İsmail Hakkı GÜLEÇ

09 Mayıs 2023

MUSTAZAF - MÜSTEKBİR

İnsanlar bir dil ve bu dili oluşturan kelime ve kavramlar üzerinden iletişim kurarlar...

Kelime ve kavramların ifade ettiği anlamlar çok önemlidir... Süreç içerisinde bir çok kelime ve kavram özelliğini, niteliğini, anlamını ve ifade ettiği görev, anlam, mana, misyon ve mesajını yitirebilmekte ya da içi boşaltılabilmektedir...

Zamanla bu kelime ve kavramlar öyle bir hale getirilmektedir ki, asli fonksiyondan uzaklaştırılıp, tam tersi bir konuma da konumlandırılabilmektedir...

Bunların bir çok örneklerini sayabiliriz. Şehit, vatan, adalet, özgürlük, hak hukuk vb...

Her kesim, düşünce, inanç, yapı, siyasal grup veya iktidar kendi anlayış, düşünce, mezhep, meşreb veya iktidarını koruyup, kollamak, güçlendirmek ve meşruiyet kazanmakdırmak için bir çok kelime ve kavramı kendisini desdekler bir biçimde anlam yüklemiş, kendine yönelik tehdit algısını yıkıp, yoketmek için kullanmışlardır...

Müstekbirler, yücelik, izzet, şeref, maneviyat ve ulvilik ifade eden bir çok kelimeyi, kendilerinin aşağılık, insan onur ve haysiyetine, ahlak ve adalete uygun olmayan düşünce, inanç, mezhep, meşrep ve siyasal iktidarlarının meşruiyetini sağlamak için bayraklaştırıp sloganlaştırmışlar ve kitleleri bu şekilde aldatma yoluna gitmişlerdir...

Bugün Kur'ani kavramların bir çoğu, olması gereken yerden çok daha farklı yerlerde ve de farklı kişilerce kullanılabilmektedir...

Kitleler ise, bunun farkına varamamak da, batıl, küfür ve zulüm sahiplerine bu kelimelerle destek verip, bu muktedir, muhteris ve müstekbirlere kendilerini adayabilmekte ve bunlara her şeylerini feda etmekten çekinmemektedirler...

Bu kelime ve kavramlardan iki tanesi de "mustazaf" ve "müstekbir" kavramlarıdır...

Bu kavramlar, bugün hemen hemen hiç kullanılmamakta ya da belli kesimlerce kullanılmaktadır...

İnsanlar bu hususta ikiye ayrılır;

1.MÜSTEKBİRLER

2.MUSTAZAFLAR

1.MÜSTEKBİRLER

Bunlar hak, hakikat, tevhide ve  istikbar eden, karşı çıkan, büyüklenen, böbürlenen kibirlenen ve de egosu tavan yapmış, enaniyet sahibi, mal mülk, güç, servet, makam, mevki, saltanat sahibi, ağırlıklı olarak da yönetici, elit, seçkin bir kesimi oluştururlar...

Müstekbirler; bazen siyasetçi, bazen ekonomist, bazen bir zengin, bazen bir din adamı kılığında bazen de ordular komutanı olarak karşımıza çıkabilmektedirler...

Müstakbirler; gücünü, saltanatını, saf, cahil, niteliksiz, onur ve izzetten yoksun, zilleti ve karın tokluğuna çalışmayı kader sayan insanlardan alırlar...

Müstakbirler, insanların din, tarih, kültür ve geçmiş ile olan ve toplumları ayakta tutan tüm kök ve bağlarını koparmışlar ve de onları cahil, köksüz, aciz, zayıf, çapsız, çaresiz, ruhsuz, kişiliksiz ve kimliksiz birer köle durumuna getirmişlerdir...

Kur'an-ı Kerim'de "mustazaf" ve "müstakbirler" anılmakta ve bir çok yerde farklı kelime ya da kökden türeyen kelimelerle bu kavramlar dillendirilmektedir...

"Mustazaf" fiilan ezilen, sömürülen, zayıf bırakılan, yurdundan edilen, çaresiz  insan demektir...

Tarih boyunca mustazaflar, toplumların kahir ekseriyetini oluşturmakta oldukları halde, yaşadıkları ülkenin veya coğrafyanın imkan ve fırsatlarından çok az bir şekilde istifade etmekte ya da hiç istifade edememektediler...

Müstekbirler tarafından bu insanlar, tüm insani haklarından mahrum bırakılmakta, ezilmekte, horlanmakta güdülmekte ve alın teri, emeklileri, mücadeleleri, insan hak ve hürriyetleri, onur ve izzetleri yok sayılmaktadır...

Kendi oluşturmuş oldukları müstekbirce yapılara kul ve köle olan, sorunsuz ve sıkıntısız bir şekilde şartsız itaat ettirilen, zulmedilen, baskı altında karın tokluğuna çalıştırılan, itiraz etme, hayır deme, hak ve hukuk arama, sorgulama hakları tümüyle ellerinden alınmıştır...

Bu gibi şeyleri araştıran, eleştiren ve sorgulayanlar ise, ya öldürülmüş ya da sürülmüşlerdir...

Tarih sahneleri bunlarla doludur. İnsanlar bazen ırkları, renkleri, dilleri, inançları, toplumsal statüleri vaya daha başka bir çok nedenden dolayı zayıf bırakılmakta, mustazaflaştırılıp etkisiz hale getirilmiş, kimliksizleştirilerek yok edilmeye ya da ülkelerinden kovulmaya maruz bırakılmışlardır...

Uluslarası müstekbirlere karşı, bedensel olarak ezilip, sömürülüp, dışlanıp, yok edilip, tüm hakları ellerinden alınmalarına rağmen, işin daha enteresan vahim ve sıkıntılı boyutu ise, bu "mustazafların, müstekbirlere" ruhen, fikren, kalben, gönülden, bilerek ve isteyerek köle olmaları ve de bunu bir kader zannedip o müsekbirleri ilahlaştırıp yüceltmeleri ve bu uğurda ruhlarını da onlara teslim etmeleri  daha hazin ve acı bir tablodur...

İslam; insanları kula kulluktan kurtarıp, onları sadece Allah'a kul eden , O'nun dışında yaratılmış olanlara körü körüne bağlanıp, boyun eğmekten ve zelil bir varlık olmaktan kurtarıp,  yine insanları kimlikli, kişilikli, özgür, özne, bağımsız, nitelikli, kültürlü, kaliteli, zulme karşı durmasını bilen, hak hukuk ve adalet talep eden, bu uğurda gerekirse canını bile verebilecek şekilde bir kişilik ve ruh kazandırmıştır...

Bütün peygamberler istisnasız olarak, insanlarda özgürlük ateşini yakmıştır....

Yine İslam, insanları özgür ve özne olmaya, hiç kimseden korkmamaya, zalimlere boyun eğip, destek olmamaya, onlara meyletmemeye ve de müstekbirlere karşı onurlu, izzetli ve şerefli bir şekilde mücadele etmeye davet etmişlerdir...

Allah(cc) her zaman, mazlum ve mustazaflara, zalim ve müstekbirlere boyun eğmemelerini, onlara karşı direnmelerini, hak ve hukuklarını korumaları için mücadele etmelerini emretmiştir...

Mazlumluk ve mustazaflık bir kader değildir...

Çaresiz, çözümsüz, tembel, miskin, zelil bir şekilde zulmü kabullenmek ve de bunu bir kader saymak, eylemsiz ve  tepkisiz kalmakta iman ve insanlıkla bağdaşan bir durum değildir...

Allah her zaman özgürlüğü, adaleti seçen mustazaflar ile beraber olduğunu onları ve desteklediğini beyan etmektedir...

Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmış olan (mustazaflara) iyilik yapmak, onları (kendilerine uyulan) imamlar yapmak ve onları (yeryüzüne) vâris kılmak istiyoruz.

Firavunlar; ırka, gelir seviyesine, sosyal statüye, meslek gruplarına dayalı olarak toplumu sürekli bölerler. Toplum bölündükçe birbirine düşman olur ve zayıflar. Kamplaştırılmış, çatıştırılmış, bölünmüş toplum bireyleri güven ve huzur için bir kurtarıcı arar. O kurtarıcı Firavun’dur...      (Kasas 5)

Allah (cc) ise; insanları tevhid inancıyla bütünleşip, İslam boyasıyla boyamak ve tüm suni kimliklerin bir kenara bırakıp, İslam’ın ana kimlik olarak kabul edilmesini ister.

Bunu başarmış toplumların, tevhid inancı, adalet ve müslümanca bir ahlak ile yeryüzünün vârisleri ve imamları olmasını diler...

Günümüzdeki müstakbirler, çok daha profesyonel çalışmakta ve kitleleri bankalara borçlandırarak tüketimi teşvik etmekte ve bu şekilde tüketime alışan ve borçlanan insanların sosyal, siyasal ya da yönetimle ilgili nefeslerini kesmektedirler...

Yine bu müstekbirler, mustazafların mücadele etmelerini, eleştirmelerini, sorgulamalarını ve bir güç,birlik olmalarını asla istemezler...

Müstekbirler, çoğu zaman din adamlarından! destek alırlar...

Kendi sulta, saltanat ve iktidarlarının meşru olduğunu ve dini çok sevdiklerini din söylerler..

Din adamları (!) ağzıyla devleti, vatanı, bayrağı ve dini argümanları kutsallaştırıp (kullanıp) toplumda hatırı sayılır, toplumun değer verdiği, alim, aydın, şeyh, veli, evliya ve de kanaat önderlerini de bu manada kullanmaktan geri durmazlar...

Müstekbirler, toplumları bu şekilde kontrol altına alıp, memleketlerin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini sömürme, insanların umudunu, ufkunu, geleceğini sömürmeye diye çalışırlar...

Kendilerine karşı gelen herkesi terörist olmak, teröre yardım ve yataklık, vatan hainliği, ülke düşmanlığıyla ya da dış güçlerin adamı olmakla suçlarlar...

Müstekbirler çok kombine ve çok stratejik çalışmaktadırlar...

Müstekbirler güç ve konumlarını daha çok propaganda, illüzyon ve algı yömtemini kullanarak sağlamaktadırlar... Sistemlerini bu şekilde koruyup, yürütmektedirler...

Mustazafların birlik, beraberlik olmaları ve örgütlü bir şekilde hareket etmeleri ve yasal, sivil çerçevede, müstekbirlere karşı onurlu, izzetli, sivil, haysiyetli bir duruş ortaya koymaları ve de mücadele etmeleri gerekmektedir...

Hayatta hiç bir şey, mücadele edip, bedel ödemeden elde edilemez...

Yine karanlıklar mücadele edip, bedel ödemeden aydınlık günler gelmez...

Karanlıklara küfetmekle bir yere varılamayacağı için, herkesin ve her kesimin imkanlar çerçevesinde, karanlığın yok olup gitmesi için, mücadele etmesi ve zulma, karanlık ve istikbara karşı bir mum yakması gerekir...

Tüm müstekbirlerin gerek yerli,(gerekse uluslararası) yok olup, yıkılıp, kaybolup, defolup başımızdan gidene kadar ve de adaletin, ahlakın, iyiliğin, insanlığın hakim olduğu günlerin gelmesine kadar mücadelemize mücadeleye devam etmemiz gerekir...

O günlerin bu günler olması temennisi ve duası ile...

SELAM VE DUA İLE