. Her insan, ülkede demokratik bir devrimden sonra seçimle işbaşına gelmiş bir iktidarın devrilmesinin ne anlama geldiğini hayal edebilir. Diğer güçler iktidara gelse ne olacaktı? İslami gruplar buna razı olacak mıydı? Demokratik rejimlerde seçimlerin mutlaka  yönetime gelmenin bir şartı olarak kalması gerekir.

Ancak yönetime gelmek için gerekli olan seçmen çoğunluğunu elde etmekle demokratik rekabet içerisinde bu yönetimi mümkün ve meşru kılan anayasal çoğunluk başka şeylerdir. Bu nedenle sadece rekabetin değil, aynı zamanda geçiş döneminin ortak ulusal bir görev olarak onun inşası üzerinde uzlaşmanın sağlanması gerekir. Doğal olarak, aynı ajandayı taşıyan devrimci isyasi grupların tamamıyla yapılacak bir uzlaşmayla devrimin hedeflerinin gerçekleşmesini sağlayacak geçiş dönemi liderlik mantığıyla kendisinin çoğunluğun oylarıyla seçilmiş başkan ve dolayısıyla kimin siyasete dahil edip kimi etmeyeceğini salt kendi iradesiyle karar veren başkan tasarrufu arasında uçurum vardır.

Geçiş döneminin hedefleri, demokratik dönüşüm sürecinin tamamlanması; demokrasiyi muhafaza edecek kurumların, yasama işlerinin, sözleşmelerin ve  mekanizmaların inşası gibi milli görevlerin yerine getirilmesiyse, Mısır'da belli başlı siyasi gruplarla uzlaşmaya gidilmesi zorunludur.

Başkanın ve Müslüman Kardeşler'in iktidar görevini üslenmesinden itibaren tavırlarına yansıyan siyasi ton, büyük ölçüde onların siyasi çoğunluğa sahip olmayı hareket noktası olarak belirliyor. Halbuki olması gereken, geçiş dönemin ortaklığı stratejisinden ve hatta bizzat kendi kişisel insitayitflerinden hareketle diğer siyasi ve toplumsal yelpazeyi de sürece ortak etmektir. Devrimin Mübarek ve rejiminden kurtulması çerçevesinde bu siyasi tutum, eski rejimin artıklarının Mısır'daki farklı devrimci gruplar arasındaki güç dengeleriyle karışıklık çıkartma amaçlı oynamasına izin vermiştir.

Sol, milliyetçi, liberal vd. grupların oluşturduğu, "Ulusal Kurtuluş Cephesi" adıyla bilinen bir oluşumun çatısı altında birleşen siyasi muhalefet, Müsülman Kardeşler'in izlediği yolun aynısını takip etmeye başlamış ve bu gruplar hızla başkanlık seçimlerinin birinci turunun ardından İslami hareketin her dediğine karşı çıkan mutlak bir muhalefet anlayışını benimsemiştir. Bu gruplar, Müslüman Kardeşler'in işlediği hatanın aynısını işlemiş, geçiş dönemin koşullarının, mevcut yönetimin zayıf demokratik kurumlara sahip olan rejim olduğunu ıskalayarak demokratik oyunun kurallarından köklü bir şekilde farklılaştığını unutmuşlardır Böylece karşılıklı didişme, siyasi tavırlarında baskın karakter haline gelmiş, bu güçler, Başkan Mursi ve onun siyasi çizgisiyle örtüşme ya da farklılıklarının ortaya çıktığı geçiş dönemi için açık bir eylem programı gelişterememiştir.

Topyekun bir hareket olarak muhalefetin ve içindeki siyasi grupların açık bir programının olmaması, Başkan Mursi'nin, bu grupların mevcut sürece katılımının kendisini ve ait olduğu siyasi çizgiyi marjinalleştirme amacıyla olduğu zehabına kapılarak yönetimde tekel oluşturma yönündeki eğilimlerinin güçlenmesine katkıda bulunmuştur. Devrimci güçler cephesi içerisinde farklı siyasi güçlerin bulunması, bu grupların siyasi hedeflerinin ve liderlik arzularının farklılaşması bu tutumu güçlendirmiştir. Öyle görünüyor ki bu siyasi güçlerin tutumu, -bir dereceye kadar-tek bir noktanın programlanmasına mahkumdu, o da bir sonraki başkanlık ya da parlamento seçimlere hazırlanmak. Mısır'ın başkanlık seçim sonuçlarının açıklanmasından itibaren yeni bir seçim sürecine girdiğini iddia etmek, çok miktarda doğru noktayı içinde barındıran bir iddiadır.

Mısır muhalefetinin abartılı yaklaşımı henüz seçilmesinin üstünden kısa bir süre geçmiş olan Mısır Cumhurbaşkanı'na yönelik kampanyası böyle algılanmaktadır. Kaldı ki onun bu 120 günlük süresi, güçleri haritası tablosunu okumak, orduyla siyasi ve toplumsal uzlaşma yakalamak, Suriye ve özellikle de Başkan'ın Filistin direnişi lehine kuvvetle müdahale ettiği Filistin meselesinde Mısır'ın dış siyasetteki güçlü konumuna yeniden dönmesini sağlamakla geçirmiştir. Bununla birlikte muhalefet, yeni başkanın başarılarını takdir etmemiş, ve tamamen göz ardı etmiş, onun olumlu adımlarını ve başarılarını dahi Müslüman Kardeşler'in ve kendisini imajını güçlendirmek ve şirin görünmek için düzenlenmiş birer komplo olarak yorumlamıştır. Bu tür suçlamalar yönetimdeyken doğru adımlar atan her parti ve siyasi oluşuma yöneltilebilecek suçlamalardır.

