Mehmed MAKSUT

19 Kasım 2011

ŞAHISLARI KUTSALLAŞTIRMA HASTALIĞI VE ELEŞTİRİ

Yaşadığımız toplumda çoğu zaman Müslümanlar Kuran ile yeterince donanmamanın eksikliğinden dolayı çevresinde olan biteni sorgulamadığı için birçok hatayı kanıksamıştır. Bu kanıksama üzerinden hayatlarını devam etmektedirler. Öyle ki bu hatalar yüzyıllardan beri süre geldiği için artık toplumun kimliğine, geleneğine ve inançlarına yerleşip kök salmıştır. Baştan beri İslam’la sağlam ve sağlıklı bir tanışıklık sürecine girmeyen insanlar, dünyalarını ve ahiretlerini belirleyecek olan İslam dinini birçok kereler dervişlerden, ermişlerden, alperenlerden, şeyhlerden vb kişilerden öğrenmiştir. Bu öğrenilenlerin çoğu da İslam’ın kitabi ve tevhidi ilmiyle değil de daha çok menkıbe ve hikâyeler üzerinden olmuştur. Bundan dolayı da bu kişiler İslam adına uydurulan birçok yanlış algıyı yaşantısında inanca dönüştürüp içselleştirmişlerdir.

Toplum olarak yüzyıllardan beridir genel anlamda ilme hakkıyla sahip olmayan Anadolu halkı, ilim insanı denilen kişilere konumlarından dolayı oldukça saygı göstermişlerdir. Fakat bu saygı gösterme süreç içerisinde birçok sıkıntının kaynağı haline gelmiştir. Bu meselenin etkileri günümüzde halen devam etmektedir. Kuran’ın istediği düzeyde bir bilgi ve bilince sahip olmayan halkı, maalesef âlim görünümlü din istismarcıları oldukça sömürmüştür. Bu sömürünün en kalıcı olanı inançların sömürülmesidir. Bu sömürünün kalıcılığı için reklamlarda, televizyonlarda, vitrinlerde bu şahıslar boy boy gösterilir. Devlet tarafından beslenilir. Sistemin bekası için onlar toplumu ayakta tutan gizil güçlerdir. Hakikati eğip bükmeden anlatan, yaşayan muttaki âlimlerimizi, değerlerimizi istisna tutuyorum. Onlar bizim için (bilgilenme açısından) kaynaktır.

Tabi burada bütün suçu bu istismarcılara atmak hakikati net görmemize engel olacaktır. Kendisi için yararlı gördüğü şeylere kafa yoran, uğraş gösteren insanlar nedense mevzu din, hakikat, adalet ve samimiyet olunca akıllarını birilerinin eline vermektedir. Böylece sorumluktan kaçarak topu başkalarına atmaktadırlar. Onlara güvenerek her dediklerini sorgusuz sualsiz kabul etmektedirler. Bu durumda “alan memnun satan memnun” mantığı oldukça hâkimdir.

İnsanların sorgulamadan teslim oldukları bu şahıslar, Kuran’ın dışında veya yanında bazı kitapları rehber edinerek Allah adına! İslam görünümlü bir din inşa ederler. “Dikkat edin sizi Allahın adıyla kandırmasınlar” ayeti dikkatlerimizin eksikliğinden dolayı toplumda her gün uygulana gelir. Birileri din adına, Allah’ın adına insanları kandırıyor. Bu bazen din adamları, bazen sözde Müslüman siyasetçiler, bazen ilahiyatçı sıfatlı şahıslar, bazen aydın entelektüel görünümlü kişiler, bazen şeyhler olur. Kimlikleri, sıfatları değişse de bunların yaptıkları ortaktır.

Dinini asıl kaynağından okumayan toplum ise maalesef çoğulculuk psikolojisiyle kendisine din adına sunulan her şeyi dindenmiş gibi kabul ediyor. Kuran’ı ve Peygamberi tanımadan farklı kaynak ve şahısların propagandalarıyla İslam’la tanışan insanlar; daha sonraki süreçlerde bu kaynak ve şahısların algısına göre Kuran’ı ve Peygamberi tanımlıyor. Bunun en önemli sebebi ise Kuran’ı bilmeyen, bilmek için de çok istekli olmayan bir toplumu istedikleri gibi evirip-çeviren önderler zümresidir. Tevbe suresinin 31. Ayette Kitabullah, “Allah'ı bırakıp da hahamlarını, rahiplerini Rab edinen insanları” dikkatimize sunmaktadır. Bu ayet yaşadığımız süreçte iyice anlaşılmalıdır. Zira bugün bu ayetin anlam derinliğine toplumda âlim, ağabey denilen birçok insan girmiştir.

