Siyonist rejimin kök salmasında Arap rejimlerinin rolü
Direniş güçlerine karşı tavır ve tutumda işgal yönetimiyle Batılı ülkeler ortak bir noktada buluşuyor. Bütün bunlar bize Filistin topraklarının işgal edildiği ilk yılları hatırlattı. Filistin davasının başladığı tarihten bugüne kadar bu davanın yanında yer alan halkların aksine rejimlerin bu davaya karşı yaptıkları düşmanlıkları, işgal rejimine yaptıkları yardımları, bu rejimin Filistin topraklarında kök salmasında üstlendiği rolü bir kez daha gündeme getirdi.
Bu seferki senaryo açık ve nettir. Birçok yönden gelen farklı renklerdeki tutumlar bir yerde toplanıyorlar, işgal rejimine karşı olan herkese terörist damgasını vuruyorlar ve bunları yok edilmesi gereken birer hedef olarak sunuyorlar.
Şu anda Gazze’de süren savaşta Filistin direnişine karşı işgal rejiminin arkasında saf tutmuş bölgesel ve küresel güçlerden oluşan büyük bir koalisyon görüyoruz.
Gazze için adeta akciğer görevini gören Rafah Kapısı kuşatmayı daha da ağırlaştırmak için Mısır yönetimi tarafından kapatıldı. Birçok Siyonist lider, analist ve uzman İsrail’in Gazze’yi Mısır ile koordinasyon içinde vurduğunu, Gazze’yi vurmada ikisinin de çıkarı olduğunu ifade ediyor.
İşgal rejiminin temsilcisi gibi davranan Filistin Yönetimi ise Gazze’ye gönderilmek üzere kendisine dışarıdan gelen ilaç kolilerini göndermiyor. Kendisi bu duyarsızlığı yaparken Filistin Yönetimi’nin Birleşmiş Milletler Temsilcisi İbrahim Harişe, Gazze’den İsrail’e atılan füzelerin insanlığa karşı işlenmiş cinayetler olduğunu ifade edecek kadar sorumsuz davranabiliyor.
Direniş güçlerine karşı tavır ve tutumda işgal yönetimiyle Batılı ülkeler ortak bir noktada buluşuyor. Bütün bunlar bize Filistin topraklarının işgal edildiği ilk yılları hatırlattı. Filistin davasının başladığı tarihten bugüne kadar bu davanın yanında yer alan halkların aksine rejimlerin bu davaya karşı yaptıkları düşmanlıkları, işgal rejimine yaptıkları yardımları, bu rejimin Filistin topraklarında kök salmasında üstlendiği rolü bir kez daha gündeme getirdi.
Bu konuda önemli bazı notları paylaşmakta fayda var:
Filistin’de ilk devrim Nisan 1920 yılında başladı. Bu tarihte Filistinliler bir yandan Yahudi çetelerle çarpışırken bir yandan da işgalci İngilizlerle savaşıyorlardı. İki taraftan 250 kişinin yaralandığı olaylarda Filistinlilerden 9, Yahudilerden de 4 kişi hayatını kaybetti.
İngilizlerle Yahudiler bu devrimi bastırdı. Ancak çok geçmeden 20 Ağustos 1929 yılında yeniden başladı ve 1936 yılına kadar sürdü. Bu süre içinde Filistin halkı Arap halklarla birlikte tarihin en güzel kahramanlık örneklerini gösterdi. Başta İzzeddin El-Kassam ve Şeyh Musa Kazım El-Hüseyni olmak üzere onlarca şehit verdi. Yüzlerce kişi yurdundan oldu ve yine yüzlercesi de tutuklandı, ama bu halk davasından vazgeçmedi.
Bu devrim ölmedi, aksine 1936 yılında daha büyük bir adımla ortaya çıktı. Dokuz ay (Nisan-Aralık) süren silah direniş sürecinde Filistinliler İngiliz imparatorluğuyla Yahudi çetelerin içine korku saldılar. Bu devrimin volkanı bazı Arap liderlerin adil davalarının gerçekleşeceği ve Filistin halkının hak ve hukukunun kabul edileceği konusunda teminat vermeleriyle söndürüldü.