Sorun, Mısır'daki siyasi muhalefet partilerinin demokratik dönüşüme başından değil de sondan başlamış olmalarıdır. Sanki muhalefetin görevi sadece muhalefet etmekmiş ve çoğunluğun görevi de kendi iradesini karşı tarafa dayatmakmış gibi,  demokratik dönüşüm meselesinde ortak milli sorumluluk üzerindeki partisel rekabet daha baskın çıkmış, bu nedenle de milli sorumluluklar yerine getirilmemiştir.

Bu yüzden Bu yüzden devrimci güçlerin eski rejimi çökertmek, uzun tartışmalara gitmeden onun güç merkezlerini dağıtmak konusundaki yapabilecekleri çok şey varken Mısır'daki pariler arasındaki rekabetin bir parcası oldular. Zira devrimci güçler, doğrudan iktidara gelmediler, bilakis Yüksek Askeri Konsey'in belirli bir süre idaresinden sonra seçimlerle işbaşına geldiler. Bunun ardından Tahrir Meydanı'nda üzerinde uzlaşmaya varıla her şey partiler arasındaki rekabete boyun eğdi.

Başkan Mursi'nin eski rejimi dağıtma yönünde takip ettiği barışçı ve komplike metot,farklı şekillerde ve bazen çelişkili olarak yorumlandı. Bu konuda Başkan, kesin tavır, tedrici temizlik ve kuşatma şeklinde üç yöntem izledi. Bazen, Yüksek Askeri Konsey'in etkisizleştirilmesi, Başsavcı'nın azli ve Anayasa Mahkemesinin tarafsız hale getirilmesi konularında olduğu gibi bazı güç merkezleriyle ilişkiler alanında kararlı ve net davrandı.

Bazen de Başsavcı'nın büyükelçi olarak atanması konusunda olduğu gibi tedrici temizlik yöntemine başvurdu. Bazense İçişleri Bakanlığını ve polis güçlerini kullanma meselesinde olduğu gibi eski rejimin kurumlarını çevreleme politikası güttü. Ancak bunu yaparken İçişleri Bakanlığının ya da polis güçlerinin vatandaşlarla ilişkilerinde yeni mekanizmaların kabul edilmesini sağlayacak uygulamalarla derinleştirilmeden, ayrıca bakanlık içerisinde eski rejimin kritik noktalarındaki varlığını sona erdirmeyi mümkün kılacak  gerçek bir yeniden yapılanmaya gitmeden gerçekleştirildi. Başkan Mursi'nin bu konudaki tavrı, onu çevreleyen koşulları anlamakla birlikte eleştiriyi hak etmektedir. Ancak İçişleri Bakanlığı'na ilişkin tutumuna yönelik eleştirilerin objektif ve dengeli olabilmesi için diğer adımlarıyla ilgili hakkının teslim edilmesi gerekir.

Bu siyasi ve anayasal kriz, devrim ve demokratik dönüşüm düşmanlarının devrimin İslamcılara mutlak güç verdiği noktasındaki propagandalarının ne kadar yanlış olduğunu kanıtlamıştır. Zira bu süreç, diktatörlüğün yıkılmasıyla birlikte devrimin İslamcı, liberal, laik ve milliyetçilerden her kesimin gücünü artırmıştır. Devrimden en kazançlı çıkan şeyin, her geçen gün giderek güçlenen çoğulculuk olduğu iyice açığa çıkmıştır. Bu nedenle, Mısır Devrimi'nin arkasından fatiha okuyan ya da İslamcıların devrimi çaldığını söyleyenler yanlışa düşmüşlerdir. Kimse liberallerin ve laiklerin bu kadar güçlü örgütlenme yeteneğine sahip olduğunu öngöremezdi. Ancak şunu bilmemiz gerekir ki hiçbir grup diğerini yok sayamaz, İslamcılar laik ve sivil güçleri yok edebilecek güçte olmadıkları gibi laikler de İslamcıları yok sayamazlar.

Yeni siyasi tabloda ittifak ve güçlerin haritası

Mısır'ın içinden geçmekte olduğu şu anki kriz, sadece seçilmişleri tehdit ettiği için değil aynı zamanda siyasi arenadaki ittifakları yeniden biçimlendirdiği için de tehlikelidir. Bu sayede devrik rejimin adamlarıyla evrime düşman bazı ülkelerin en başından beri güçler çatışmasını körüklemek amacıyla yaptıkları finansal destek ve kitle yığma konusunda etkili bir rol oynamıştır.

Kriz anı şekilde askeri ve sivil güçler arasındaki kutuplaşmadan henüz kurtulmuşken bu sefer de laiklerle İslamcılar arasındaki kutuplaşmayı beraberinde getirdiği için çok tehlikelidir. Demokratik dönüşümün en önemli misyonundan biri bu kutuplaşmalardan kaçınmaktır.

