Ahmed Turgut ULUCAK

04 Temmuz 2011

YANLIŞ KUTSALLIK ANLAYIŞLARI

Bu yazıda, tarihi süreçte bazı Müslüman zihinlerde oluşan nakıs yaklaşımları ve Müslüman zihinlerde oluşan yanlış yaklaşımları ele alacağız. Bütün dinlerde bir müddet sonra ortaya çıkan kutsallık anlayışındaki temel sapma; kutsanan nesne, şahıs, mekan ve zamanların çoğalması ve kutsamanın sapkın inançlarla karışık ve esrarengizliğe bürünmesidir. Bu dönemde tabular çoğalır, akletme ameliyesi arka plana atıldığından akıldışlılık, duygusallık ve hamaset ön plana çıkar.

Bu sapma türü, ruhcu bir sapma türüdür ve en belirgin yönü ile Hıristiyanlıkta ortaya çıkmıştır. Hz. İsa kutsana kutsana ilahlık makamına yükseltilmiş, İncil Kilise dışında kimsenin anlamasına ve yorumlanması mümkün olmayan bir konuma oturtulmuştur. Azizlerin mezarı kutsanmış, onlardan istimdat edilmeye başlanmış, Papalık makamı ihdas edilerek ona insanüstü bir güç tanınmıştır. Öyle ki papa aşılmaz bir otorite olmuştur, söyledikleri bağlayıcıdır, tartışmasız kabul edilir hale gelmiştir. Dinde anlama ve kavrama değil, muhakemesiz inanma ön plana çıkartılmıştır. Dine ait olan her şey esrarengizliğe bürünmüştür, anlama algılama ve kavramasının ötesindedir. Sadece körü körüne bağlanmaya konudur.

Benzeri sapmayı Müslümanların büyük kesiminde de müşahede ediyoruz. Kutsayıcı görünümdeki bu sapmaya göre Hz. Peygamber (s) henüz doğmadan meleklerle, geçmişte yaşamış büyük kadınların ruhları, annesi Amine'nin çevresinde pervane gibi dönmekte, kendisine son peygamberin hamile olduğunu söylemektedirler, peygamber doğduğu gece falan göl kurumuş, bin yıldan beri yanmakta olan Mecusilerin ateşi sönmüş, falanın sarayı yıkılmıştır, peygamberlik gelmeden önce bir bulut daima peygamberi gölgelemiş, onu güneşin sıcağından korumuştur, sırtında peygamberliğe delalet eden bir mühür vardı, henüz peygamberlik gelmeden önce bu mührü görenler onun peygamber olacağını tespit etmişlerdi, dahası bu mühürde "La ilahe illallah Muhammedun Resulullah" diye yazılıydı, diğer peygamberlerin ilmi peygamberimizin ilminin bir sızıntısı mahiyetindedir, hatta kainat peygamber için ve onun nurundan yaratılmıştır, Hz. Adem yasak ağaçtan yediğinde kendisini affettirmek için Hz. Muhammed'i aracı koymuş, ona tevessül ettiğinden tevbesi kabul edilmiştir vs.

Peygamber doğduğunda kim onun peygamber olduğunu biliyordu ki bu tür olaylar tesbit edilmiş olsun? Peygamberin kendisi bile peygamber olacağını bilmiyordu. "SEN O KİTABIN SANA VERİLECEĞİNİ UMUYOR DEĞİLDİN."

Kendisinin bile peygamber olacağını bilmiyor idiyse nasıl oluyor da sırtında peygamberlik mührünü taşıyordu?

Nereye giderse bir bulut kendini takip ediyordu? Henüz peygamber olmazdan önce başkaları kendine peygamber olacağını söylüyordu?

İşte bu tür kutsamanın akli ve mantıki izahı yoktur.

Bu anlamda doğru bir Peygamber bilincini, sahih bir Peygamber tasavvurunu anlamak önceliği gerektiriyor.

Allah'ın Resulü hakkında üretilen bu tür kutsama mantığından sonra esas dikkat çekmek istediğimiz konu Kur'an'a yaklaşımdır.

Bugün ve yarın hayatı doğru yaşamak ve doğru bir tavır geliştirebilmek açısındanyegane kaynak olan yüce Allah'ın hidayet rehberi olarak bildirdiği Kur'an, ciddi bir kutsama mantığı içinde hayattan dışlanmıştır.

Biz burada insanların niyetini sorgulayacak değiliz. İyi niyet tarih boyu insanların özünde var olmuştur çünkü fıtrî bir duygudur. Lakin bu mesele iyi niyetli de olsa duyusallıkla geçiştirilmeyecek kadar hassas bir konudur.

Geçmiş ümmetlerin durumlarında görebiliyoruz ki, iyi niyet sahih kaynağa dayanmadıkça doğru bir tasavvurla gerçekleşmeyince sapkınca anlayışlar hayatı kuşatıyor ve kutsayıcı mantığın nelere sebebiyet verdiği sorgulanmıyordu. Oysa ki insanların önce anlaması gereken, sapmanın ve taklidin mantığı tarih boyu hangi bedelleri ödettirdiğidir.

Yeryüzünde tarih boyu en çok okunan kitap Kur'an'dır. Bununla birlikte sanırız en az anlaşılan kitap da Kur'an olmuştur. Kutsallığı fiziki şekle yükleyenler, Kur'an'dan gereğince nasiplenememiştir. Doğru yaşantı, doğru kaynaktan doğru bir akılla beslenmekle mümkün olacaktır zira.

İncil ile ilgili yanlış kutsama anlayışı, inişinden bir müddet sonra Kur'an hakkında da ortaya çıkmıştır. Nasıl İncil sadece kilise tarafından anlaşılır ve yorumlanabilir iddiası ileri sürülmüşse Kur'an hakkında da benzeri iddialar ileri sürülmüş, Kur'an'ı ancak belli kimselerin yorumlayabileceği, vehbi ilme sahip olmayanların Kur'an'ı yorumlayamayacağı ileri sürülmüştür. Buna göre Kur'an'ı herkes anlamaya kalktığı takdirde yanlış anlamaların yaygınlaşacağı ve birçok dini anlayış ortaya çıkacağı gerekçe gösterilmiştir.

Kuşkusuz bu bir faraziye idi. Bu faraziyeyi ters yüz edecek olursak bugün Müslümanlar arasındaki birbirinden uzak farklı görüşlerle dini oluşumların, Kur'an'dan kaynaklanmayan dini anlayışların bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz

Bir kere tekil olarak Peygamber ve toplu olarak onun eğitiminde yetişenler, sahabiler bize  örnek olarak Kur'an'da takdim edilmişlerdir. Bize örnek olarak takdim edilen o nesilde Kur'an'ın anlaşılması bir sınıfa tahsis edilmiş değildi.

Anlaşılması çok kolay olan bir ayeti bile yanlış anlayanlar vardı. Bununla birlikte Hz. Peygamber (s) o kişileri Kur'an'ı anlama cehdinden men etmiş değildir.

Adiy b. Hatim'in oruçta beyaz ipliğin siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yenilebileceğini bildiren ayeti (Bakara 187) yanlış anlamasını buna misal olarak zikredebiliriz. Elbetteki kişilerin kabiliyetleri, birikimleri bunda etkilidir ancak Kur'an'ı anlamaya sınır getirme, bunu belli kimselere hasretme hadisesi kutsama döneminde ortaya çıkmıştır.

Kısaca kutsama döneminde Kur'an'ı anlamak adeta beşer üstü görülmeye başlanmıştır.

Kur'an'a dokunmak bile merasimlere bağlanmıştır.

Artık Kur'an okunup anlaşılmak ve kendisiyle amel edilmek değil için değil, ölülere sevap postalamak, cin çağırmak, fal bakmak için okunur hale gelmiştir.

Halbuki Kur'an'ın diriler için indirildiği açıkça ifade edilmiştir:

"(Bu Kur'an Muhammed'e vahy edilmiştir) ki diri olanları uyarsın ve inkar edenlere de (azap) sözü hak olsun." (Yasîn 70 )

Kur'an-ı Kerim gönüllere şifa olarak gönderilmişken, baş ağrısı, karın ağrısı ve daha bilmem ne ağrıları için bir dua kitabı olarak algılanmıştır.

Kutsama dönemine girildikten sonra Kur'an'ın muhtevasından çok onun şekli ön plana çıkmıştır. Artık Kur'an'ın yazıldığı ya da basıldığı kağıdın kalitesi, rengi, kapağı, yazıldığı hattı, hattaki renklendirmeler, süslemeler daha fazla bir önem kazanmıştır. Kur'an'ı anlamanın yerine onun ahenkle okunması öne geçmiştir.

Nakledilir ki, Ebu Musa el Eşari Hz. Ömer'e Basra'dan birçok kimsenin Kur'an'ı hıfzettiğini yazar ve bunlara bir tahsisat bağlanmasını ister. Ertesi yıl Kur'an'ı hıfzedenlerin kat kat arttığını bildirir. Bunun üzerine Hz. Ömer, Ebu Musa el Eşari'ye, "Onları kendi halleri ile baş başa bırak, korkarım ki insanlar Kur'an'ı ezberleme işine koyulur ve onu fıkh etmeyi terk ederler" demiştir.

Üzülerek müşahede ediyoruz ki Hz. Ömer'in endişesi bugün aynı ile vuku bulmuştur.

Tekrar edelim ki burada kutsama kavramı ile Allah'ın dinine ait olanı ya da dinde üstün ve yüce olanı kastetmiyoruz. Burada kutsallıktan kasdımız, kutsanan şeyin esrarengizlikle birlikte yüceltilerek akıl üstü ve tartışma dışı bırakılma hadisesidir.

Elbette ki Kur'an ölmüş kalpleri diriltmek için gelmiştir. Furkan Sûresinde haber verilen duruma düşmemek gayreti ile... "Resul dedi ki: Rabbim! Kavmim Kur'an'ı terk edilmiş bıraktı." )(Furkan 30. ayet)