Mısır’da fetva kaça alınır-satılır?
Ebu’l Yüsr Abidin ise hangi hakla ve ne hakla halkın mal ve mülkünün müsadere edileceğini ve devletleştirileceğini sorar. İtiraz eder. Bunun üzerine Nasır şu cevabı verir:” Mısır’da olsa bu fetva bana sadece bir tavuk parasına patlardı.” Maalesef acı ama gerçektir.
Mısır’da fetva kaça alınır-satılır?
Mısırlı allame Hasan Eyyüb, Ezher’de çoktandır hayır kalmadığını söylemiştir (Şa’b gazetesi 24 Aralık 2013). Adeta dini ilimlerinden ziyade din mühendisliği öğreten bir kurum ve yapı haline gelmiştir. Ötekilerin durumu da ondan daha iyi değil. Elbette bozulmanın evreleri ve aşamaları var. Mısır’da Ezher’le ilgili en büyük bozulma evrelerinden birisi Mehmet Ali Paşa dönemidir. Ardından da en büyük reformların yapıldığı ve ulemanın kapı kulu haline getirildiği Nasır dönemini sayabiliriz. 200 yıl içinde Mısır tarihinde en büyük kırılmalar bu iki dönemde yaşanmıştır. Nasır otonom ve özerk yapıları yerle bir etmiştir. Mehmet Ali Paşa ulemayı, vakıflarını müsadere ederek midesinden bağlamıştır. Nasır bunun yanına bir de şiddeti eklemiştir. Alimlere bakışını özetleyen en önemli hususlardan birisi Suriye ile Mısır’ın Birleşik Arap Cumhuriyeti çatısı altında birleşmeleri sırasında yaşanmıştır. Nasır sosyalist bir model uygulamış ve ulamayı da buna alet etmeye ve arkasına çekmeye çalışmıştır. İhvan’a düşman olduğu halde Mustafa Sıbai’nin İştirakiyetü’l İslam (İslam sosyalizmi) kitabı nedeniyle ilgi ve sempati duymuş ve onu yattığı hastanede ziyaret etmiştir. Buna mukabil aynı nedenden dolayı Suriye Müftüsü Ebu’l Yüsr Abidin’i görevinden almıştır. Hadise şöyle cereyan etmiştir. Nasır Sosyalizm uygulamalarına başladığı sırada bunu Suriye genelinde de yaymak istemektedir. Özel mülkiyeti müsadere etmekte ve halkın malını mülkünü devletleştirmektedir. Bu yönde Suriye Baş Müftüsü Ebu’l Yusr Abidin’den de bir fetva ister.
Ebu’l Yüsr Abidin ise hangi hakla ve ne hakla halkın mal ve mülkünün müsadere edileceğini ve devletleştirileceğini sorar. İtiraz eder. Bunun üzerine Nasır şu cevabı verir:” Mısır’da olsa bu fetva bana sadece bir tavuk parasına patlardı.” Maalesef acı ama gerçektir. Hakikat ve hak ulema nezdinde de yalnız ve kimsesizdir. Ebu’l Yüsr Abidin 1950’li yıllarda Suriye’de yeni serpilmekte olan Selefi akımla mücadele eder. Bunlardan birisi de Nasirüddin Elbani’dir. Lakin ulemanın yanında durmamasından ve yalnızlığından şikayet eder.
Halkın milyarlarca kıymetinde malı mülkü bir tavuk parasına yöneticilere peşkeş çekilir! Halkın zayi olan malına mülküne mi üzülmeli yoksa alimlerin bu derece karaktersizliğine mi, alçalmalarına mı? Sisi döneminde de aynı anlayış mesafe kat ederek devam etmektedir. Nasır’dan Sisi’ye; şimdi sıra malların müsaderesinden canların müsadere edilmesine gelmiştir. Mısır eski Müftüsü Ali Cum’a gibiler Nasır dönemindeki seleflerini ve Hasan Bakuri gibilerini aratmıyor hatta onları fersah fersah geçiyorlar. Canların toplu müsaderesine fetva veriyorlar.
Osmanlı’nın son dönemlerinde de makamlar tabasbus ve rüşvetle el değiştirmektedir. Sultan Abdulaziz’in hal’ edilmesi ve görevden el çektirilmesi için ihtilal heyeti ulemaya da el atmıştır. Bunlardan birisi Filibeli Kara Halil efendidir. Mithat Paşa’nın hemşerisidir ve Mithat Paşa kendisine kanca atmış ve ayartmıştır. Kara Halil de zaten ayartılmaya amade bir ruh yapısına sahiptir. Yılmaz Öztuna’nın ifadesiyle “yeni rejimde külah kapma sevdasında olan bu adam ‘ Hal’ emr-i hayrına çarşaf kadar fetva yazarım’ diyen yobazdır…”
Olağan dönemlerde ve bilhassa olağanüstü dönemlerde benzeri hocalara ve zevata rastlamak mümkündür. 200 yıldan beri bu tipler yaygın hale gelmiştir ve dolayısıyla üzerimize belaların yağmasından sorumlu olan kesimlerin başında gelmektedir. İlmiye sınıfının kaypaklığı hakkın ve hukukun zayi olmasına neden olmuştur.
(Mustafa Özcan / Dünya Bülteni)