21 Aralık 2009

MÜMİN’İN ŞEREFİ: HİCRET

Geçici dünya hayatında müminlerin tek amacı Allah’a kul olmak, O’nun rıza ve sevgisini kazanmaktır. Bu bakış açısı ile müminler, bütün hayatlarını ve ibadetlerini Allah’a adayarak, tam bir teslimiyet ruhu ile hareket ederler.
 
"De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." (Enam Suresi, 162)
 
Ancak Kuran ayetlerinde Rabbimizin bildirdiği gibi, Allah’a boyun eğmekte direnen “kavmin önde gelenleri”, müminlerin bu teslimiyetini hazmedememiş ve onları Allah’ın dosdoğru yolundan çevirmek için elerinden geleni yapmışlardır. Müminlere karşı mücadele etmelerinin tek sebebi, Allah’tan başka kimseye itaat etmemenin, kendi sosyal konumlarını sarsması ve dünyevi pek çok çıkarlarını kaybetme korkusu yaşamalarındandır. Menfaatleri tehlikeye girdiği için Müslümanlara yaptıkları eziyetler ise, müminler için beklenen, Rabbimizin vaadi olan sınavlar olmuştur.
 
Hani Musa kavmine şöyle demişti: "Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; hani O sizi Firavun ailesinden kurtarmıştı, onlar sizi en dayanılmaz işkencelere uğratıyor, kadınlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir sınav vardır." (İbrahim Suresi, 6)
 
Allah’ın bir denemesi olarak, mümin kulları için yarattığı zorluk anları arttığında, Rabbimizin vaadi olan kolaylık da hemen arkasından gelmiş ve müminler hicret ederek eziyet gördükleri ortamı terk etmişlerdir.
 
Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır. (İnşirah Suresi, 6)
 
Hicret durumunda, dünyaya ait tüm nimetlerin geride bırakılması gerekebilir. Bu sebeptendir ki hicret, bir insanın iman ehli mi, yoksa fısk ehlimi olduğunu ortaya çıkaran önemli bir denemedir. Kuran’da anlatılan kıssalardan anladığımız kadarıyla İslam tarihi boyunca böyle bir deneme ile karşılaşan salih müminler her zaman Allah’ın razı olacağı şekilde davranmış ve içlerinde hiçbir sıkıntı olmadan hoşnutlukla Allah’ın “hicret” emrine teslim olmuşlardır.
 
Hicret eden kişi bu tavrıyla, yalnızca Allah’ı razı etmeyi amaçladığını, insanlardan hiçbir beklentisi olmadığını göstermiş olur. Dünya nimetlerine değer vermediğini, Allah’ın kendisi için yarattığı kadere tam teslim olduğunu ve her şeyi hayır olarak değerlendirip daima ümit var olduğunu tüm tavırlarıyla ortaya koyar. Hicret ederek imani bir olgunluğa erişen kişi, Allah için yaşayan, ahiret yurdunu amaçlayan ideal mümin vasıflarına ulaşır.

Allah yolunda hicret edip öldürülen veya ölenlere gelince muhakkak Allah, onları güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Şüphesiz Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Onları, kendisinden gerçekten hoşnut kalacakları bir yere sokacaktır. Şüphesiz Allah, bilendir, halimdir. (Hac Suresi, 58–59)

Hz. Nuh, Rabbimizin emri ile bir gemi yapmış ve hicret emri geldiğinde beraberine müminleri de alıp, azgın olan kavminden uzaklaşmıştır. Ancak yine Allah’ın emri ile azgınlardan olan oğlu geminin dışında kalmış ve sele kapılarak boğulanlardan olmuştur. Hz. Nuh sadece evini yurdunu değil, bu dünya için önemli bir deneme konusu olan oğlunu da geri de bırakarak Allah’a hicret etmiştir.

(Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga(lar) içinde yüzüyorken Nuh, bir kenara çekilmişolan oğluna seslendi: "Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kafirlerle birlikte olma."

(Oğlu) Dedi ki: "Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur." Dedi ki: "Bugün Allah'ın emrinden, esirgeyen olan (Allah)dan başka bir koruyucu yoktur." Ve ikisinin arasına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu. Denildi ki: "Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sen de tut." Su çekildi, işbitiriliverdi, (gemi de) Cudi (dağı) üstünde durdu ve zalimler topluluğuna da: "Uzak olsunlar" denildi. Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: "Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdedir ve senin vaadin de doğrusu haktır. Sen hakimlerin hakimisin." Dedi ki: "Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş(yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Gerçekten ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum." Dedi ki: "Rabbim, bilgim olmayan şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum." (Hud Suresi, 42–47)
Yine aynı şekilde Hz. Lut da Allah’ın emri ile geceleyin, azgınlardan olan eşini geride bırakarak, müminleri alıp kavmin topraklarını terk etmiştir.
 
"... Gecenin bir parçasında ailenle birlikte yürü. Sakın, hiçbiriniz dönüp arkasına bakmasın; fakat senin karın başka. Çünkü onlara isabet edecek olan, ona da isabet edecektir..." (Hud Suresi, 81)
 
Hz. İbrahim de putperest olan babasından ve yaşadığı toplumdan fikri olarak kopmuş ve Allah’a hicret etmiştir.
 
Hz. Muhammed (sav)’in hicretleri esnasında da muhacirlerin önemli bölümü Kureyş’in önde gelen inkârcı ailelerinin üyeleri arasından çıkmıştır.
 
Allah'ın "alemlerin kadınlarına üstün kıldığı"nı bildirdiği (Al-i İmran Suresi, 42) Hz. Meryem de ailesinden kopmuş ve hicret etmiştir.
Kitap'ta Meryem'i de zikret. Hani o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti. Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. (Meryem Suresi, 16 )

Ayetlerden anladığımız gibi mümin için esas olan, bir insana olan yakınlığı değil, o insanın Allah’a olan yakınlığıdır. Söz konusu kişiye ne kadar yakın olsa da, o kişi Allah’ı inkâr ediyor, emir ve yasaklarını çiğniyorsa, bu durum karşısında mümin daima Allah rızasının en çoğunu arayan bir tavır sergilemekle mükelleftir.

Allah Mümtehine Suresi'nde, iman eden bir kişinin bu konudaki bakış açısının nasıl olması gerektiğini şöyle haber vermiştir:

Ey iman edenler, Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkar etmişler, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp-çıkarmışlardır. Eğer siz, Benim yolumda cihad etmek ve Benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hala sevgi gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp-sapmış olur. Eğer sizi ele geçirecek olurlarsa, size düşman kesilirler, ellerini ve dillerini kötülükle size uzatırlar. Onlar sizin inkar etmenizi içten arzu etmişlerdir. Ne yakın akrabalarınız, ne çocuklarınız kıyamet günü size bir yarar sağlayamaz. (Allah) Sizin aranızı ayıracaktır. Allah, yaptıklarınızı görendir. (Mümtehine Suresi, 1-3)

Hicret eden müminler, inkârcılar tarafından yakalanma tehdidi altında dahi Allah’a olan güvenlerinden bir şey kaybetmezler. Hz. Muhammed (sav)’in mağarada sığınırken arkadaşına söylediği "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir" (Tevbe Suresi, 40) sözü, bu güvenin en açık göstergesi, inananlar için de çok önemli bir örnektir. Aynı şekilde Hz. Musa’nın, Firavun ordusu tarafından denizin kenarında sıkıştırıldıkları anda yanında bulunanlar “gerçekten yakalandık” derken, Hz. Musa "Hayır" dedi. "Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir. (Şuara Suresi, 62–63)

Unutmamak gerekir ki peygamberlerde bizler için güzel örnekler vardır. Müminler, koşullar ne olursa olsun daima Allah rızasının en çoğunu gözetmeli, dünyevi çıkarları geride bırakarak Hz. Lut peygamberin de dediği gibi “ben Allah’a hicret edeceğim” diyerek, hicret eden şerefli bir mümin ruhunu her zaman ve her koşulda göstermelidir.

Zulme uğratıldıktan sonra, Allah yolunda hicret edenleri dünyada şüphesiz güzel bir biçimde yerleştireceğiz; ahiret karşılığı ise daha büyüktür. Bilmiş olsalardı. Onlar sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir. (Nahl Suresi, 41-42)