Mehmed MAKSUT

09 Aralık 2010

UZLAŞMA TEKLİFLERİ KARŞISINDA MUHAMMEDİ TAVIR

Yoğun bir dönemden geçiyoruz. Bu yoğun dönemde ister istemez yapmamız gereken çalışmalarda biraz aksamalar oluyor. Biz de hem okul derslerinden hem de diğer çalışmalardan dolayı epey uzak kaldık yazmaktan. Kendimize yüklediğimiz sorumluluğun gereğinin bilincinde olmamız hasebiyle bu mesafeden muzdaribiz. Burada şunu da ifade etmeliyiz ki, bedeller ödenmeden yazılan şeylerin pek de bir anlamı yoktur. Günümüzde birçok Müslüman, yazıya yönelerek insanlara davet görevlerini ifa etmekten uzaklaşmaktadırlar. Gıpta edilecek şey yazı değil, davettir. Tabii bu ikisini birleştirenler gerçek saygıyı hak edenlerdir.

Yazmak, paylaşmak ve yazılanların şahitliğini yapmak bizim mutluluk kaynağımız olduğu için, az da olsa bunu telafi etmek için geçenlerde şehid Seyyid Kutub’un tefsirinde okuduğumuz bir bölümü paylaşmanın faydalı olacağına inanarak bu bölümü sizlerle paylaşmaya karar verdim. Her ne kadar günümüzde bazı Müslümanların Üstad hakkında “ayak bağı ve günümüzde Müslümanların işini zorlaştıran fikirler sahibi” gibi nitelemelerine tanık olsak da, o bizim için bir yiğit, bir alim ve bir ışıktır. Şehid Üstada bazı yakıştırmalar yapanlar, onu engel olarak görenler, geçmişte onun eserleri sayesinde birçok engeli aştıklarını unutmamalıdırlar.

Oluşmasını arzuladığı ve bu yolda hayatını feda ettiği Kur’an nesli ve toplumunun oluşması için yürüyüşümüzü sürdüreceğimize söz vererek, şehid üstad Seyyid Kutub’u  rahmetle, hayırla ve duayla anıyoruz.

İşte Seyyid Kutub’un "Öyleyse yalanlayanlara itaat etme. Onlar istediler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar." mealindeki Kalem Suresi 9. ayetin tefsiri bağlamında ifade ettiği ve yaşadığımız süreçler için önemli ikazlar içeren cümleleri:

"Müşrikler tıpkı ticarette olduğu gibi pazarlık yapmaya, ortak bir nokta etrafında uzlaşmaya çalışıyorlar. Oysa inanç ile ticaret arasında büyük fark vardır. İnanç sahibi bir kimse inancının hiçbir prensibinden vazgeçmez. Onun gözünde büyük küçük bütün ilkeler aynı öneme sahiptir. Daha doğrusu inanç sisteminde büyük küçük diye bir ayırım olmaz. İnanç sistemi, her bir parçası birbirini bütünleyen bölünmez bir gerçektir. İnanç sistemine bağlı birisi, bir prensibe uyarken, bir diğerinden asla vazgeçemez.

İslam ile cahiliyyenin yolun ortasında, daha doğrusu herhangi bir yolda buluşmaları mümkün değildir. Bu durum İslam ile her zaman ve her çağdaki cahiliye sistemleri arasında her zaman geçerli olan bir kuraldır. Bu kural dünkü cahiliye için olduğu gibi, bugünkü cahiliye için de, yarınki cahiliye için de geçerlidir. İslam ile cahiliye arasındaki uçurum aşılmaz niteliktedir. İkisini bir noktada buluşturmak için bu uçurumun üzerine bir köprü kurmak imkansızdır. Bir şeyi paylaşmaları, iletişim kurmaları mümkün değildir. Aralarında sürekli bir çatışma vardır ve sonuçta uyuşmaları söz konusu değildir.
Hz. Peygamber’in uzlaşmaya yanaşması, daha yumuşak bir tutum içine girmesi, tanrılarına küfretmekten ve ibadetlerini saçmalık olarak nitelendirmekten vazgeçmesi veya bazı konularda kendilerine uyması, dolayısıyla kendilerinin de onun dinine uymaları, böylece Arap kitleleri karşısında onurlarını kurtarmaları için müşriklerin Hz. Peygamber’e çeşitli tavizler vermeye çalıştıkları, uzlaşma önerilerinde bulundukları, birçok rivayete konu olmuştur. En uygun çözüm yolunu bulmaya çabalayan pazarlıkçıların her zaman başvurdukları bir yöntemdir bu. Fakat Hz. Peygamber dininde kararlıydı, dininin ilkelerini pazarlık konusu yapmaz, taviz vermez bir tutum içindeydi. Ama dinle ilgili olmayan öteki konularda insanların en yumuşak huylusuydu. İnsanlar arası ilişkilerde en güzel davrananıydı. Akrabalarına en çok iyilikte bulunan, kolaylığı ve kolaylaştırmayı en çok isteyen bir insandı. Fakat din, dindi. O, bu konuda Rabbinin şu direktifine uymak zorundaydı: “Öyleyse yalanlayanlara itaat etme.”