Şimdi de yeni siyasi ittifaklar ve güçler tablosuna ilişkin analiz çabasına geçelim.

Birincisi: Muhalif kamp

Geçiş döneminin ve Mısır medya piyasası güçlerinin ürettiği en önemli şey, kentli orta sınıf mensubu geniş kesimlerin Müslüman Kardeşler'e karşı radikal ve keskin bir tavır almalarını sağlamış olmasıdır. Geçtiğimiz Kasım ayının 27'sinde göstericiler, Tahrir Meydanına toplandığında bu durum, muhalifler de dahil herkesi dehşete düşürmüş, bu kadar büyük bir kitlenin gösterilere katılması, muhalifleri uzlaşmacı olmayan tutum almaya teşvik etmiştir.

Bu kamp, devletin dini konularda dayatmalar yapmak için istismar edilmesine karşı çıkma konusundaki kararlı tutumuyla temayüz etmiş, Müslüman Kardeşler'den duydukları korku, onları birleştirmiştir. Bu kesim, meşruiyetini çeşitliliğine, devrimin değerlerine olan bağlılığına, gençlere ve yeni toplumsal hareketlere ( Kifaye, 6 Nisan Hareketi, Altras vs..) olan yakınlığına borçludur. Bu grup, özel ve bağımsız bütün medya kuruluşlarıyla basın yaygın organlarının desteğini almıştır. Ayrıca muhalefette olmanın verdiği rahatlıkla ve iktidarı eleştirmenin dayanılmaz hafifliğiyle hareket etmektedirler. Bu yüzden geçiş döneminde bu çizginin yönetime ortak edilmesi, son derece önemliydi. Ancak bu çizgi, siyasi ve fikri (özellikle iç siyasi konularla dış politika meselelerinde) homojenliğe ihtiyaç duymakta olup bütünlüklü ve güçlü kurumlardan yoksundur, ayrıca kitleyi sürekli olarak meydanlara toparlama konusunda eksiklik yaşamaktadır. Bu siyasi çizgi içerisinde farklı düşünceden insanları bir araya getiren şey, Müslüman Kardeşler'in yönetimi tekeline alması hadisesidir. Bu nedenle yönetimi tekeline almış olması, İhvan açısından güç unsuru değil zaaf unsuru olmuştur. Eski yönetimle bağlantısı olan iş adamlarının ve medya unsurlarının buraya sızmış olması, kısa vadede güçlü noktası gibi görünse de bu muhalif yapının en büyük zaaf noktasıdır.

Bazılarının düşündüğünün aksine muhalif liderler, –özellikle de Muhammed Baradey, Hamdin Sabahi ve Amr Musa- Filistin meselesinden Camp David Anlaşması'na, oradan devletin ekonomideki rolüne varana kadar iç ve dış siyaset konusundaki bir çok önemli meselede bu kesimle uyuşmamaktadır. Bu kesimin Mısır toplumunda örgütlü ve yaygın siyasi bir çerçevesi bulunmamaktadır. Bu da diyaloğu boykot etme ve siyasi uzlaşmaya yanaşmamaya olan yatkınlığını açıklar. Söz konusu durum, şu ana kadar muhalifleri yaygın bir siyasi örgütlenme içerisinde kuşatacak bir siyasi parti oluşturamamış olan muhalefet içerisindeki krizin varlığına bir işarettir. Az önce bahsettiğimiz husus, bu hareketin bazı üyelerini şiddet kullanma, "Hürriyet ve Adalet Partisi"nin ve Müslüman Kardeşler'in merkez ofisini saldırıp burayı yakma, bazı devlet kurumlarına saldırılar düzenleme yönündeki eylemlerine engel olma noktasındaki acziyetinin ve bazı şiddet eylemlerini kınamada gecikmesinin temel nedeni olabilir.

Muhalif liderlerin Müslüman Kardeşler'e karşıt duygulara uygun davranma konusundaki isteği ve bu duygu köreldiyse bile bunu körükleme arzusu, -zira başka alternatifi yoktur- saçma bir mantıkla onun, Müslüman kardeşler Cemaati'nin geleneksel müttefikleri olan Filistin Direniş Hareketi Hamas'a karşı da düşmanca bir tavır içerisine girmesine, içeride ordudan dışarıda ise ABD'den yardım istemesine götürebilir. Muhalefetin; bir taraftan Araplık kimliğinden hareketle Filistin direnişini desteklen ve Camp David'i reddetmesi gerektiğini düşünlerle direnişe karşı çıkan ve Mısır'ın diğer Arap ülkelerinden tamamen ayrı bir çizgi takip etmesi ve İsrail'le arış anlaşması imzalaması gerektiğini düşünenlerden oluşan bir terkip olduğu açıktır. Ancak partisel yaklaşımların ağır basması, Mursi'nin yaptığı her şeyin eleştirilmesine, başka durumda destekleyici kararlara karşı çıkmasına neden olmaktadır.

