04-11-2008 15:32

Vakit`e `net ol` çağrısı

Selahaddin Eş Çakırgil Vakit gazetesi`nde bugün yayınlanan yazısında Hüseyin Üzmez konusundaki net olmayan yaklaşımından dolayı gazeteyi eleştirdi.

Vakit`e `net ol` çağrısı

Selahaddin Eş Çakırgil, Vakit gazetesinde bugün yayınlanan yazısında Hüseyin Üzmez konusundaki net olmayan yaklaşımından dolayı gazeteyi eleştirdi. Vakit'in "Bu yazı zuhulen değil, gazete yönetimi tarafından okunarak yayınlanmıştır. Ancak, yazıdaki eleştirilerin büyük bir bölümüne katılmak mümkün değildir" notuyla yayınladığı yazısında Çakırgil, Vakit gazetesinin Üzmez konusunda yargı kararını bekleme gibi bir tutum takınmasını eleştirdi ve "Halbuki, o yargıdan önce, Vakit, onu bir müslüman hassasiyetiyle, müstehak olduğu yere koymalıydı.." diye yazdı. İşte Çakırgil'in yazısı: 

Yanlış olduğuna inandıklarımı, kendimize de söyleyebilecek miyim?

Selahaddin Eş Çakırgil

Bu yazıyı yazarken çok zorlandığımı belirtmeliyim.. Ama, kalbim daha fazlasını taşıyamadı..

Çünkü bugün, sütunlarında yıllardır yazı yazdığım Vakit’e sözlerim var..

Bu gazete bu zamana kadar birçok ithama mâruz kaldı. Ki, çoğu, bu iştigal alanının gereğiydi.

Ama, bu gazetede 10 yılı aşkın bir zamandır yazı yazan bir kişinin bir ’pedofili (çocuklara libidonal eğilim)’ vak’asının sanığı olarak suçlanması üzerine, gazetenin karşılaştığı durumun bir ’iş kazası’ olarak görülecek tarafının olmadığını düşünüyorum..

Bunun için de, o çirkin iddianın ortaya atıldığı ilk günlerde, isim vermeden, bu konuya dair iki-üç yazı yazdım; ’Dostunun yüzkarası, düşmanının maskarası olmamak için..’ (29 Nisan 08) ve sonra da, ’Temiz suya zerrecik necaset karışsa, ’salgın’ başlar.. başlıklı ve (5 Mayıs 08 tarihli).. Ayrıca, başka yazılarımda da kısa değerlendirmelerde bulundum.. Ve bu gibi konuların genel çerçevesini kendi ölçülerime göre belirtmeye çalıştım..

O yazılarımın içinde, sözkonusu kişinin esasen, konuşma ve yazılarında İslamî hassasiyetlere riayet çizgisinden uzak düştüğüne dair üstü kapalı beyanlarım vardır. Ve sözkonusu çirkin iddia üzerine yayınlanan telefon konuşmaları, o kişinin yabancı olduğu bir uslûb da değildi.. Buna rağmen, Vakit, o konunun kamuoyuna yansıması üzerine, anlamakta zorlandığım bir savunma tepkisiyle hareket etti.. Ama, bu bile, bu iddianın, Vakit’i vurmak için tezgahlanmış bir ’komplo’ veya bir ’yargısız infaz’ olabileceği ihtimaliyle anlayışla karşılanabilirdi..

*

Ancak, öyle bile olsa, Vakit’i vurmak isteyenler çok daha başka ve güçlü deliller bulabilirlerdi.. Kaldı ki, bu kişinin 1970’lerdeki klasik sağ -sol anlayışına göre, her tip insanla değişik irtibatlar içinde olması, Yektâ Güngör’den Çölaşan gibi katmerli laiklere ve daha nicelerine, sütunundan övgüler yağdıran tavrına ve de yazı ve konferanslarında kullandığı çirkin ifadelere karşı, kendisine etkili bir ikaz yapılmamış olmasını anlamakta hep zorlandım.. O ise, ’Efendi hazretleri’ dediği bir ünlü zâtın, ’artık filan hanım yazara televizyonlarda konuşma izni vermediğini ve bu hususta kendisini yetkili kıldığını’ topluluklar huzurunda bile anlatacak kadar, bazı çevreleri etkileme taktiklerini kullanmaktan elçekmiyordu.. Bunu bizzat duyduğumda, bazı çevreler üzerindeki etkileme gücünün daha arttığına da şahid oldum.

Bu ve benzeri tabloları seyretmek, beni derinden derine hep, hüzünlendirdi..

Ve Nisan-2008 sonundaki o çirkin iddia ortaya çıktığında ise.. Artık Vakit’in bu konuya sessiz kalamıyacağını düşündüm.. Ama, beklediğim gibi olmadı..

Halbuki, o yargıdan önce, Vakit, onu bir müslüman hassasiyetiyle, müstehak olduğu yere koymalıydı.. Ama, böyle yapmayıp, hükümlerinin nasıl sâdır olduğu bilinen yargı’nın sonucunun beklenmesine ağırlık verildi.. Ve dahası, henüz mahkeme hükmüne yansımayan bir takım bilirkişi raporları gündeme getirilmeye çalışıldı..