Hayatlarını Kuran’a göre tazim etmesi gereken insanlar günümüzde çoğu zaman Kuran’ın yerine şahısları, şeyhleri, âlimleri veya başka kitapları koymaktadır. Burada bizim eleştirdiğimiz Kuran’a, Sünnet-i Seniye’ye, Nebevi Mücadele’ye aykırı hareket ve söylem ortaya koydukları halde insanların bazı kişilere sıfatlar yükleyerek yaptıklarını meşrulaştırma çabalarıdır. Oysaki Müslümanlar, kimliğine ve sıfatına bakmadan kim olursa olsun Kuran’a aykırı hareketler, söylemler ortaya koyan insanları ahlaki ilkeler çerçevesinde sorgulamada eleştirmede çekinmemelidirler. Maalesef bu durum son dönemde çoğu zaman gönül ve geçmiş birlikteliğinden dolayı bir hayli göz ardı edilmiştir. Âlim, ağabey denilen kimselerin de sonuçta bir beşer olduğunu, unutkanlık, yanılma, hata etme, bilememe, yanlış algılama gibi beşeri sıfatlarla malul olduklarını bildikleri halde onları bunlardan münezzehmiş gibi algılanmaktadırlar. Aşırı bağlanılan şahıslar daha sonradan mitleştirilip tercihler bu insanların tekellerine bırakmaktadır…

Allah'ın Resulü bile kendisine aşırı tazim edilmesini şiddetle reddetmiş, bana “Allah'ın elçisi ve kulu deyin” demişken ve Rabbinin kelamı karşısında oldukça mütevazi iken maalesef bugün peygambere varis olduğunu söyleyenler acaba ne haldeler. Peygamber kul iken, Rableştirilen sözde âlimleri kulluğa bile layık görmüyor, adeta ilahlaştırıyorlar. Peygamber mirasını maalesef, bu Din’in sözde varisleri ayaklar altına almışlardır! Oysaki Âlimlerin peygamberlere varisliği, âlimlere konfor ve dokunulmazlık değil aslında rahatsızlık getirmelidir. Peygamberin varisi oldukları için yerlerinde oturamayıp bu misyonu ayağa kaldırıp ihya etmeleri lazımdır.

Elbette ki her insan gibi “âlimlerinde, agabeylerinde hataları var ve kul hatasız olmaz.” Tüm bunları söylediğiniz zaman yukarıdaki söze hemen muhatap olursunuz. Elbette ki hatasız kul olmaz. Fakat bazı hatalar vardır ki söylenilip yapıldığı zaman kulluk diye bir şey bırakmaz. Bugün kulluğu zedeleyen birçok söz ve fiil maalesef toplumda âlim denilen birçok kişi tarafından söylenilip yapılmaktadır. Hatasız kul olmaz kabilinden yola çıkarsak, herhangi bir âlimin hatasını da sevabıyla beraber doğru kabul edecek değiliz. Biz elmayı seviyoruz diye içindeki kurdu da yemek zorunda değiliz. Burada şu hususa dikkat etmek gerekir. Muttaki âlimleri eleştirme konusunda ifrat yolunu tercih etmemeliyiz. Kur'an ve sünnet dâhilinde tespit ettiğimiz bariz hatalara da kılıf bulup kutsamamalıyız. Hem âlimlerin, insani zaaftan veya başka nedenlerden dolayı kaynaklanan hatalarını gün yüzüne çıkardığımızda, bu âlimler eğer hakkı yaymayı kendilerine amaç edinmişlerse bundan şikâyetçi değil, memnun olmalılar.