Yaşanmakta olan krizde meydana gelen yeni gelişme, özel medya imparatorluğunun bütün gücüyle Mısır Başkanı'na karşı sokaklara çıkmış olan muhaliflere destek vermesidir. Bunlara eski rejim artıkları ve yeni yönetim tarafından tasfiye edilme tehlikesiyle karşı karşıya olan sendikalar da katılmıştır. Bunların başında Yargıçlar Kurulu gelmektedir. Mübarek'in son dönemlerinde eski rejimin yürüttüğü vahşi piyasa ekonomisi sürecinde palazlanan sermaye, bu iki kuruluşu (yargı ve medya) ehlileştirmiş ve onların içine sızmıştır. Bu, Müslüman Kardeşler'in kendi saflarında, Mısır'ın kalkınmasına tehdit teşkil eden neo-liberal unsurların bulunmadığı anlamına gelmez. Ancak İhvan'ın neo-liberalizminin özelliği, onun gölge ekonominin omuzlarında yükselmiş olmasıdır, zira arasının bozuk olduğu önceki rejim, onun ekonomik kolaylıklardan ve teşviklerden yararlanmasının önüne geçmiş olsa da o, Mısır halkının inanılmaz sermaye kaynaklarından yararlanmayı bilmiştir. Ancak eski rejimin neo-liberalleri, Hüsnü Mübarek'in yerine oğlu Cemal'in geçmesi projesini sahiplenmiş bulunan yeni bekçiler grubunun yürüttüğü kurumsal yolsuzluk ve özelleştirme politikalarından beslenmiştir. Bu grup, Mübarek'in son yıllarında yargı başta olmak üzere devletin bütün kurumlarına sızmıştır.

Eski rejimin ekonomi politikalarından yararlanan Neoliberal güçler, çıkarlarını kaybetmekten korkmakta bu nedenle de yeni düzenle en az kayıp verecek şekilde uzlaşmaya çalışmaktadır. Mübarek döneminde güçlenen neo-liberal sermayenin şu anki sorunu, Mısır Başkanı Mursi'nin yeteri kadar gelişmiş işadamları topluluğuna sahip olması nedeniyle kendisine ihtiyaç duymamasıdır. Bu yüzden eski rejim bağlılarının sermayesi, gerçekten ona ihtiyaç duyanlara yani sol, laik ve liberallerle eski rejimin artıkları içerisindeki geleneksel müttefiklerine yönelmiştir.[3] Bu son kriz sırasında meydana gelen ittifak, sermayenin çıkarlarını korumak için yeni yönetimle barışması durumunda sona erecek olan çıkarların örtüşmesinden başka bir şey değildir.

Yargıda merkezi bir güce sahip olan ve eskiden yargıçların Mübarek'e karşı bir kozu olan Yargıçlar Kurulu'nun yanında durmasıyla muhalif kampın gücü ikiye katlanmıştır. Eski rejimin yargıçlar üzerinde kurduğu şiddetli baskıya rağmen 2005 yılında yargının bağımsızlığını savunan yargıçlar, (bunların içinde en önemli isim Müsteşar Zekeriya Abdülaziz'dir) bu kurulun  bütün sandalyelerini kazanmayı başarmıştır. Zekeriyya önderliğinde bu Kurul, gerek 2005 yılında gerekse 2010 yıllarında yapılan seçimlerdeki sahtekarlığı ortaya çıkartma konusunda merkezi bir ol oynayan "Mısır Yargıçları" adlı bir hareket kurmuştur.

Ancak 25 Ocak Devrimi'nden hemen önce, Mübarek'in yerine oğlu Cemal'i varis ilan etmek için bütün devlet kurumlarını seferber eden Mübarek rejimi, yeniden Yargıçlar Kurulu üzerinde otoritesini kurarak onu etkisizleştirmeyi başarmıştır. O yüzden Kurul, 2010 seçimlerinin yapıldığı Mısır seçimlerinde bağımsızlığını ve gücünü yitirmiştir. Bu operasyon nedeniyle Kurul içerisindeki yargıçlar, devrimin en başından itibaren hep gösterilerin ve protestoların karşısında yer almıştır. Devrimden sonra Kurul'un başı Ahmed ez Zined'i buradan uzaklaştırmak, yargı müessesesinin Mısır siyasi tahayyülünde temsil ettiği değerli konum nedeniyle mümkün olmamıştır.

Mısır yargısının sürecini takip edenler, Mursi'nin, yargıçların değil siyasilerin yönettiği Anayasa Mahkemesi'nin lağvedilmesinden ve anayasayla ilgili aldığı diğer kararlardan vazgeçtiğini açıklamasına rağmen, eski rejimin anayasa referandumundaki yargı görevlerini boykot ederek tarafgir davranan Yargıçlar Kurulu gibi yargı kurumlarına egemenlik kurmayı başardığını bilirler.[4] Geriye, daha sonraları Müslüman Kardeşler'den yana tavır koymakla suçlanan "Mısır Yargıçları Hareketi" kalmaktadır. Zined'in başkanlığını yaptığı "Yargıçlar Kurulu", yargıçların bağımsızlıkları ve yürütme organının müdahalesine karşı çıkması konusundaki tarihi hassasiyetini, Mursi'nin anayasal kararlarına muhalefet için kullanmıştır.[5] Yeni Başsavcı Talat Abdullah, bağımsızlık yanlısı yargıçların önde gelen isimlerinden biri olmasına ve Mübarek rejimi'nin hakimlerle ilişkili düzenlemelerin kendisine verdiği yetkiye dayanarak Kuveyt'e sürdüğü bir yargıç olmasına rağmen Başsavcı'nın azli yargıçların istediği bir şeydi.