Hz. Peygamber Mekke'de en zor şartlarda bile dinini pazarlık konusu yapmamıştı. Daveti dört bir yandan kuşatıldığı ve bir avuç arkadaşı da Allah yolunda dayanılmaz eziyetlere, işkencelere uğratılmak üzere yakalanıp zincirlere vuruldukları halde güçlü zorbaların yüzüne karşı söylenmesi gereken sözü gizlemeye yeltenmemişti. Kalplerini İslam’a ısındırmak veya baskı ve işkencelerini savmak için böyle bir manevraya gerek görmemişti. Aynı şekilde inanç sistemi ile uzaktan yakından ilgili bulunan herhangi bir gerçeği açıklamaktan da geri durmamıştı.

İbn-i Hişam, siretinde ibn-i İshak'a dayanarak şöyle rivayet eder: "Hz. Peygamber kavmini açıkça İslam'a çağırdığı, yüce Allah'ın kendisine emrettiği şekilde dini olduğu gibi anlatmaya başladığı ilk sıralarda, kavmi ona fazla bir tepki göstermedi, etrafından uzaklaşmadı. Fakat -bana ulaşan bilgilere göre- Hz. Peygamber onların düzmece tanrılarını gündeme getirip, onlara yönelik ibadetlerinden dolayı onları kınamaya başlayınca büyük tepki gösterdiler. Böyle bir şeyi kabullenemeyeceklerini çeşitli vesilelerle ortaya koydular. Müslümanlıklarını gizleyen Allah'ın koruduğu mü’min azınlık hariç hep birlikte O'na karşı çıktılar, düşmanca bir tutum içine girdiler. Müşriklerin bu tutumu karşısında amcası Ebu Talib onu koruyucu kanatları altına alarak savundu. Her zaman onun arkasında durdu. Hz. Peygamber de hiçbir şeye aldırmadan Allah'ın emrettiği şekilde O'nun dinini yaymaya çalıştı.

Kureyşliler, Hz. Peygamber'in kendilerinden ve hayat biçimlerinden ayrılmak, düzmece tanrılarına dil uzatmak gibi hoşlanmadıkları birtakım davranışlardan vazgeçmediğini, yine amcası Ebu Talib'in onu koruyucu kanatları altına aldığını, onu desteklediğini ve kendilerine teslim etmediğini görünce Kureyş kabilesinin ileri gelenleri Ebu Talib'e gidip şöyle dediler: "Ey Ebu Talib, yeğenin tanrılarımıza küfrediyor, dinimizi aşağılıyor, fikirlerimizi saçmalık olarak nitelendiriyor, geçmiş atalarımızı sapıklıkla suçluyor. Ya onu bu işten vazgeçirirsin ya da aramızdan çekilirsin. Çünkü sen, ona karşı bizden farklı bir konumdasın. Aksi takdirde biz onun hakkından geliriz." Ebu Talib onlara yumuşak sözler söyledi, onlara güzel karşılık verdi, onlar da çekip gittiler.

Bu arada Hz. Peygamber aksatmadan faaliyetlerini sürdürüyordu, yüce Allah'ın dininin öngördüğü hayat biçimini herkesin görebileceği şekilde uyguluyor, insanları bu hayat biçimine iman etmeye, sonra da uymaya davet ediyordu. Sonra Hz. Peygamber’le Kureyşliler arasındaki ilişkiler gerginleşti. Gitgide birbirlerinden uzaklaştılar. Kızgınlık da gittikçe arttı. Hz. Peygamber ve yaptıkları, Kureyşlilerin gündeminden çıkmıyordu. Ona yönelik öfkeleri kabarıyor, birbirlerini ona karşı teşvik ediyorlardı. Kureyşliler bir ara tekrar Ebu Talib'e gidip şöyle dediler: "Ey Ebu Talib, sen yaşlı başlı bir insansın. Aramızda saygın bir yerin var. Bundan önce yeğenini yaptıklarından vazgeçirmeni istemiştik, ama sen O'na engel olamadın. Vallahi artık, atalarımıza küfredilmesine, fikirlerimizin saçmalık olarak nitelendirilmesine, tanrılarımıza hakaret edilmesine katlanamayız. Ya ona engel olursun ya da iki gruptan biri helak olana kadar seninle ve onunla her türlü ilişkimizi keseriz." Sonra da çekip gittiler.

Kavminin kendisini terk etmesi, düşmanlığını ilan etmesi Ebu Talib'e ağır geldi. Ama Hz. Peygamber’i onlara teslim etmeye veya ona verdiği desteği çekmeye de gönlü razı değildi. Ebu Talib, Hz. Peygamber’i çağırıp şöyle dedi: "Ey Yeğenim, kavmin gelip bana şöyle şöyle diyor. (Kureyşlilerin kendisine söyledikleri sözleri bir bir anlattı.) Bana ve kendine acı. Altından kalkamayacağım bir yükün altına salma beni." Bunun üzerine Hz. Peygamber, amcasının kendisine karşı tutum değiştirdiğini, kendisine verdiği desteği çekeceğini, kendisini Kureyşlilere teslim edeceğini, artık kendisine yardım edecek gücünün kalmadığını sanarak amcasına şu karşılığı verdi: "Amcacığım, vallahi bu işten vazgeçmem için güneşi sağıma, ayı da soluma koysalar yine de vazgeçmem. Allah bu dini üstün getirene veya ben bu uğurda ölene kadar bir an bile mücadeleden geri kalmam." Daha sonra Hz. Peygamber duygulandı, ağlamaya başladı ve gitmek üzere ayağa kalktı. Tam gidecekken Ebu Talib; Hz. Peygamber’i çağırdı. Hz. Peygamber dönünce, Ebu Talib şöyle dedi: "Git istediğini konuş. Vallahi seni asla kimseye teslim etmeyeceğim."

İşte, koruyucusu, güvencesi ve hakkından gelmek için pusuda bekleyen, kendisine diş bileyen düşmanlara karşı dünyadaki tek sığınağı amcasının kendisini yalnız bıraktığı bir sırada dahi Hz. Peygamber’in davasına ısrarlı bağlılığının somut ifadesi olan bir tablo...

Bu tablo, manzara ve gölgeleri bakımından, kullanılan ifade ve sözcükleri bakımından ve somut gerçekliği bakımından kendi türü içinde son derece etkileyici, parlak ve şaheser bir tablodur. Tıpkı bu inanç sisteminin parlaklığı gibi. Tıpkı bu inanç sisteminin eşsizliği gibi. Tıpkı bu inanç sisteminin etkileyiciliği gibi... Bu tablo yüce Allah'ın şu sözünün somut kanıtıdır: "Sen yüce bir ahlâka sahipsin."

Tarihçi İbn-i İshak'ın rivayet ettiği bir diğer tablo da doğrudan doğruya müşriklerden Hz. Peygamber'e gelen uzlaşma önerileri ile ilgilidir. Bu öneri, müşriklerin Hz. Peygamber'in daveti karşısında çaresiz kalmalarından ve her kabilenin, Müslüman olan bireyini cezalandırma ve dininden döndürmek için işkenceye uğratma işini bizzat üstlendiği bir sırada gelmişti.

İbn-i İshak diyor ki: Utbe B. Rabia, lider konumunda bir kişiydi. Bir gün Kureyşlilerin meclisinde otururken Hz. Peygamber de yalnız başına mescitte oturuyordu. Utbe: Ey Kureyş topluluğu, ne diyorsunuz, Muhammed'e konuşmaya gidip ona bazı önerilerde bulunayım mı? Bakarsınız bazılarını kabul eder. Biz de ona dilediğini verir, böylece bizden vazgeçmiş olur dedi. Bu olay Hz. Hamza'nın Müslüman olduğu günlere denk geliyor. Hz. Peygamber’in arkadaşlarının günden güne arttığını görüyorlardı. Bu yüzden: Ey Ebu Velid, git ve konuş onunla dediler. Utbe kalktı Hz. Peygamber’in yanına gidip oturdu. Ve şöyle dedi: Ey yeğenim, bildiğin gibi bizim aramızda aşiret ve soy bakımından saygın bir yere sahipsin. Sen kavminin başına büyük bir iş açtın. Birliklerini parçaladın. Fikirlerini saçmalık olarak niteledin. Tanrılarının çokluğunu ve dinlerini ayıpladın. Beni dinle, sana bazı önerilerde bulunacağım. Bak, belki bir kısmını kabul edersin. Hz. Peygamber "Söyle ey Ebu Velid, seni dinliyorum" dedi. Utbe şöyle dedi: "Ey yeğenim, eğer sen bu getirdiğin dini kullanarak mal elde etmek istiyorsan, senin için mal toplar ve en çok mala sahip olanımız olursun. Eğer bununla şeref kazanmak istiyorsan, seni başımıza lider tayin ederiz ve sensiz hiçbir şey yapmayız. Eğer kral olmak istiyorsan, seni kral yaparız. Yok eğer bu, sana musallat olmuş bir rüya ise ve sen bunun etkisinden kurtulamıyorsan, senin için araştırır doktorlar buluruz ve senin tedavi olman için mallarımızı harcarız. Nitekim kişinin başına bazı dertler musallat olur da tedavi sonucu bundan kurtulabilir -veya buna benzer şeyler söyledi-. Utbe sözlerini tamamlayana kadar, Hz. Peygamber onu dinledi. Sonra "Ey Ebu Velid, sözlerini bitirdin mi?" dedi. Utbe "Evet" dedi. "O zaman, beni dinle" dedi. Utbe "Söyle" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şu ayetleri okudu: "Ha mim. Bu kitap merhamet eden, merhametli olan Allah katından indirilmedir; bilen bir toplum için müjdeci ve uyarıcı olmak üzere Arapça bir Kur'an olarak ayetleri uzun uzun açıklanmıştır. Ama insanların çoğu yüz çevirmiştir, onlar işitmezler de; `Ey Muhammed! Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır, kulaklarımızda ağırlık, bizimle senin aranda anlaşmamıza engel vardır; istediğini yap, biz de yapacağız' derler. Ey Muhammed! Onlara söyle: `Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana tanrınızın tek bir tanrı olduğu vahyolunuyor. Artık ona yönelin. O'ndan bağışlanma dileyin; vay müşriklerin haline!" (Fussilet Suresi 1-6)

Sonra Hz. Peygamber okumaya devam etti. Utbe bunları dinleyince sessizce beklemeye başladı. Ellerini arkasından yere koydu ve onlara yaslanarak dinlemeye koyuldu. Sonra Hz. Peygamber secde ayetine geldi ve secdeye gitti. Ardından şöyle buyurdu: "Ey Ebu Velid, dinleyeceğini dinledin, artık kararını sen ver." Bunun üzerine Utbe kalkıp arkadaşlarının yanına gitti. Bazıları: Allah'a yemin ederiz Ebu Velid buradan ayrıldığı yüzle dönmüyor dediler. Utbe gelip yanlarına oturunca "Geride ne bıraktın ey Ebu Velid?" dediler. Utbe: “Orada bundan önce bir benzerini duymadığım bir söz dinledim. Allah'a and olsun şiir değildi dinlediğim. Sihir veya kehanet de değildi. Ey Kureyşliler, beni dinleyin ve benim dediğimi yapın. Bu adamı kendi durumuyla baş başa bırakın. Karışmayın ona. Vallahi ondan dinlediğim sözlerde büyük bir haber olmalı. Eğer Araplar onun hakkından gelirlerse, eliniz bulaşmadan ondan kurtulmuş olursunuz. Eğer O, Arapları yenerse onun egemenliği sizin egemenliğinizdir. Onun üstünlüğü sizin üstünlüğünüzdür. Onun sayesinde insanların en mutlusu olursunuz" dedi. "Ey Utbe, o, seni diliyle büyülemiş" dediler. Utbe: Bu, benim görüşümdür. Siz, istediğinizi yapın.” dedi.

Her halükârda bu da bir tür pazarlık girişimidir. Hz. Peygamber’in yanıtı da güzel ahlâkın somut örneklerinden biridir. Bu ahlâk Hz. Peygamber’in tutumunda belirginleşiyor. Hz. Peygamber, Utbe'nin dinlemeye değmez sözlerini sonuna kadar dinliyor. Hz. Muhammed gibi evrensel değerlendirmede, hakkın ölçüsünde, yeryüzünün tüm genişliğince bir değere sahip bir zatın, Utbe'yi dinlemesi, onun saçma önerilerini sessizce karşılaması üstün bir ahlâk örneğidir. Onun üstün ahlâkı onu tutuyor, sözünü kesmesine, acele etmesine, öfkelenmesine, sıkılmasına müsaade etmiyor. Sonuna kadar onu dinliyor, sonra da ona soruyor: "Bitti mi ey Ebu Velid?" fazlasıyla süre tanıyor, içindekilerini döksün istiyor. Hiç kuşkusuz bu, muhatabın sözünü dinlemede uyulması gereken üstün bir edep tavrı olduğu gibi, gerçeğe duyulan şaşmaz güvenin de bir ifadesidir. ikisi birlikte güzel ahlakın belirtileridirler.

Pazarlık yapma girişimlerinin üçüncüsünü de İbn-i İshak şöyle anlatıyor: “Bana ulaşan bilgilere göre, bir gün Hz. Peygamber Kâbe’yi tavaf ederken, Esved B. Muttalib B. Esed B. Abduluzza, Velid B. Muğire, Umeyye B. Halef ve As B. Vail es-Sehmi ile karşılaştı. Bunlar kabileleri arasında dişli kimselerdi. "Ya Muhammed, gel biz senin taptığına tapalım, sen de bizim taptığımıza tap. Böylece seninle ortak bir noktada buluşalım. Eğer senin taptığın bizimkinden daha hayırlı ise biz ondan nasibimizi almış oluruz. Eğer bizim taptığımız sizinkinden hayırlı ise o zaman sen bizimkinden nasibini almış olursun. Bunun üzerine yüce Allah şu ayetleri indirdi: "De ki: `Ey kafirler. Ben sizin taptığınıza kulluk sunmam. Benim taptığıma da siz kulluk sunmazsınız. Ben de sizin taptığınıza kulluk sunacak değilim. Benim taptığıma da sizler kulluk sunacak değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır." (Kâfirun Suresi 1-6)

Böylece yüce Allah bu kesin ve net ifadelerle, bu gülünç pazarlık girişimini kestirip atıyor. Ardından Hz. Peygamber, Rabbinin emrini onlara açıkça bildiriyor.”

İşte Kur’an’ın yüce emirleri. İşte yüce ahlak üzerinde olan Peygamber. Allah’ın emrini yerine getirme noktasında her şeyi göze alabilen bir Peygamberin ümmeti ne halde. Biz ne haldeyiz.

Her zamankinden daha çok bu ayetleri okumalı ve gereken Muhammedi duruşu sergilemeliyiz. Ve bu bilinci yeniden hayata taşıyacak insanlara, toplumun her zamankinden daha çok ihtiyacının olduğunu bilip ona göre davet çalışmaları yapmalıyız. Hiçbir teklif, yüce Allah’ın bize teklif ettiklerinden daha değerli olmadığına göre, tercihlerimizi Allah'ın teklifinden yana yapmalıyız. Uyanık olmalıyız. Bizi Haktan uzaklaştıracak “haklara” aldanmamalıyız. Çok yüzlü müşriklerin hangi yüzü karşımıza çıkarsa çıksın, biz Muhammedi yüzümüzle onlara karşı durmalıyız. Yüzümüzü, yönümüzü, yürüyüşümüzü değiştirmeden, bizim olan yollarda minik fakat sağlam adımlarla karanlıkları yarma bilinciyle şafaklara yürümeliyiz.