Filistin’deki etkin kişi, kuruluş ve şahsiyetlere mektup gönderen Arap liderleri şunları söylüyordu: “Kan akmasını durdurmak için sükûnete çağırıyoruz. Dostumuz İngiliz hükümetinin iyi niyetine ve onun adaleti sağlayama konusundaki arzusuna olan güvenimiz dolayısıyla sizden silahları bırakmanızı istiyoruz.” (Filistin Davası Tarihinden notlar s.186)
Bu şekilde büyük dostları olan İngilizlere güvenen Araplar devrimi söndürdüler. Bugün de aynı rolü üstlenen bazı Arap liderler işgal rejimini koruma adına Filistin direniş güçlerinden silahlarını bırakmalarını istiyorlar.
1948 yılında Arap ordularının hezimete uğradığı savaşta bazı mücahitler Arap ordularına mensup askeri gruplarla birlikte Kudüs’ü içindeki yüz bin Yahudi ile birlikte kuşatmayı başardılar. Bu kuşatma Arap ordularının lehine sonuçlanmak üzere idi. Büyük mücahid Ahmed Abdülaziz’in emrindeki güçlerle Arap ordularına mensup bazı askeri birliklerin Yahudilere su ve gıda ulaşmasını engellemeleri üzerine, buradaki Yahudiler aç ve susuz kaldı. Önemi oldukça büyük olan şehrin Arapların eline geçmesi an meselesiydi. Buradaki Yahudiler Tel Aviv’e telgraf çekip silah bırakmalarını ve barış yapmalarını istiyorlardı. Meydanlara inen Yahudiler savaşın bitmesini ve barışın bir an önce tesis edilmesini talep ediyorlardı. Tam bu esnada İngiltere BM’ye başvurdu 4 haftalık ateşkes sağlanmasını önerdi. Öneride bu süre içinde Filistin’e silah ve mühimmat göndermeyeceğini taahhüt ediyordu. Bunu karşı gelenlere de askeri ve ekonomik yaptırım uygulanmasını öneriyordu.
BM 29 Mayıs 1948 yılında kararı kabul etti. İngiltere o dönemde sözleşmeye taraf olan Mısır, Ürdün ve Irak’a silah verme işini durdurdu.
Konuyu görüşmek üzere bir araya gelen Arap ülkelerinin temsilcileri uzun tartışmaların ardından BM’nin ateşkes kararını kabul ettiler. Bu karar ölümden dönen Yahudiler için büyük bir zaferdi. Bunu dönemin ABD Kudüs Başkonsolosu da söylüyordu. ABD diplomatı o günleri anlatırken “BM’nin ateşkes kararı Arap orduları tarafından öldürülmek üzere olan binlerce Yahudi’yi kurtardı” diyordu. (Ortadoğu’da Yeni Bir Yıldız s. 25)
Hayatı boyunca Filistinlilere karşı cinayet işlemekle bilinen Irgun terör çetesi lideri terörist Menahem Begen hatıralarında bugüne değinerek şunları söylüyor:
“Bütün Yahudi şehir ve yerleşkelerinden Yahudi halkının özellikle silahlı güçlerin kendilerine yardım ulaştıramadığını açıkça gören Kudüs’tekilerin büyük sıkıntı ve korku yaşadığına dair haberler gelmeye başladı. Arap orduları ağır silahlarla bölgenin bir kısmını bombalıyordu. Neye mal olursa olsun savaşın bitmesini isteyen insanlar meydanlara inmeye başladı. Ben Gurion benden Kudüs’e gitmemi istediğinde oraya gidip sokağa çıkma yasağı ilan ettim. Savunmanın ilk saflarına gençleri yerleştirdim. Ancak ne silah var, ne ekmek ne de su. Büyük bir felaketin yaşanmaması için İsrail tarafı Filistin tarafına elçi üstüne elçi gönderiyordu. Nihayet ateşkes sağlandı. Bunun üzerine Kudüs Yahudilerine su, yemek getirdik. Silah getirdik. Dışarıdan gönüllü savaşçılar getirdik.” (El-Hayat gazetesi)
