Şükrü HÜSEYİNOĞLU

02 Şubat 2012

SURİYE DİRENİŞİ VE ÂDİL ŞAHİTLİK SORUMLULUĞU

“Ey iman edenler! Kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva(tutku)larınıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” (Nisâ 4/135)

“Allah, size emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman da adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor. Doğrusu Allah, işitendir, görendir.” (Nisâ 4/58)

“Ey İman edenler! Allah için adaleti ayakta tutan şahitler olun. Bir topluma olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Âdil olun, bu takvaya daha uygundur. Allah'tan korkun, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”  (Mâide 5/8)

Fertler veya topluluklar, bir konu veya olaylar dizisi hakkında hüküm verirken ve tanıklıkta bulunurken temelde iki farklı tutum takınırlar:

1- Hakkında hüküm verilecek / tanıklıkta bulunulacak konuda hakkaniyetle hareket edip o konunun gerçek karşılığı neyse onu ortaya koymaya çalışmak.

2- Hüküm verilecek veya tanıklıkta bulunulacak konunun hakikatiyle ilgilenmek yerine, konuya önkabul ve önyargılarla yaklaşarak olan-biteni bu önyargıların kalıbına sığdırmaya çalışmak.

Bir yıla yaklaşan bir süredir Suriye’de devam eden halk ayaklanması karşısında Müslümanalr arasında ortaya konulan kimi yaklaşımları göz önüne aldığımızda, ikinci maddede zikrettiğimiz türden sorunlu bir tutumla karşı karşıya bulunduğumuzu belirtmemiz gerekir.

Suriye’de yaşanan olaylarla ilgili taban tabana zıt pozisyonlar alan iki farklı yaklaşım grubunun konuyla ilgili yaptığı yayınlara, ortaya koydukları söylemlere baktığımızda, birbirlerine olan taban tabana zıtlıklarına rağmen, hakkaniyeti gözetmeme, önyargılı ve kurgusal hareket etmekte maalesef adeta birbirleriyle yarıştıklarını görmekteyiz.

Bir taraf, İran’ın Suriye olaylarıyla ilgili “direniş cephesi” argümanı ekseninde aldığı pozisyonla eşgüdümlü olarak Suriye’deki halk ayaklanmasının Amerikan ve siyonist komplosu olduğunun ispatı peşinde. Suriyeli muhalifler çevrelerden gelen açıklamalardan, bu önyargıyı ispatlayacak (!) kanıtlar derleme peşinde. Fotoğrafın tamamını görmekten ve göstermekten özenle imtina eden bir tutum içerisinde.

Sözgelimi bu yaklaşım grubu, Suriye’de bir küçük grubun ellerinde çeşitli dövizler ve ABD bayrağıyla yaptığı bir gösteriyi haber yapıyor, fakat Humus’ta binlerce Müslümanın “Ne ABD ne Erdoğan, biz yalnız Allah’a güveniyoruz” şeklindeki haykırışlarını görmezden geliyor. Çünkü önceden alınan pozisyon bunu gerektiriyor. Gaye hakikatin ortaya çıkması, adil şahitlik değil de, önyargıların ve alınan pozisyonların doğruluğunu kanıtlamak olunca, bu hakkaniyet dışı yaklaşımlar kaçınılmaz oluyor.

Onlarca yıldır bir ailenin kanlı diktası altında zulüm altında yaşayan, Hama katliamını yaşamış ve hep onun intikamını alma bilinciyle bugünlere gelmiş bir halkın fırsatını bulduğunda ayağa kalkmasını, bölgesel dengeleri ileri sürerek tamamen komplolarla açıklamaya çalışmanın insanı götüreceği nokta bundan başkası olmazdı zaten.

Diğer yaklaşım grubuna gelince, orada da diğer uca savrulan bir hakkaniyet dışı pozisyon alış hemen göze çarpıyor. Bu yaklaşım grubunun da, Suriye halkının dikta rejimine karşı haklı ayaklanmasını bu yönüyle desteklemenin ötesine giderek bu ayaklanmaya tamamen İslami bir anlam yükleme çabası içerisine girdiği, fotoğrafın tamamı yerine diğer yaklaşım grubu gibi ancak kendi pozisyonlarına uygun düşen kısımları görüp kamuoyuna yansıtma gayreti içerisine girdiği müşahede ediliyor.

Suriyeli muhalif grupların (İhvan dahil) dillendirdiği “Başka yol kalmazsa yabancı müdahaleye evet” yönündeki açıklamaları, yukarıda örneğini verdiğimiz ABD bayraklı gösteri gibi Suriye’den yansıyan olumsuz haberler bu yaklaşım grubunca görmezden geliniyor.

Böylece bu yaklaşım gruplarını takip eden kamuoyları Suriye’de yaşanan hadiselerle ilgili ya tamamen karamsar ve olumsuz bir pozisyona itilmiş oluyor yahut da pembe tablolar ışığında İslami devrim beklentilerine sokuluyor. Her halükârda kamuoyu Baas sonrası ortaya çıkabilecek farklı tablolarla ilgili sağlıklı bir bakış açısına sahip olmaktan mahrum bırakılmış oluyor.

Oysa yazının başında paylaştığımız âyet-i kerimelerin de biz Müslümanlara vazife kıldığı üzere, bizler her konu ve olaya hakkaniyetle yaklaşmakla ve yeryüzünde âdil şahitler olarak söz söyleyip tavır almak ve pozisyon belirlemekle mükellefiz.

Suriye’de 42 yıldır Baas diktasının kanlı idaresi altında ezilmiş, katledilmiş olan insanlar bizim kardeşlerimiz. Üstelik mazlumun dini sorulmaz anlayışının sahipleriyiz biz. Bir mazlum halkın ayağa kalkmasını, tağutları alaşağı etmeye ant içişini reel politik mülahazalarla olumsuzlamak bize asla yakışmaz. Suriye halkı hem inancının hem de insan onurunun gereğini yapmıştır.

Bununla birlikte olan-biteni, kendi kurgularımızla değil, olduğu gibi değerlendirmek ve adil şahitlik yapmak zorunluluğumuz vardır. Yerel tağutlara ayaklanan halkların, döktükleri gözyaşı, alın teri ve temiz kanların üzerinden küresel tağutlarla pazarlık ve işbirliği arayışına giren yerli işbirlikçilerin kirli irtibat ve ittifakları konusunda her zaman gereken dikkati ve bilinçliliği göstermediği bilinmektedir.

Çanakkale’den tutalım da, “İstiklal Savaşı” şeklinde adlandırılan Anadolu halkının bağımsızlık arayışına kadar, yaşadığımız coğrafyanın insanları bu tecrübelere fazlasıyla sahiptir. “Arap Baharı” sürecinde Libya ve Tunus gibi ülkelerde Batı işbirlikçisi diktatörler yerine gelenlerin, küresel istikbarın merkezi Washington’a koşup oradan “NATO’yla işbirliğine önem veriyoruz” açıklamalarında bulunmaları diktatörlerin yıkılmasıyla her şeyin toz pembe olmayabileceği gerçeğini bir kere daha göstermiştir.

Suriye'deki halk ayaklanması sürecinde Baas rejiminin kurşunlarına hedef olarak yaralanan ve tedavi için Türkiye'ye gelen Ebu Hasan adlı Suriyeli direnişçinin geçtiğimiz ay Hay-Der'de katıldığı Suriye gündemi ile ilgili bir programda dile getirdiği şu cümleler, aslında fotoğrafın tamamına dair önemli veriler içermektedir:

"Tunus'taki gibi devrim sonrası Suriye için laik ve demokratik Türkiye devleti rol model olur mu bilemiyorum. Bu benim değil Suriye halkının vereceği bir karardır. Esed sonrası İslami  bir nizamın kesin olarak Suriye'ye gelebileceğini şimdiden söylemek imkânsız. Ancak halk tarafından sevilen saygın âlimler devrimden yanalar.  Devrime olan destek arttıkça, bu kişiler ön plana çıkacaklardır."

Görüldüğü gibi bu Suriyeli direnişçinin belirgin şekilde ortaya koyduğu fotoğraf, bazı Türkiyeli Müslümanların sunmaya çalıştığı kadar net değil. Bizzat direnişin içinden gelen bir Suriyeli bile Baas sonrası için net tablo çizmekten kaçınıp ihtimallerden söz ederken, bazı Türkiyeli Müslümanların buradan bakıp, bu flu tabloyu çok netmiş gibi takdim etme gayreti içerisine girmesi çok doğru olmasa gerek.

Kısacası, Suriye konusunda söz konusu ettiğimiz bu iki uç yaklaşımdan da uzak durmak gerekmektedir. Ne Suriye muhalefeti içinde Batı işbirlikçisi grupların da yer alması Suriye halkının dikta rejimine karşı başkaldırısını haksız kılmaktadır, ne de Suriye halkının kanlı Baas rejimine karşı haklı başkaldırısı devrim sonrası riskleri ve yerel tağutun zulmünden kaçarken küresel tağutların sömürü ağlarına düşme ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. Bu konularda bize düşen, gerçekleri olduğu gibi görmek ve tutumlarımızı zihinlerimizdeki kurgulara göre değil gerçeklere göre belirlemektir.

Her halükârda hakkaniyeti gözetmek ve yalnızca gerçeğe talip olmak, bizi kendi yalanlarımızın esiri olmaktan koruyacaktır.

Dolayısıyla özelde Suriye, genelde ise hakkında hüküm verdiğimiz ve tanıklıkta bulunduğumuz tüm konularda önyargılarımızı ve zihinsel kurgularımızı bir tarafa bırakarak Rabbimizin emri gereğince âdil şahitler olmaya çalışmamız gerekmektedir.