Mehmed MAKSUT

02 Nisan 2011

SORUN - SORU - SORUMLULUK ÜÇGENİ

Asrımız insanının bugün içerisinde bulunduğu birçok sıkıntının nedeni, Yaratıcısı olan Allah’a karşı duyarsız kalıp, O’nun değer yargılarına sırt dönüp yönünü başka şeyle çevirmesinden kaynaklanmaktadır. Allahın belirlediği yönden, yüzünü çevirip başka yönlere yönelen insan, bu süreç içerisinde kendisini tahrip etmekle kalmamış etrafında var olan tüm güzel şeyleri de yönünün yanlışlıklarına kurban etmekten çekinmemiştir. Kendisini bu sebeple merkeze almış ve dünyayı kendisine göre yorumlayıp değerlendirmiş bu yönde bir tasarruf beyan etmiştir. Bu bencil duygudan hareketle doğa, dünya ve insana üzerinde tahakküm kurmanın yoluna başvurmuştur. Bu tahakkümün meşruiyetini sağlamak için insanoğlu savaş, zülüm, baskı, sermaye vb birçok sebebe başvurmuştur.

Yeryüzünde insanoğlunun, yanlışlıklar üzerinde kurguladığı tahakkümcü iktidarlarına razı olmayan Rabbimiz, birçok elçisini insanlığın üzerinde tahakküm kurarak toplumu ve insanı tahrif eden bu güçlere karşı peygamberleri vasıtasıyla bir mücadele başlatmıştır. Bu mücadele, İlahi olanın beşeri olana üstünlüğü merkezinde devam etmiştir. Bu konuda gerçek bir mücadele sarf eden peygamberler, hiçbir tahakkümcü zorbadan çekinmemiş ve onlara insanoğlunun Allah karşısında konumlarını ve insanlık içerisindeki sorumluluklarını anlatmıştır.

Bu anlatış bugünkü bazı Müslümanların yaptığı gibi pasif ve edilgen tarzda olmamıştır. Bu anlatışta; tavır, tevhid, mücadele, adalet ve salih amel hep var olmuştur. Firavun’a karşı Hz. Musa (a. s.) ve kardeşi Hz. Harun (a. s.), Roma’ya karşı Hz. İsa (a.s.) ve Havarileri, Nemrud’a karşı Hz. İbrahim (a. s.), İsrailoğullarına karşı Hz. Zekeriyya ve Hz. Yahya (a. s.), Calut’a karşı Talut ve Mekke şirk ve istibdat oligarşisine karşı Hz. Muhammed (a. s.) ve dostları, İlahi olanın kavgasını vererek şahitliklerini yerine getirmişlerdir. Kimi bu şahitlik sürecinde en onulmaz şekilde bedeller ödeyerek, şahitlikte acıların da olabileceğinin canlı tanığı olmuşlardır.

İnsanlık tarihi hakkında birçok yorum ve tahliller yapılmıştır. Bizlerde bu anlamda tarihi tek bir cümleden değerlendirecek olursak “tarih; hak ile batıl mücadelesinin verildiği meydan”dır. Ve bu meydanda hala mücadele devam etmektedir. Fakat bugün meydanda verilen mücadelenin, geçmiş dönemlerde verilen mücadeleden birçok noktada farklı ve zor olduğu ortadadır. Çünkü o günkü meydanlarda insanlar saflarına sadık kalarak, kendilerini ortaya koymuşlardır. Lakin günümüzün mücadele meydanları öyle bir karışık ki kimin ne olduğunu, nerede durduğunu, ne adına meydanda olduğu, neyi hedeflediği ve neye ulaşmak istediğini gerçek anlamda kestiremiyoruz. Modernizmin içerisinde barındırdığı o kaypak ve takkiyeci ruhtan dolayı insanlar netleşemiyor. Netleşmeyi istemiyor. Yanlışlıklarla bütünleşmeyi marifet sayıyor.” Her şeye evet” söylemlerine kendini kaptırarak kendi cephesini zayıflatıyor. Hakkı batıla karıştırmaktan utanmayarak, gelinen süreçleri ve toplum nazarında hayali olarak oluşturdukları çoğunluğa bakıp doğruluklarını test ediyorlar.

Zalimlere zeytin dalı uzatarak, gülücükler göndererek, bizde varız, bizi de gözetin dercesine bir psikolojiyle hareket edenler, yarın başlarına nelerin geleceğini ve bu gidişle, bu tavırla nereye varacaklarını anlatmak gerçekten üzüntü verici. Zalimlere zeytin dalı uzatanlar, mazlumlara uyarı ve öğüt verenler, hiçbir zaman Kuran’ın aynasında Rabbimizin istediği yüzü göremeyeceklerdir. Çünkü rabbimizin Kuran’da belirttiği yüzlerde bir netlik vardır. Asalet, esas duruş vardır. O yüzlerde mücadelenin ve sabrın izi vardır. O yüzler hep Allaha yönelir ve Allah adına iş yapar…

Yukarıda da belirttiğimiz gibi insanımız gerçekten heft renğ (Kürtçe de yedi yüzlü anlamına gelir.) olmuş durumda. Gittiği her ortama göre rengini değiştirebiliyor. Rengine göre tavır geliştirip, kendini herkese kabul ettirebiliyor. İşte bizim burada bir tahlil yapmamız gerekiyor. Acaba bu çok renkli yığınlarla insan mücadele sahasına inebilir mi? Güvenebilir mi her gittiği yere göre söz söyleyen kalabalıklara? Biliyorum cevaplarımız aşağı yukarı aynı olacak. Bu cevaplarımız aynı olması biz nebzecik de olsa bizi sevindiriyor. Burada bu dilleri çeşitlendirilmiş, iradeleri kayganlaştırılmış, yüzleri yedi renge boyanmış insanlara karşı tavrımız ne olmalı, onlara nasıl yaklaşmalı, onları istenilen düzeyde netleştirebilmek için nereden, nasıl, ne ile başlanmalı gibi sorular; bence Rabbine karşı sorumluluk hissi taşıyan her tevhidi müslümanın kendisine sorması gereken soruların başında geliyor. Hirasında hakikati arayan Peygamber, hakikatin cevabını nasıl araştırıp, bulup meydana dönüyorsa; bizlerde bugün bu soru ve sorunların cevabını bilip Hiradan meydana inmeliyiz.

Günümüzde gözlemlediğimiz kadarıyla bu soruların cevabını Müslümanlar kendi aralarında konuşuyor ve kendince çözüm önerileri sunuyor. Kısmi olarak etrafındakilerle paylaşıyor. Fakat açlık hissini anlayan insanın açlığı, bu hisle gitmediği gibi bu sorunlarda tanımlar ve teşhisler ortaya koymakla hal olmuyor. Çözüm bulmak önemlidir; lakin bulunan çözümler toplumda mâkes bulmuyorsa, bu çözümlerde kısa süre sonra sorun olarak birileri tarafından sorun olarak değerlendirilebilir.

Peygamberler dönemindeki mücadelede Hiradan halka inen mesaj, maalesef bugün Müslümanlarda bırakın halka inmeyi, eve bile inemiyorsa durup başımızı ellerimizin arasına alıp düşünmek gerek. Eğer mesajımız bu yığınların işgal edilmiş ruhlarına yeniden bir diriliş muştusu olmayacaksa o zaman kendimizle mesajımız arasında bir muhasebe etme zamanı bence gelmiştir.

Toplumumuz gerçekten sahte ilahlardan çok çekmiş bir vaziyette duruyor karşımızda. Ve zalimlerin düzenlerinin, örümceğin ağı gibi zayıf olduğunu da biliyoruz. Gerçekten bu toplumdaki insanların zihinlerine birkaç soru işareti düşürün, bakın nasıl sarsılıyor zihinlerinde kurguladıkları ve kendilerince hayatın olmazsa olmazı olarak gördükleri sistemleri.

Müslümanlar nedense eğer biraz bilgileri varsa hep toplum tarafından sorulara muhatap olmuşlardır. Toplum sorar onlar cevap everir. Tabi verdikleri bilgiler ne kadarı doğru, ne kadar İslami ve ne kadarı yaşanılıyor onun tahmin etmek o kadar da zor değil. Veya soranlar, sorduklarının ne kadarına sadık kalacakları, ne kadarını hayatlarında uygulayacakları da muamma. Bence artık bizimde topluma soru sorma zamanımızın geldiğini ve çoktan da geçtiğini düşünüyorum. Bizlerde artık soru soralım etrafımızdaki insanlara. Onları ilk etapta sorularla baş başa bırakalım. Zihinlerini bilgiyle değil soru veya sorularla kurcalayalım. O zaman bakın gerçekten nasıl sarsılıyor çürümüş umutlara tutunan insan. Tabii sorduğumuz sorular herkeste aynı sonucu vermeyebilir. Ama eminim ki vereceğimiz bilgilerden daha çok etki edecektir sorular.

Öyle sorular soralım ki; toplumun çürümüşlükleri, kirlilikleri, yanlışlıkları, aksesuarların arkasına saklanmış çirkin yüzlü maskeler düşsün. Öyle sorular soralım ki Rabbimizin de belirttiği gibi; zalimlerin ve beşeri ideolojilerin sistemlerinin örümcek ağı kadar çürük olduğunu, yıllardır mağdur edilen insanımız görsün. Öyle sorular soralım ki hakikat ortaya çıksın ve hakikati yok etmek isteyen sihirbazların değiştiği gibi, insanlar hakikat karşısında değişebilsin. Ve sorularımız değişime vesile olsun. Sorular delilleri aramaya götür. İşte burada, toplumun taklidi kalıpları yıkılacak ve insan taklitten tahkike giden bir yol alma becerisini yakalayabilecek.

Zor değil dostlar. Yeter ki uğraşalım. Bir çaba sarf edelim. Yeter ki topluma ve insana bakış açımızı İlahi olana göre ayarlayalım. Toplumu ve insanı dışlayıp Hirada kendimizi hapsetmeyelim. Toplum ve insan yanlış yol ve yöndedir diye bir tekmede biz atmayalım. Hirada aradığımızı bulup orada gerçekler üzerinde oturmayalım. Hirada aradığımızı bulup ve bulduğumuzu hayatımızla bütünleştirip çıkalım mücadele alanlarına. Yusuf Can’ın bir ezgisinde dediği gibi:“ Tüm insanlık derttir bize, Resulullah örnek bize” şuuruyla inelim Mekkemizin mağdur insanlarına…

Soruların ve sorumluluklarımızın farkında olalım ve bu farkındalık ile yönelelim Rabbimize. Bu toplum gerçek anlamda hakikate susamış. Ve hepimizin derdine derman olan Tevhidi daveti bu toplumla ne yapıp edip buluşturalım. Evde, okulda, üniversitede, işte, fabrikada, sokakta, caddede, meydanda, mektepte, mihrapta hep Tevhidi sevdayla yanan insanlar toplumdaki zifiri karanlığı mağlup edecektir. Ve onlarla Rabbimizin izniyle girdaptaki insanlığı, tağutun ve şirkin karanlıklarından Tevhidin ve İslam’ın aydınlığına kavuşacaktır. Karanlıga küfredeceğimize kalkıp bir mum yakma zamanımız gelmiştir…

Rabbimiz; üzerimize sabır yağdır ve hak yolda ayaklarımızı sabit kıl. Bizleri, senin davanın pak şahitlerinden kıl. Senin davanın yılmaz muavin ve mudavinlerinden eyle. Ve her zaman ve zeminde Kuran ile yola çıkarak yürüyenlerden eyle. Mücadelemizde bizi Kuran’ın gücüyle güçlendir ve zalimlere karşı Kuran ile hakkıyla mücadele edebilmeyi nasip eyle. Her dem toplumun ve neslin Kuranla ihyası için bir şeyler yapabilmeyi bizlere lütfeyle…

LA TEHZEN