Mursi'ye muhalif olan kampta devrimci gençlerle "6 Nisan hareketi" "Kifaye", "Hepimiz Halid Said'iz" hareketi taraftarlarının yanı sıra şehitlerin haklarını talep eden ve göstericilerin öldürülmesinden sorumlu olanların hesaba çekilmesini isteyen gençler bulunmaktadır. Muhalefetin içerisinde bu tür grupların bulunması, kendisine büyük bir medya desteği ve manevi destek sağlamaktadır. Söz konusu grupların birbirine benzeştiği izlenimini veren genel tabloya rağmen bu iki grup arasındaki ayrılığı fark etmemizi sağlayan önemli göstergeler mevcuttur, bunları şöyle anlatabiliriz:

Birinci akım, geçiş sürecinde Müslüman Kardeşler'in orduyla iş tutan bir tavır içerisinde olduğu yönündeki algısı nedeniyle ona yönelik olumsuz tavır takınan gençleri kapsamaktadır. Geçiş sürecinde Müslüman Kardeşler, Muhammed Mahmud, Bakanlar Kurulu ve Masbiro olaylarında askerin zulmünden yakınarak yardım isteyen gençlerin çağrılarını kulak arkası etmiştir. Bu grup içerisinde başta Kifaye hareketi olmak üzere İslamcılara karşı hassasiyet içerisinde olan gruplar ve laiklik konusunda ideolojik yaklaşıma sahip olan hareketler bulunmaktadır.

İkinci gruba gelince, bunlar "6 Nisan Hareketi", "Hepimiz Halid Said'iz", "Altras", ve gençlerin devrimden sonra kurduğu yeni partileri kapsamaktadır. Bu gençler, İslamcılara karşı olumsuz bir tavra sahip değillerdir. Bir çoğu, Müslüman Kardeşler'in adayı Muhammed Mursi'yi eski rejimin adayı olan Ahmet Şefik'e karşı desteklemişlerdir. Bu hareketler, ideolojik olmayan, duruma göre tavır geliştiren hareketlerdir, bu nedenle de Mursi'nin anayasa kararlarına ve yeni anayasanın bu haliyle referanduma sunulmasına karşı çıkmışlardır.[6]

Yukarıda özetlemeye çalıştığımız zengin farklılıklar, muhalifleri güçlendirmiş, bu durum, özel medya kuruluşlarının Mursi'nin etrafında toplanan kamp üzerinde karşı müthiş bir baskı kurmasını kolaylaştırmış, onu sıkıntıya sokmuş ve Mısır kamuoyunun Mursi ve taraftarlarına karşı dönmesini sağlamıştır.

İkincisi: Destekçiler kampı

Başkan Mursi'nin etrafında, ordu tarafından zımnen desteklenen Müslüman Kardeşler Cemaati'nin başı çektiği bütün siyasi İslam grupları saf bağlamıştır. Başkan Mursi'nin anayasa referandumu kararını almadan önce ordu yetkilileriyle görüş alışverişinde bulunduğu düşünülmektedir. Bu kampın en bariz vasıflarından biri kitleyi mobilize edebilme ve örgütleyebilme gücü, güçlü bir örgütsel uyum, gerek kentlerde gerekse kırsal kesimlerde yaygın örgütsel ağlarının bulunmasıdır. Bu kamp, şerre karşı hayrı destekleme gerekçesiyle onun siyasi tavrını benimseyerek insanları onu desteklemeye teşvik eden binlerce cami ve zaviyede bedava propagandasını yapan unsurlara  sahip olmasıyla diğer kamptan temayüz etmektedir. Bu kesimin ayrıca yıllar boyu süren çalışma ve emekleriyle kurulmuş onlarca dini kanal sayesinde muazzam bir etki edebilme gücüne sahip olmuştur. Bu grup, gücünü devlet başkanının kendisinden olmasından, gerek Kurucu Konsey'de gerekse Şura Meclisi'nde ezici çoğunluğu elinde tutmasından, Gazeteciler Sendikası, Barolar ve Doktorlar Sendikası gibi sivil toplum kuruluşlarında güçlü bir şekilde yer almasından almaktadır. Bu grubun, (Mısır Yargıçları Hareketi gibi) yargı organı içerisinde ve gerilime yol açan anayasa kararlarını almadan önce Mursi'nin kendileriyle istişare ettiği düşünülen orduda bir çok destekçisinin bulunduğuna geniş ölçüde inanılmaktadır.