Gazete yönetiminin konuya gereken hassasiyetle tepki vermemesini anlayabilmiş değilim..

Bir gazetede yazanların eğilimlerinin, genel çizgileriyle, gazete yönetimince kabul ve teyid edildiği farzolunur.. Yazı yazanların ise, elbette kendi yazılarından tam sorumlulukları yanında, gazetenin genel yayın çizgisini bir hadde kadar kabul ettikleri düşünülür..

Şimdi geldiğim nokta, kendi açımdan, ürpertici, dehşet vericidir..

Son olarak Dilipak’ın dünkü yazısının başlığını görünce ümitlendim, ama, o da hayal kırıklığı yaptı.. Çünkü o da, o kişiye biraz susma çağrısında bulunmakla yetiniyordu..

Halbuki, sözkonusu kişi, üzerine atılan iddiadan bile utanıp bir kenara çekileceğine, bir müslümanın ağzına almaması gereken kaba, çirkin ve fren tutmaz bir konuşma  alışkanlığıyla, günlerdir kamuoyu huzurunda bir ’kahraman’ gibi boygöstermekte adeta.. Nice ’anlı- şanlı paşaların yargılanmasıyla kendisi arasında bir paralellik kurması’ bile insanı dehşete düşürürken, Vakit’in, o kişinin sözlerinin kabul edilemezliğini açıklamakla yetinmesi karşısında hayal kırıklığı yaşadım.. Halbuki,  Vakit’in, İslam konusunda öylesine saçma-sapan laflar eden bir kişiyle, hiçbir bağının kalmadığını açıklamasını beklerdim.

Ama, Vakit gazetesi, hâlâ, o çirkin iddiayı mahkeme kararından önce çürütmek istercesine bir yanlışa yola girmiş ve o kişinin ekranlarda dile getirdiği saçmalıkların kabul edilemezliğini belirtmekle yetinip, bu fikirleri taşıyan bir kimseyle bir bağlarının kalmadığını açıklayamamıştır,  maalesef..  Yapılan açıklamalar yetersiz, zayıf ve cılızdır..

İslam konusundaki saldırılar ve yanlış tanıtımlar sözkonusu olunca, başkaları üzerine nasıl gittiği bilinen bir Vakit’in bu konudaki tavrı, beni hayal kırıklığına sürüklemiştir.. 

Halbuki, Yeni Şafak gazetesinin başlığa çektiği o ifadeyi bizzat Vakit yazabilmeliydi..

Bu yapılamadığı gibi, Yeni Şafak’ın yayını bir de, ’düşman sevindiren’  diye suçlanmış ve Hürriyet ve Ahmet Hakan’ın bile Yeni Şafak’ı takdirle anması, Yeni Şafak’ın tavrının yanlışlığına delil olarak gösterilip eleştirilmiştir. Bu, anlaşılır değil.. Ki, Ahmet Hakan’ın belki de en düşündürücü yazılarından birisi idi, o yazı.. Toplumun her kesiminden insanların, en müslümanından, en laikine kadar nicelerinin ruhunda fırtınalar kopartan ve midesini bulandıran bir durum karşısında kızmak yerine, o saçmalıklar üzerine gidilmeliydi..

Doğru’lar Hürriyet’in veya Ahmet Hakan’ın dilinden beyan edilince bile güzeldir..

Çok aykırı bir yerde olmak, doğrunun beyanına ve doğruya imrenilmesine engel olamaz. 

Kaldı ki, sözkonusu kişiyle ilgili ve yargı süreci devam eden iddialar ayrı, ama,  2001-2002’lerde Hürriyet’te yayınlanan bir röportajındaki saçmalıkları, o çirkin iddialar ortaya atıldıktan sonra okuduğumda bile, Vakit’in ona kendi bünyesinde nasıl yer verdiğine hayret etmiştim.. O fikirleri taşıyan bir kişiyle aynı safta imiş gibi gözükmeyi daha fazla kabul edemem.. Artık, tahammül mülküm yıkıldı..

Bu kişinin söz ve tavırlarına karşı çıkılmasından dolayı, ’mütedeyyinlere saldırılmak’ istendiği gibi bir hisse asla kapılmadım.. Ama, mütedeyyin insanların böyle bir zehaba kapılarak onu aralarından fırlatıp atamamalarının şaşkınlığını yaşıyorum, hâlâ da..

’Mütedeyyin insanlara saldırılmak isteniyor’ ise, bunu bizzat o kişi de yapmaktadır.. 

Bu yazım bir oto-kritiktir ve -aynen- yayınlanırsa, bunu, o kişinin artık Vakit’le hiçbir ilgisinin kalmadığının taahhüdü olarak anlarım.. Ve böylece Vakit, kendi konumunu da ortaya koymuş ve bir öz-eleştiriye açık olduğunun örneğini vermiş olur, bana göre..

Yayınlanmazsa, bu ikazlarım yersiz ve de, ben Vakit’e göre yanlış bir yerdeyim demektir..

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !