Osmanlı Arapları ve I. Dünya Savaşı
Anzak güçlerini püskürten ilk askerlerin üçte ikisi, bugün Lübnan, Ürdün, Suriye ve ‘Filistin’ denilen bölgeden gelen Araplardı. Ve Çanakkale’yi savunurken ölen 87 bin ‘Türk askeri`nin de birçoğu Araptı.
Osmanlı Araplarının I. Dünya Savaşı'ndaki sırları
Robertbert Fisk *
Unutulmuş askerler. Gelibolu’yu hepimiz biliriz; umutsuzlukla kalkışılmış feci bir macera, Churchill’in Birinci Dünya Savaşı’nı 1915’te Fransa’da sıkışıp kaldığı cephelerden çıkarıp Almanya’nın müttefiki Osmanlıları hızla işgal etme hayali.
Avustralya, Yeni Zelanda, Britanya, Fransa ve başka ülkelerin askerlerinden oluşan devasa bir ordu, ‘Acemi Türkleri’ ezmek için İstanbul’un doğusuna gönderildi.
Fakat bir sorun vardı: Türkler, amansız bir karşılık verdi ve Mustafa Kemal (sonradan 20. asrın büyük liderlerinden biri, yani Atatürk olacaktı) 19. Kolordusu’yla işgalcilerin ilk dalgasını bertaraf etti. Bir sorun da şuydu: O kolordunun büyük bölümü Türk değildi.
‘Çekirge Yılı’nın cazibesi
Onlar Araptı. Gerçekten de Anzak güçlerini püskürten ilk askerlerin üçte ikisi, bugün Lübnan, Ürdün, Suriye ve ‘Filistin’ denilen bölgeden gelen Suriyeli Araplardı. Ve Çanakkale’yi savunurken ölen 87 bin ‘Türk’ askerinin de birçoğu Araptı.
Filistinli Profesör Selim Tamari’nin bugün işaret ettiği gibi, aynısı Osmanlı’nın Süveyş, Gazze ve Kuttel Amara’daki muharebeleri için de geçerliydi.
Osmanlı 4. Kolordusu’ndan (bugün yaşasa kendisine Filistinli bir Arap denirdi) er İhsan Turjman’ın şimdiye kadar bilinmeyen günlüğünde, ‘bu savaşta şehit düşenlerin hatırasını yâd etmek ve yaralıları ziyaret etmek için’ Filistin ve Suriye’den gelen Arap heyetlerine edilen küfürlerin bini bir para.
Gizli gizli tuttuğu günlüğünde bu Arapların kimin gözünü boyadığını sorarken, şunları yazıyor: “Arap ve Türk milletleri arasındaki ilişkiyi güçlendirmek mi niyetleri? Hakikat şu: Filistin ve Suriye halkı, ödlek ve itaatkâr bir sürü. Bu kadar yaltakçı olmasalardı, bu barbar Türklere karşı ayaklanırlardı.” Çarpıcı satırlar bunlar.
Müttefiklere karşı Osmanlıların safında savaşan Arapların sayısı, Lawrence’ın Arap isyanına katılanlardan çok daha fazlaydı, fakat burada er Turjman efendilerine öfke kusuyor.
‘Çekirge Yılı’ küçük tuhaf bir kitap, son derece kısa, fakat karanlık bir cazibesi var. Kitap, üç Osmanlı askerinin (biri Türk, diğer ikisi Filistinli Arap) Birinci Dünya Savaşı günlüklerine odaklanıyor.
Britanyalı ve Alman askerlerin Birinci Dünya Savaşı günlüklerine alışkınız; Osmanlı hasımlarımızın kişisel hayatlarına dairse pek az şey okuduk. Turjman ailesinin evi, büyük bir tesadüf eseri, 1967 Arap-İsrail savaşından bu yana enkaz halinde olan, fakat şimdi bir sanat galerisine dönüştürülen Kudüs’teki binanın ta kendisi; daha üç hafta önce orayı ziyaret ettim.
1917’de Turjman bir Osmanlı subayı tarafından vurulup öldürüldüğünde, Filistinli Araplar Balfour Deklarasyonu’ndan ziyade Britanyalıların ne yapacağıyla ilgileniyordu: Kendilerine bağımsızlık mı vereceklerdi, Mısır’a mı katacaklardı, yoksa Suriye’de bir ülke kurmalarına izin mi verilecekti? Nasıl da yanılmışlardı...
Britanya’nın Filistin’de bir Yahudi vatanına çoktan destek vermişken, Filistin’i Mısır’a katma niyeti falan yoktu. Tamari’nin anlattığı üzere, günlük tutan diğer iki askerin hayatları, bir süre sonra geleceklerini tehdit edecek olanın Yahudi göçü olduğuna uyanan Filistinliler etrafında dönmeye başlayacaktı. Fakat o günlerde hatıralarına Birinci Dünya Savaşı egemen.
Unutulmuş bir hikâye
Savaş sonrasında Arap dünyasını (ve Batı’yı) inceleyen Osmanlı aleyhtarı külliyatta, Türk veya Arap olsun, bu Osmanlıları hatırlamak önemli. Burada bir parça Robert Graves kokusu var.
Turjman’ın günlüğü Kudüs’ün üzerine çöken çekirge istilasını, kolera ve tifüsü, Türk subayları eğlendirmek için gönderilen 50 Kudüslü fahişeyi, Jaffa Kapısı’nda firar ettikleri için asılan Osmanlı askerlerini, (‘kötü eğitimli pilotlar veya bakımsız motorlar nedeniyle’) düşen Türk uçaklarını kayda geçiriyor. Hatta Turjman, evli bir kadına tutuluyor.
Tarihin unutuluş bahçesinde uzun zamandır bırakılanlar arasında Rus kenti Krasnoyarsk’taki Çarlık hapishanesinin Arap-Türk Osmanlı mahkûmları da var.
1892’de Kudüs’te doğan Teğmen Arif Şehaded de onlardan biri. İslam onları birleştirirken, sınıfsal köken ayırıyordu. Fakat konserler, spor kulüpleri, futbol takımları, bir hapishane kütüphanesi… yani İkinci Dünya Savaşı’nda ünlenen bütün o Nazi kamplarının Birinci Dünya Savaşı versiyonu vardı.
Derken Bolşevik devrimi geldi ve Şehaded derhal hapisten kaçtı; Mançurya, Japonya, Çin, Hindistan üzerinden Ortadoğu’ya, Kızıldeniz üzerinden Mısır’a döndü.
Fakat bu küçük kitaptaki en etkileyici metin bir günlük değil, Şehaded’in Kudüs’teki eşi Saime’nin, 30 yıl sonra, kocası Gazze’de Britanya mandası emrinde bir subay olarak çalışmaya başladığında yazdığı mektup.
Şu satırları yazıyor Saime: “Bu sabah erken kalktım. Bir süre bahçede dolaştım. Biraz çiçek ve yaprak topladım. Pişirmek için biraz da fasulye. Dolaşırken hep aklımdaydın. Bu bahçeyi güzelleştiren senin varlığın. Sensiz hiçbir şeyin tadı yok.
Allah beni sensiz bırakmasın, hayatımı (hayatımızı) güzelleştiren sensin çünkü. Son gidişinde biraz soğuk almış olduğunu fark ettim. Onu düşünüp duruyorum. Sıhhatin nasıl, bana bildir. Seni tüm kalbiyle seven hayat arkadaşın. Saime.”
* İndependent, Çeviri: Radikal