Ancak bu kampın olumsuz yönleri, özgürlüklerin kısıtlanması ve devletle toplumun İslamileştirilmesi konularında bir takım endişeleri bulunan geniş toplumsal katmanları tatmin edecek bir söylem oluşturman aciz oluşunda yatmaktadır. Popüler söylemi, tarafsız halk kesimlerinin kendisine düşman olmasına neden olmaktadır. Bu kamp, ülke içerisindeki rekabet sırasında geliştirdiği rastgele söylem ve uygulamalar nedeniyle kendisine solcu, liberal ve laik kesimlerden düşmanlar edinmiş, ayrıca hem merkez sağ ve merkez sol ile genç kesimin düşmanlığını kazanmıştır. Bu çizgi, özellikle halka karşı geliştirdiği uzlaşmacı söylemin dışında kendi kitlesine karşı yaptığı konuşmalar ve söylemlerinde demokrasiye bağlı kalmama yönünde vurgular yapması nedeniyle bir çoklarının korkularını depreştirmiştir. Aynı şekilde içerisindeki selefi söylemin dini dayatmayı ve sivil hakları ve özgürlükleri daraltmayı savunan söylemi de buna katkıda bulunmuştur. Bu kamp, devlet işlerini yönetme konusunda ciddi bir deneyim ve yetenekten yoksun olup bu durum, Halk ve Şura Meclisleri'yle Başkanlık icraatlarında açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Muhalif grupların bu kampı tek ve homojen bir yapı olarak tasavvur etmesine rağmen bu kamptaki ittifaklar genelde, İslamcılar olarak kendilerinin karşı kamp tarafından hedef alındıklarını düşündükleri zor anlarda ve geçici olarak meydana gelmektedir. Gerçekte ise bu krizden haftalar önce Selefiler, -bazı laik gruplarla birlikte sokaklara inerek- karşı onun "laik olduğu" gerekçesiyle yeni anayasaya karşı protesto gösterileri düzenlemişlerdir.

İslamcıların karşı tarafın kendilerini dışlama ve reddetme arzusu olduğu yönündeki hissiyatı, onları birleştirmekte, siyasi alanda karşı kutuplar arasındaki yarılma ve kutuplaşma halini derinleştirmektedir. İslamcılar içerisinde, laik olduğu gerekçesiyle bu anayasayı kabule yanaşmayanlar dahi, Başkan Mursi'nin etrafında kenetlenmişlerdir. Ayrıca onu askerin anayasayı istediği gibi biçimlendirmesine karşı çıkanlarla daha sonra kendilerinin, kaybeden başkan adayı Ahmed Şefik'le bir şekilde uzlaşmaya gitmeye hazır olduğu ortaya çıkan Selefi davet mensupları da Mursi'nin arkasında durmuştur. Bu durum onların kendilerinin karşı tarafça hedef alındığı duygusuna kapıldıklarını, bu nedenle de aralarındaki bir çok anlaşmazlığa rağmen bir araya geldiklerini gösteriyor.

Daha önce de zikrettiğimiz gibi bu kamp, gerek kentlerde gerekse kırsal kesimde faaliyet yapabilme, mahrum bölgelerde yaşayan insanları kendi yanına çekme ve onları seferber edebilme gücüne sahip olduğunu ifade etmiştik. Bu toplumsal tabaka, Mısır halkının ezici bir çoğunluğunu oluşturmaktadır. O nedenle bu grubun elinde tuttuğu toplumsal gücü görmezden gelmek mümkün değildir. Genellemelere gitmenin beraberinde getirdiği zorluklara dikkat etmekle birlikte, zengin ve orta sınıfların muhalifleri desteklemesinin nedenlerinden biri de bu olabilir. Bu kampın özelliklerinden biri liderlerinin kendi kitlesini yönlendirebilme gücüdür. Bunun anlamı, liderleriyle anlaşmanın parti tabanıyla da anlaşmak anlamına gelmesidir. Ancak herhangi bir parti mensubu olmayan ve orta tabakadan olan muhalif grubun liderleriyle anlaşmak, her zaman kitlesiyle anlaşma anlamına gelmemektedir.

Müslüman Kardeşler Hareketiyle diğer İslami güçler, kendi tabanını etkin bir şekilde kullanmışlar, Mursi'nin anayasa kararlarını aldığı andan itibaren taraftarlarını gösteri için meydanlara çağırmışlardır. Geçtiğimiz Kasım ayının 28'isinde Nahda meydanında yapılan milyonluk gösteriler,  bu mobilizasyon kabiliyetinin zirvesiydi. Buradaki gösterilerle İhvan taraftarları, muhalif kampın Tahrir meydanındaki protestolarına yanıt vermiş oldular. Milyonluk gösteriden önce bazı İslami gruplar, bazı devlet kurumları ve binaları önünde gösteriler yaptılar. Örneğin Başsavcı'nın azlini desteklemek için savcılık önünde gösteri yaptılar, ardından 6 Aralık'ta Anayasa Mahkemesi binasını kuşattılar ki, bunun, Kurucu Konsey ve Şura Meclisi'ne zarar verecek bazı kararları çıkarma konusunda Anayasa  Mahkemesi'nin engellenmesi ve boşa çıkarılması konusunda büyük rolü olmuştur.

Üçüncüsü: Üçüncü yol

Mevcut krizin tablosu, İslami kampla laik kamp arasındaki medyatik kutuplaşmaya karşı çıkan üçüncü yol taraftarları bulunmaktadır. Bunlar, Abdülmunim Ebu Futuh liderliğindeki "Güçlü Mısır Partisi", "Vasat Partisi", daha önce Devrimci Gençlik Koalisyonu hareketini kuran ve Müslüman Kardeşler'den ayrılan bazı gençlerin kurduğu "Mısır Akımı" gibi, İhvan'dan kopan ve devletin sivil yapısının korunmasını savunan İslamcı gruplardır. Bu çizgi, bir çok liberal partiyi de içinde barındırmakta olup bunların başında Eymen Nur liderliğindeki "Yarın Partisi"nin yanı sıra bazı bağımsız aydınlar, yargıçlar ve üniversite hocaları bulunmaktadır.

Bu çizgi, Mursi'nin anayasa kararına karşı çıkmakta, toplumun bütün kesimlerinin konsensusu sağlanmadan yapılacak bir anayasaya karşı çıkmakta, bununla birlikte muhalefetin külliyen retçi yaklaşımını da doğru olmayan ve sorumsuz bir hareket olarak nitelemekte, muhalefet saflarında eski rejimin adamlarının bulunmasını eleştirmektedir. Bu çizgi mensubu parti ve gruplar, son olarak bu gruba üye bazı isimlerin 8 Aralık'ta diyalog çağrısında bulunduğu siyasi bir girişim başlatmışlardır. Üçüncü yol dediğimiz bu grup, çatışan taraflar arasında arabuluculuk rolü üslenmektedir.

Bu kampın özellikle de "Güçlü Mısır Partisi" ve "Vasat Partisi"nin zaaflı tarafı, sokaklardaki muhalif grupların Mursi'yi destekleme ve İslami kamptan yana tavır koyma yönünde anlaşılabilecek tavırları nedeniyle taraftarlarını kaybetme korkusudur. Buna karşın, bu akım, tarafgir bir tavra sahip olmaması nedeniyle İslami kamptan çok da keskin olmayan eleştiriler almaktadır. Kendisini Mısır toplumunda mutedil ve orta yolcu bir çizgi olarak ortaya koyan bu akım, mevcut kamplaşma halinden son derece mutazarrırdır.

Üçüncü yolcular, muhalefetin kendisi hakkında şüpheye düşmemesi için gerek Başkan Mursi'ye gerekse Müslüman Kardeşler'e karşı mümkün olabildiğince sert tavır takınmaya çalışmıştır. Bu yüzden "Güçlü Mısır Partisi" lideri Abdülmunim Ebu'l Fütuh, başından beri Müslüman Kardeşler'i şiddetle eleştirmiş, özellikle de Birlik Sarayı önünde yapılan protesto gösterilerini dağıtma kararı nedeniyle –daha sonra en büyük can kaybının İhvan saflarında meydana geldiği ortaya çıkmasına rağmen- İhvan'ı eleştirme konusundaki sert üslubunu sürdürmüştür. Muhalif gruplar "Hürriyet ve Adalet Partisi"nin karargahını yakma ve Birlik Sarayı'na baskın denemesi yaptıklarında aynı sert tavrı onlara karşı takınılmamıştır. Bununla birlikte bir çok yorumcu ve uzman, özellikle de içinden geçilen bu hassas dönemde ılımlı İslami grupların, iki kesim arasında köprü vazifesi görmesi nedeniyle varlıklarının kaçınılmaz olduğunu vurgulamışlardır.

Özet

Mısır'da olup biten olaylar, üzerinde tartışılması zaruri olan olaylardır. Hatta Mısır'ın, başka ülkelerin kendisinden başarı ve başarısızlıklarıyla ibret alabilecekleri bir demokratik dönüşüm tecrübesi yaşamakta olduğu söylenebilir. Ancak bu tecrübe, devrim yanında saf tutan grupların 25 Ocak Devrimi'nde ve Tahrir Meydanı'nda üzerinde uzlaştıkları hususu ifade eden bir anayasa ortaya koyamadıklarından, vaktinde önce partiler arasında rekabet ve çatışmaya dönüşmüştür. Daha ilk seçimlerden sonra ve Mısır'daki siyasi tablonun netleşmesiyle birlikte anayasa üzerinde büyük bir kavga patlak vermiştir.

Müslüman Kardeşler Hareketi, çoğunluğu elde eden parti olması hasebiyle, seçimlerden sonra elde ettiği iktidarı tahkim etmeye çalışmıştır. Demokratik olarak bu tavır meşru olmakla birlikte, demokrasinin konsensus temelinde inşa edilebilmesi için geçiş döneminde milli sorumluluk ilkesine sadık kalmamıştır. İktidarın her yatığı şeye karşı çıkmasıyla doğrudan külli bir muhalefete dönüşen güçlerin tutumu, mutlak  bir muhalefet halini almıştır. Yapılan her şeye karşı çıkan bir siyasi muhalefet karşısında seçmenlerin çoğunluğunun desteğini alan bir partinin varlığı, "demokratik bir dönem"in ayırıcı özelliklerinden olup "Demokrasiye geçiş"in özelliklerinden değildir. Milli sorumluluk, belli başlı toplumsal ve siyasi grupların demokrasiyi inşa etme ve geçiş dönemini atlatma meselesine katılmayı gerektirir. Demokratik bir anayasa üzerinde uzlaşma, bu başarının göstergelerinden biridir. Halbuki çoğunluğu elde eden partinin tek başına gücünü kullanarak bunu bir şekilde kabul ettirmesi başarı değildir. Anayasanın belirli bir siyasi partiden daha geniş bir kesimin onayı ya da desteğiyle yani toplumdaki siyasi grupların ezici bir çoğunluğunu bu sürece ortak ederek geçmesi gerekir. Anayasal çoğunluk, siyasi çoğunluk olmayıp ondan daha geniş olmalıdır.

Bu yüzden Mısır'ın eksiği, zaruri, doğru ve meşru olan partisel rekabetin, başta demokrasinin inşa edilmesi ve bunun kuralları üzerinde bir uzlaşmanın gerçekleştiği, büyük milli vazifelerin yerine getirilmesine uygun hale getirilmesidir.

Şu anki mevcut rekabet ortamının en tehlikeli yönü, birbiriyle çatışma içerisinde olan siyasi parti ve grupların toplumu kutuplaşmaya ve iki karşıt kampa bölmeye çalışmasıdır. Bu, partiler açısından sorumsuzca bir hareket olup geçiş döneminin koşullarını ortadan kaldırmak ve sadece uzlaşmaya kurulabilecek siyasi çoğunluğun yara alması demektir. Bugün Mısır toplumuyla ilgili olarak üzerine sorumluluk düşen siyasi güçlerin görevi, partiler arasındaki bu çatışmanın devlet ve toplumda kamplaşmaya yol açmasının engellenmesidir.

[1] Kurucu Konsey'in kurulmasından sonra Yüksek İdare Mahkemesi'nde bu kararın hukuki olmadığı yönünde bir dava açılmış, Mahkeme, davaya ilişkin kararını birkaç kez ertelemiştir. (26 Haziran, 4 Eylül, 9 Ekim, 16 Ekim). 23 Ekim tarihinde ise Yüksek İdare mahkemesi davayı Anayasa Mahkemesi'ne havale etmiş, ve 2 Aralık tarihinde davaya bakması ve söz konusu konseyin anayasa bakımından durumunu ele alması kararlaştırılmıştı. Mursi'nin tartışma yaratan yeni anayasal kararları olmasaydı, ve İhvan taraftarları Anayasa Mahkemesi'ni kuşatma altına almasaydı, büyük ihtimalle mahkeme Konsey'i lağv edecekti.

[2] Anayasa taslağının 195. maddesi, Savunma Bakanı'nın Mısır ordusunun genel komutanı olduğunu ve bakanın ordu içerisindeki subaylar arasından tayin edileceğini öngörmekteydi. Bu durum, ordunun başına sivil yetkililerin getirilmesi kararının yok hükmünde olduğunu göstermektedir. 194. madde de Yüksek Askeri Konsey'in kurulmasına vurgu yaparken onun yetkilerini kendisi hakkında oluşturulacak olan düzenlemelerde bulunmuştur. 198. madde ise sivillerin silahlı kuvvetlere zararı dokunan eylemleriyle ilgili olarak askeri yargıda yargılanmaları gerektiğini öngörmektedir. Aynı şekilde taslak, ordunun Savunma konseyinde ve Milli Güvenlik Konseyi'nde güçlü bir şekilde var olmasını öngörmüştür.

[3] Bu husus, Anayasa Partisi lideri Muhammed Baradey'in, İngiliz Financial Times gazetesine yazdığı makalede altını çizdiği bir husustur. Burada o şöyle demektedir: "Eski devlet başkanı Hüsnü Mübarek'i deviren devrimcilerin şimdi onun partisinin eski üyelerinden destek almakta. Başkan Mursi ve taraftarlarının uygulamaya çalıştığı müphem bir "İslami Proje"ye karşı mücadele etmek için birleşmişlerdir.

Mohamed El Baradei, "Morsi has left Egypt on the brink", Financial Times, December 3, 2012.

http://www.ft.com/intl/cms/s/0/247950f0-3b2f-11e2-b111-00144feabdc0.html#axzz2EYUYO7Ym

[4] Bkz. "Mısru'l Yevm" gazetesinin Müsteşar Hişam el Bastusi ile yaptığı röportaj, 23 Kasım 2012,

http://today.almasryalyoum.com/article2.aspx?ArticleID=361568

[5] "Hepimiz Halid Said'iz" adlı facebook sayfasının Müsteşar Tarık el Bişri ile yaptığı mülakattaki "tarihi hassasiyeti" hissetmemiz mümkün. Bişri, Mursi'nin anayasa kararlarına karşı çıkmış, bunu yargı kurumuna bir saldırı olarak nitelemiş, yargının kendi kendisini temizlemesini talep etmiştir. Bazı muhalif unsurların Bişri'yi İslami harekete yakın olmakla itham ettikleri bilinmektedir. Röportajın metnini "Hepimiz Halid Said'iz" sayfasında aşağıdaki linkten okumak mümkündür.

http://www.facebook.com/photo.php?fbid=491815294201673&set=a.104265636289976.2684.104224996294040&type=1

[6] Bu gençler kendilerini "Anarşistler" olarak nitelemektedir. Bununla siyasi ve toplumsal bağlamı, mevcut güçler koalisyonunu göz ardı ettiklerini kast etmektedirler. Bu durum, onların başka güçler tarafından kullanılmaya müsait bir araç olarak görmelerine yol açmaktadır.

(Kaynak: Arap Araştırmaları Merkezi Analiz Birimi / Dünya Bülteni için tercüme eden: Faruk İbrahimoğlu)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !