03-03-2008 11:18

Türbandan korkuyorum, çünkü yalan haber okuyorum! 

Kuyruklu yalanlar ortaya çıkmıştı çıkmasına, ama tekzipler haber kadar etki uyandırmamış, sanki gerçekmiş gibi insanların korkularını destekleyen birer delil olarak zihinlere kazınmıştı. Bu yalan haberler, toplumun bir kesiminin korkularına temel hazırladı.

Türbandan korkuyorum, çünkü yalan haber okuyorum! 

Türkiye’nin yaşadığı kritik dönemlerde devreye giren medya, yıllardan beri peri masalı ciddiyetinde korkular üretiyor. ‘İrtica geliyor’ paranoyasını yaymak için erkek muhabirlerine çarşaf giydirenler, şimdi de başörtüsünü gulyabani gibi göstermenin yollarını arıyor.
Medyanın çok sevdiği ‘mahalle baskısı’na kananlar ise korkularını açıklarken yine medyanın yalan haberlerini referans gösteriyor.

Başörtülülerin üniversitede okuma engelini kaldıran anayasa değişikliğinin ardından, yasakçılığını sürdürmek isteyen bazı rektörler, gayri hukuki biçimde ortamı germeye devam ediyor. Bir tarafta “Başörtülü öğrenci, ‘başarılı olsa bile’ hak ettiği notu vermeyiz.” diyen rektörler, diğer tarafta yasakçı zihniyetin propagandasını yürüten medya organları çalışmalarını aralıksız sürdürüyor. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan ‘32. Gün’, bu tartışmaların bir başka ürkütücü boyutunu gözler önüne serdi. Birkaç haftadır üniversitelerin nabzını yoklayan Mehmet Ali Birand’ın programı, Maltepe Üniversitesi’nde düzenlendi ve konusu da gündemden düşmeyen başörtüsü meselesiydi. Farklı görüşlerden öğrencileri salonda toplayan 32. Gün’de, öğrencilerin ne istediği sorusuna cevap aranıyordu. Ancak iki genç kızın, aralarında Ali Bulaç, Cengiz Çandar, Ali Çarkoğlu’nun da bulunduğu konuklara yönelttiği soru, ‘başörtüsü korkusu’nun, ‘mahalle baskısı’nın ne olduğunu ve nasıl ortaya çıktığının cevabını verdi. Korkuların temelinde bazı gazetelerin yalan haberleri yatıyordu.

Bir kız öğrenci, Konya’da iki kadın doktorun görevini ihmal ederek, erkek olduğu gerekçesiyle hastayı muayene etmediğini ve bu yüzden vatandaşın, biraz da abartarak, hayatını kaybettiğini anlatıyordu. Bir diğer kız öğrenci de Mersin’de yaşanan kezzap hadisesine gönderme yaparak, “Bu ülkede başı açık olduğu için insanların bacaklarına kezzap dökülüyorsa, ben de onların başlarını açıp kafalarına kezzap dökerim. Bu kadar basit.” diyerek tehditler savuruyordu. Aslında bu tüyler ürperten iki örneğin ortak paydası ‘yalan haber’lerdi. Ancak bu iki görüşün ardından kopan alkış tufanı üniversitelilerin bu yalanlardan habersiz olduğunu da belli etti.