Buna en uygun yorum o dönemde Filistin cephesinde savaşan Arap tarihçisinin değerlendirmesidir. Arap hükümetlerin ateşkesi kabul etmeleri konusunda o şöyle diyordu: “Bunu büyük bir cürüm olarak görüyorum. Bu, benim söyleyebileceğin en hafif cümledir.” ( Filistin Felaketi s.203)
Sonra savaş 9 Haziran 1948 yılında yine başladı. Fakat bu kez dengeler oldukça değişmişti. Ve büyük felaket meydana geldi. İşgal askerleriyle savaşmak üzere toplanan Arap orduları Siyonist çeteler karşısında hezimete uğradı. Savaş meydanında Arap orduları dağılırken geriye işgalci çetelere karşı Filistin halkıyla, Filistin halkı yanında yer alan Arap ve Müslüman halklardan şerefli ve onurlu insanlar kaldı. Bunlar yazdıkları destanlarla düşmanı ve uluslararası camiayı şaşırtıp korkuttular. Çare yine Arap rejimlerindeydi. Mısır’daki Nekraşi hükümeti burada çarpışan Müslüman Kardeşler’e mensup mücahitleri geri çekip zindana attı. Bununla yetinmeyen rejim hareketi yasakladı ve olanlar oldu.
Bugün Mısır’da darbeden sonra olup bitenler, dünün tekrarından başka bir şey değildir.
O gün bugündür İslamî Hareket halkların kalbinde yer almayı sürdürüyor. Halklar bu hareketi bütün takip, kovalama, tutuklama, öldürme, kuşatma, askeri yargılamalara rağmen sürdürdüğü direnişte hep yanında bulunmuş ve onu kucaklamıştır.
Mısır eski Cumhurbaşkanı Enver Sedat’ın işgal rejimini 1977 yılında ziyaret etmesiyle İslami harekete karşı baskılar artmaya ve onu tasfiye etme projeleri uygulanmaya başlandı. Acaba İslami hareketlere karşı sürdürülen ölüm kalım savaşı Filistin halkının özgürlüğü için mi, yoksa işgal rejiminin daha da kök salması için mi yapılıyor?
1993 yılında kurulan Filistin Yönetimi tek bir misyonla halkın karşısına çıktı. Bu misyonu var edilmesinin bir karşılığı olarak yerine getiriyordu. Bu misyon Filistin’de işgale karşı cihad ruhuyla direnen İslamî hareketin kökünü kazımaktı. Ancak Siyonistlerle birlikte üstlendiği bu misyonda başarısız kaldı. Bunu yapmaya çalışan Filistin Yönetimi şok oldu. Çünkü kökünü kazımaya çalıştığı yapının birkaç kişilik bir hareket olmadığını, Filistin halkının ta kendisi olduğunu gayet açık bir şekilde gördü. Bunu fark eden Filistin Yönetimi savaşı bıraktı. Rolünü bırakan Filistin Yönetimi cezalandırıldı. Faturasını Arafat’a kesen Şaron 2002 yılında onu kuşattı ve öldürdü. Batı Yaka halkının toplumsal bir direniş göstermesiyle Şaron ve takımı adeta şok olmuştu.
Filistin Yönetimi mücahit halk hareketini tasfiye etmek için başlattığı kampanyaları hep terörle mücadele adı altında sürdürdü. Bu işgal rejiminin Filistin halkına karşı sürdürdüğü savaşta kullandığı dilin aynısıdır.
Özellikle İslami hareketleri yok etmek için çaba gösteren Arap rejimleri, bu hareketlerin yok olmasıyla Siyonistlerin kirli projeleri karşısında vatanlarını bir bir kaybedeceklerini unutuyorlar.
(Şaban Abdurrahman / Filistin Enformasyon Merkezi)