Biz İslam’ın genel çerçevesine zarar vermediği sürece şahısların bireysel kusurlarını örteceğiz ama bu örtme onu meşrulaştırma onu hiç görmeme ve hataları üzerinde yaşamaya terk etme anlamında anlaşılmamalıdır. Hele yanlışlar itikadı meseleler de ise ve bu meseleler, insanların hayatlarını şekillendiriyorsa bunları eleştirmek, sorgulamak imanımızın bir gereğidir. Kuran’ın dışında tüm kitaplar, peygamberlerin dışında tüm şahıslar eleştirilip doğrultulmaya tabidir. Bu anlamda peygamberlerin ve sahabenin güzel örnekliği ortadadır. Peygamber neden sahabesine birbirinize hakkı ve doğruyu tavsiye edin diye sürekli tavsiye ediyordu. Eleştirmek sahabenin birlikteliğini dağıtmıyordu. Ama ne acıdır ki bugün hak yolda yapılan bazı uyarı ve eleştiriler Müslümanların bazı zaaflarına yenik düşüp kopukluklara sebebiyet veriyor. Birilerinin kırılmaması için tevhidi ve İslam’ı ilkelerimiz kırılacaksa bırakalım da kırılan insan olsun. Eleştirilerle kopacaksa bir şeyle bırakalım kopan sahih değer ve çizgilerimiz değil eleştiriye tahammül edemeyenlerimiz olsun. Yeter ki İslami çizgiye bir şey olmasın, hakikat susmasın. Hiçbir yapıya, şâhısa, fikre, İslam’ın hassasiyeti, temel çizgileri kurban edilmemelidir.

Eleştiri noktasında İslam tarihinden bir güzel örnek bizim için oldukça manidardır: Hz Ömer’in mehir hakkında yaşadığı olay. Bir gün mescitte Hz Ömer mehir hakkındaki yüksek rakamdan şikâyetçi olur. Kadının biri oradan çıkıp o kadar sahabenin içinden ey Ömer Allah’ın sınır koymadığı bir hak hakkında sen nasıl böyle bir şey dersin diyerek itiraz ediyor. Hz Ömer kadının haklılığı karşısında “ben sahabeyim, peygambere o kadar şahitlik etmişim, halifeyim, emir-el mümininim, peygamberin istişare ettiği insanlardanım; sen nasıl bana bunu dersin, sen kim oluyorsun, yaşın kaç, tecrüben ne kadar, kimliğin ne, ilmin ne kadar, kadınsın kadınların erkeklerin yanında konuşması fitnedir, halife düşmanısın” demiyor. Müslümanlara zarar veriyorsun da demiyor. Âlim olsun cahil olsun doğru benimdir de demiyor. Kendisini sorguluyor ve hakikate teslim oluyor. Orada olan sahabe de hemen kovun bu kadını demiyor. Dinleyip sözün en güzeline taslim oluyorlar.

Kim olursa olsun yaşı, cinsi, unvanı, ilmi, kariyeri hiç fark etmez hak yolda doğrular ölçeğinde herkes her zaman eleştiriye tabidir. Müslümanlar bu hassasiyetlerini, ahlaki çerçevede, İslam’ın ilke ve kardeşlik mefhumlarına zarar vermeden birbirlerine göstermelidirler. Biz öncelikli olarak kardeşlerimize, âlimlerimize sahip çıkmakla ilk etapta sorumlu değiliz. Sorumlu olduğumuz ve sahip çıkmamız gereken Kuran’dır, Sünnettir, İslam’dır, Tevhittir. Âlimlerimiz buna aykırı şeyler yaptığı zaman eleştirmek; onlara sahip çıktığı sürece sahip çıkmak bizim asli görevlerimizdendir. Sahip çıkmak anlamadan eleştirmeden, sürekli yüceltmek değildir. Âlimlerin, ağabeylerin, ablaların, kardeşlerin varsa yanlışları ahlaki ilkeler çerçevesinde eleştirmek, hatalarını düzeltmelerine yardımcı olmak en büyük sahiplenmedir.

Ey RABBİM!

Âlimlerimize sorumluluk, müminlerimize aydınlık, aydınlarımıza iman, tutucularımıza anlayış, kadınlarımıza şuur, erkeklerimize şeref, yaşlılarımıza bilgi, gençlerimize asalet, hocalarımız ve öğrencilerimize inanç, uyumuşlarımıza uyanıklık, uyanıklarımıza irade, tebliğcilerimize hakikat, şairlerimize şuur, araştırmacılarımıza hedef, entellektüellerimize alçakgönüllülük bağışla." (ALİ ŞERİATİ)

Hakkı insanlarda aramayan, insanları hakka göre değerlendirenlerden olma duasıyla…

FESTEKİM KEMÂ UMİRTE