Kuyruklu yalanlar ortaya çıkmıştı çıkmasına, ama tekzipler haber kadar etki uyandırmamış, sanki gerçekmiş gibi insanların korkularını destekleyen birer delil olarak zihinlere kazınmıştı. Bu yalan haberler, toplumun bir kesiminin korkularına temel hazırladı. Bilginin saptırılması ve gizlenmesi konusunda çalışmalar yapan Dr. Ali Ayaz bu tip propaganda malzemesi sağlayacak yalan haberlerin, Türkiye ne zaman kritik bir dönemden geçse kasten artırıldığını söylüyor. Hatta haber yoksa bile haber uydurulması yönünde bir gayretin varlığını anlatan Ayaz, merkez medyanın beslendiği kaynakların bu türlü yalan haberler olduğunu ifade ediyor. Genel seçimler, cumhurbaşkanlığı seçim süreci, kara harekâtı ve ardından sürdürülen türban tartışmalarını, toplumun kırılma noktaları olarak değerlendiren Ayaz, sözlerine şu çarpıcı cümlelerle devam ediyor: “Bir taraftan toplumsal barıştan ve kardeşlikten söz edenlerin bir kehanetine karşılık, ‘Başörtüsü serbestisi kararı, toplumu ikiye yarar; üniversiteyi parçalar’ düşüncesini destekleyen türden haberler çıkmaya başladı. Eğer yalnızca belli kanalları izliyorsanız ve belli yayın organlarından besleniyorsanız ‘Bak başörtüsü serbest oldu, üniversiteler ikiye bölündü’ ya da ‘toplum ikiye yarıldı’ gibi bir düşünceye kapılmanız doğal. Ama herhangi bir bölünme, parçalanma olmadı. Bu sorunun çözülmesini istemeyenler, açıkçası gazete ve televizyon haberleri yoluyla yapıyor. Bilgi saptırılıyor ya da bir gerçek gizleniyor.”

TESETTÜR DEĞİL ‘HABER FACİASI’

Konya’daki uydurma haberi yapan kişi, gazetecilik mesleğinin duayeni olarak gösterilen ve geçtiğimiz aylarda da ‘en güvenilir gazeteci’ seçilen Uğur Dündar’dı. Hürriyet’in ‘Tesettür faciası’ olarak verdiği skandal manşetin mimarı usta gazeteci Dündar, en basit meslek kurallarını yok sayıp, iddiayı taraflara sormadan haber yapmıştı. Sonuçta suçlu ilan edilen iki kadın doktorun da olayla alakasının olmadığı ortaya çıkmıştı. Daha sonra Cihan Haber Dergisi’ne verdiği röportajda Dündar, bu skandal haberde bir kabahatinin olmadığının altını çiziyordu. Cihan Haber Ajansı muhabirinin, ‘Mağdurla da görüşülseydi daha doğru olmaz mıydı?’ sorusuna; “Mağdur insan dağdaki bir çoban, garip bir çoban. Ona, o anda ulaşmak mümkün değil.” değil şeklinde cevap verdi. Muhabirin, “Ama başlıkta art niyetli atılmıştı sanki!” şeklindeki sorusuna ise uzun bir ‘ııııı’ çekiyordu yılların gazetecisi.

Aynı haber için Hürriyet’in Genel Yayın Müdürü Ertuğrul Özkök, ‘Özür ve teşekkür’ başlığıyla bir yazı yazdı. “16 yıllık genel yayın yönetmenliğim süresince, hiç gocunmadığım bir şey, yanlış yaptığımızda “özür dilemek” ve düzeltmek oldu. İtiraf edeyim, mesleğimizde herkes bu konuda benim kadar bonkör değildir.” sözüyle, yayınladığı yalan haberin ardından dilenmesi gereken özrün ne kadar büyük bir lütuf olduğunu bizlere hatırlattı. Özkök sözlerini şu cümlelerle sürdürdü: “Bu sonuçtan sonra bize yapılacak tek şey kalıyor. İki kadın görevliden özür dilemek. Onu da kamuoyunun önünde açıkça yapıyorum.” Ancak mağdur olan iki kadın doktordan özür dilemek, hatayı hafifletmiyor. ‘Bizim sağlığımızı kim teminat altına alacak diye’ soran insanlara karşı da ‘bonkör’ olup, yalan haberle kandırılan ve korkutulan tüm Türkiye’den özür dilenmesi gerektiği ortaya çıkıyor.

KEZZAP KİMİ YAKTI?

Yine Hürriyet ve Milliyet gazetelerinin duyurduğu ve toplumdaki ‘herkese’ korku salan, ‘mini etekliye kezzap’ haberi yapıldı. Haber yalandı. Kezzapçının, psikolojik sorunları olan bir fabrika işçisi olduğu anlaşıldı. Ayrıca zanlının hiç de mutaassıp bir aile hayatı olmadığı verilen bilgiler arasındaydı. Bu haber yalan çıktığında ‘Mini etekliye kezzap’ başlığı kullanan gazeteler, kulağının üstüne yatarak, ‘Kezzapçı yakalandı’ anonsuyla skandalı geçiştirmeye çalıştı. Ancak haberin izi, üniversiteli bir kız öğrenciye, “Ben de onların başörtüsünü açıp, kafalarına kezzap dökerim. Bu kadar basit.” dedirtecek kadar derine gitmişti. Cıvıl cıvıl bir genç kız, canavarlaştırılmıştı.

‘İYİ BİR AYRINTI YAKALADINIZ’

Hürriyet Gazetesi yazarı Yalçın Doğan, “Zorbalık manzaraları” başlıklı yazısında daha önce eşine rastlanmamış bir olay anlattı. Gazeteci Doğan, “Olay aynen böyle, birinci elden.” ifadesini kullandığı yazısında, İstanbul’un orta yeri; Harbiye’de bir taksi şoförünün yaşattığı terörden bahsediyordu. Bir kadın taksiye binmek istemiş ama şoför kadına bakarak, “Abla arabadan hemen in, senin başın açık.” demişti, Doğan’ın iddiasına göre. Harbiye’de bir taksicinin başı açık kadını arabadan indirdiğini yazan Yalçın Doğan’a seslenen taksiciler, “Plakasını ver. Gereğini yapalım.” dedi. Yalanlanan haber için görüşlerine başvurduğumuz Doğan ise, “Bilgiyi arkadaşımın eşi verdi. İyi bir ayrıntı yakaladınız. Plaka alıp almadığından emin değilim.” şeklinde insanlara ister istemez tebessüm ettiren bir cevap verdi.

BİRAND’DAN ÖNEMLİ İTİRAF: İniş çıkışlar oldu ama Türkiye’nin genel çizgisi değişmedi

Geçtiğimiz hafta yayınlanan 32. Gün haber programında çok ilginç bir itiraf da yer aldı. Yılların gazetecisi Mehmet Ali Birand, yine aynı dönemlerde gazetecilik yapmaya başlayan arkadaşı Cengiz Çandar’a bir soru yöneltti. Soru aslında bir durum tespitiydi. Birand, “Hemen hemen aynı dönemlerde gazetecilik yapmaya başladık. O günden bugüne Türkiye’de bir sürü inişler çıkışlar oldu. Türkiye’nin genel çizgisinde temelde bir şey değişmedi. Biz üstünde tartışıyoruz, şu tehlike geldi bu tehlike gitti diyoruz. Sonuçta Türkiye bir yerde duruyor. Bu yanlış bir tespit mi?” Birand’ın bu samimi itirafı, başörtüsünün rejime zarar vereceği gibi akıl dışı görüşlerin anlamsız olduğunu gösterir mahiyetteydi.

KARDAN ADAM TAHRİK ETTİ! 

“Yapmayın kardeşim bu millete ayıptır” başlığıyla Hürriyet gazetesinde hamaseti bol bir yazı kaleme alan Fatih Çekirge, Sivas’ta birkaç çocuğun yaptığı kardan adam figürlerinden tahrik olduğunu yazdı. Anadolu Ajansı’nın geçtiği ‘eğlenceli’ bir fotoğraf üzerine, ilkçağ loşluğunun gölgesi düşen yazısında, “Sivas’ta birileri kardan adama takke takıp, sakal kondurmuş... Hemen yanındakine de türban takmış. Eline de Türk bayrağı vermiş... Kim yapar bunu? Çocukluğumuzdaki o kardan adam beyazlığını böylesine bir tahrikle kim eritir. Belli ki birileri bu milleti “türban” diyerek “Türk-Kürt” diyerek, bir çarpışmanın, bir fırtınanın, bir uçurumun eşiğine getirmek istiyor...” gibi tuhaf bir yazı yazdı. Ancak hazin nokta, yazıyı okuyanlar tebessüm etse de Çekirge şaka yapmıyordu; ciddiydi, gerçekten ‘tahrik’ olmuştu.

Doç. Dr. Ferhat Kentel (Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü):

Ahlâk ve dürüstlük yok

Genel olarak din ve özel olarak başörtüsü konusunda bugünlerde sürdürülen yalana dayalı kampanyalar maalesef memleketimizde sık sık rastlanan bir olgu... En basit ifadesiyle entelektüel ve ideolojik ikna kabiliyetini artık iyice kaybetmiş olan ve adına “çağdaşlık” sıfatını yakıştırmış bir zümrenin sınıfsal bir tahakkümünün debelenmeleri bunlar. “Ahlak” ve “dürüstlük” ise onların semtinde sadece gülüp geçilen iki kelime...

Ancak bu zümrenin en önemli özelliği ya da en güçlü tarafı yalan üretmek değil. Uzmanlaştığı alan daha çok düşman ve korku üretmek... Kendi iktidarını daimi kılmak için yarattığı bu korkular sayesinde insanları aptallaştırmak, her türlü yalana inanmasını sağlamak ve semboller, mitler üzerine kurulu bu yalan düzenin devamını sağlamak.

Ama bu nefret, kin ve yalan dili ve bu kötülük artık kabak tadı verdi... Çünkü çok can yaktı, çok kurban aldı bu dil. Bugün emir-komuta mantığı altında sürdürülen bütün bu aptallaştırma operasyonlarına rağmen, kendilerini korkulardan arındıran, karşılarına düşman olarak çıkarılanların “kardeş” olduğunu fark edenlerin demokratik dili güçleniyor. “Başörtüsü”nün başörtülü kadınların değil, bu tepeden inmeci “modernleşmeciliğin” araçsallaştırdığı negatif bir sembol olduğu açığa çıkıyor. Başörtüsü bu anlamda “iktidarın dili”ni, sembollerini kırıyor. Bu yüzden, rejim açısından çok işlevsel olan “kamplar” ve “kutuplar” bozuluyor. Başörtülü kadınları başörtüsüzler de destekliyor. Başörtülü kadınlar sadece kendi mağduriyetlerini haykırmak yerine, başka mağduriyetler yaşayan kardeşlerinin seslerine de ses katıyorlar. Belki de bu yüzden üretilmeye çalışılan yalan dili hızla komiklik abidesi olarak açığa çıkıyor. Gene belki de bu yüzden, yani en azından toplumun geniş kesimlerinde inandırıcılığını kaybettikçe, daha da saldırganlaşıyor ve ucuzlaşıyor...

MEDYA 'YALAN' KUSUYOR

İrtica haberi sıkıntısı çeken medya, dahiyane bir fikirle, ‘erkek’ muhabirlere çarşaf giydirerek Palandöken’de kayak yaptırdı. Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde yer alan bir haber, İranlı kadınların çarşafla kayak yaptığını söylüyordu. Bir de süslü bir başlık bulunmuş, yaklaşan tehlikeye karşı okurlarını uyarıyordu: ‘İran usulü kayak’

Cumhuriyet gazetesi yine hayal gücünün sınırlarını zorlayarak bir haber(!) hazırlamış ve ‘İslamcılar dönme dolaptaki etekli kadına tahammül edemediler’ başlığını manşetine kondurmuştu. Yıllar sonra haberi yapan gazeteci Fuat Kozluklu’nun itirafı ibretlikti: “Yalan ve çok kötü bir haberdi, yazıklar olsun bana”

‘Mini etekli kızı diri diri yaktılar’- Hürriyet/ Özdemir İnce

‘Geline türban için işkence’-Milliyet/ Mine G. Kırıkkanat

‘Türban takmayan kızını öldürdü’-Vatan

‘Kuran eşliğinde kadına linç’-Vatan

‘Lisede namaz’-Hürriyet

‘Uçağı kıbleye çevirin, namaz kılacağım’-Milliyet

‘Mahalle baskısının fotoğrafı’-Hürriyet 

(Kaynak: Mehmet Rıfat Yeğen / Zaman Pazar)

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !