29-08-2010 15:13

Yoldaki işaretçimiz Seyyid Kutub`u rahmetle anıyoruz

`Eğer Allah kanunu ile mahkum edilmişsem ben Hakk`ın hükmüne razıyım. Eğer batıl kanunlarla mahkum olmuşsam ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için batıldan ve münafıklardan merhamet dilemem. Allah`a şükürler olsun ki on beş sene cihad ettikten sonra bu mertebeye ulaştım. Ben Allah yolunda yaptığım iş için asla özür dilemem. Namazda Allah`ın birliğine şehadet eden parmağım asla bir tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır.`

Yoldaki işaretçimiz Seyyid Kutub`u rahmetle anıyoruz

İslam ve Hayat

"YOLDAKİ İŞARETÇİ: SEYYİD KUTUB" BELGESELİNİ İZLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ

Çağına şahitlikte öncü bir şahsiyet olan Seyyid Kutub, 1906 yılında Mısır'ın Asyut kasabasında dünyaya geldi. İlk eğitimini ailesinden alan Kutub, orta okul ve liseyi el-Ezher Üniversitesi'nde tamamladı. Daha sonra Kahire Üniversitesi'nin Darul Ulum fakültesine girdi ve 1933 yılında mezun olduğu fakülteye öğretim görevlisi olarak atandı.
İlk çalışmalarını edebiyat alanında yapan Seyyid Kutub, 1940'lı yıllardan itibaren İslami okumalarını ve araştırmalarını derinleştirmeye başladı. 1946 yılında yayınlanan Konum Dersleri, onun İslam düşüncesiyle irtibatını kuvvetlendirdiğinin önemli bir göstergesi kabul edilir. O bu makalesinde toplumun ıslahının ve Müslümanların bu yönde çalışmasının Kur'an'ın emri olduğunu savunuyor, Mısır'ın o dönemki toplumsal yapısını ve yaşanan ifsadı eleştiriyordu.

1949 yılında sosyoloji doktorası yapmak üzere Amerika Birleşik Devletleri'ne gönderilen Seyyid Kutub, bu süreçte Amerikan hayat tarzını yakından gözlemledi, tanık olduğu ırkçılığı eleştirmiş ve tüketime dayalı Amerikan medeniyetini cahiliye olarak nitelendirdi. Bu tespit, Amerika'yı ileri bir medeniyet modeli olarak kabul edenlerce şaşkınlıkla karşılandı.

Seyyid Kutub bu görüşünü cahiliyeye yüklediği anlamı temellendirerek şöyle savunuyordu: 'İnançta, ibadette, yasama ve yürütmeyle ilgili düzenlemelerde yalnızca Allah'a kulluk etme temeline dayanmayan her toplum cahiliye toplumudur. İnsanların kulla kulluk zilletinden kurtulup, yalnızca Allah'a kulluk etme izzetine kavuştuğu tek örnek toplum tipi ise İslam toplumu'dur.'

1949 yılında İslam'da Sosyal Adalet adlı yeni bir eseri yayımlanan Kutub, bu kitabında da sosyal adaletin ancak İslam'la gerçekleşebileceği fikrini ileri sürüyordu. Amerika'da kaldığı dönemde, önceki yıllardaki eserlerini gözden geçiren ve sanat da dâhil olmak üzere her konuda İslam'ın temel alınması gerektiğini savunmaya başlayan Seyyid Kutub, her türlü cahiliye yozlaşmasından öze, yani Kur'an'a dönerek arınma çabasını sürdürüyor ve bu yolda öğrendiklerini kağıda aktarıyordu.

Seyyid Kutub, Amerika dönüşü Hasan el-Benna'nın 1928'de kurduğu İhvan-ı Müslimin hareketi ile diyalogunu arttırdı ve kısa bir süre sonra da resmi görevinden istifa ederek Ihvan-ı Müslimin adlı gazetenin yazı işleri müdürlüğüne başladı.

O dönem, Mısır'da Birinci Arap-İsrail savaşının sonrasında başlayan siyasi çalkalanmalar devam etmekteydi. Bu kargaşa ortamında Hür Subaylar Örgütü, iktidardaki Kral Faruk'a karşı bir darbe gerçekleştirmişti. Hür Subaylar Örgütü Abdünnasır'ın, Enver Sedat ve birkaç arkadaşıyla kurduğu gizli bir teşkilattı.

Darbe sonrası yönetimi bir süre perde arkasından yürüten Abdünnasır, daha sonra devlet başkanlığı görevini resmen ele aldı. Abdünnasır, İhvan-ı Müslümin'in İslami toplum teklifine şiddetle karşı çıkıyor ve Mısır'ın bu en güçlü muhalif hareketine karşı ciddi bir baskı rejimi uyguluyordu. 

1954'te Abdünnasır'a yapılan suikast girişimi birçok İhvan mensubunun tutuklanması için fırsat olarak değerlendirildi. Ağır bir baskının ve zorbalığın yaşandığı bu dönemde tutuklananlar arasında Seyyid Kutub da bulunuyordu.

İhvan mensupları hapishane cellatları tarafından ağır işkencelere maruz kalmaktaydı. Seyyid Kutub da işkenceden dolayı mide ve bağırsak kanaması geçirmişti. Buna rağmen cellâtlar; eğitilmiş köpekleri mahkûmların üzerine saldırtıyor; işkence, hastalık ve yorgunluktan harap olmuş bedenleri bir de köpekler parçalıyordu. Öyle ki, mahkemesini izlemek amacıyla Mısır'a gelen insan hakları temsilcisinin Seyyid Kutub'un vücudundaki işkence izlerini görmemesi için mahkemesi dahi ertelenmişti.

İnsan hakları temsilcisinin Mısır'dan ayrılmasından iki hafta sonra Kutub, mahkemeye çıkarıldı ve hapse mahkûm edildi.

15 yıl hapis cezası alan ve hapiste kaldığı sürece çok ağır işkencelere uğrayan Kutub, 1954 ve 1964 yılları arasında kaldığı hapishanede, tüm zorluklara rağmen Fi Zilâl'il-Kur'an ile Müslümanların düşünce dünyasında çığır açan Yoldaki İşaretler adlı eserini kaleme almayı başardı.

Bir tefsir çalışması olan Fi Zilal'il Kur'an'da vahyin mesajını yaşadığı çağ ile irtibatlandırarak, Kur'an'ın hayata yol gösteren rehber bir kitap olduğunu izah eden ve insanları Kur'an'ın gölgesinde bir hayata çağıran Seyyid Kutub, Yoldaki İşaretler kitabıyla da İslam düşüncesinde yeni bir dönemin işaretçisi oldu.

Kutub, cahiliye karanlığında bir meşale olan Yoldaki İşaretler'de Kur'an temelli bir akidenin ve yalnızca bu akidenin hayat verdiği İslami hareketin, İslam toplumunun yeniden inşası için önemli bir adım olduğunu söylüyordu. Şayet bu çağrının Mısır halkında güçlü bir şekilde yankılanmasına fırsat olsaydı, tarihin başka bir istikamet kazanması ihtimali yüksekti.

1965 yılında, Yoldaki İşaretler'de yer alan düşüncelerinin kendisi için nasıl bir tehdit oluşturduğunu fark eden Abdülnasır'ın emriyle Seyyid Kutub tekrar tutuklandı ve mahkeme sonunda idamına karar verildi.

Hapis ve işkence döneminin yeniden başladığı bu süreçte, Abdünnasır, özür dilediği takdirde Seyyid Kutub'u affedeceğini söylüyordu, hatta bunun için ailesini dahi baskı altına alıyordu ama 60 yaşında olmasına ve türlü işkencelere rağmen, Seyyid Kutub davasından vazgeçmedi ve Nasır'ın teklifine karşı şu tarihi cevabını verdi:

"Eğer Allah kanunu ile mahkum edilmişsem ben Hakk'ın hükmüne razıyım. Eğer batıl kanunlarla mahkum olmuşsam ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için batıldan ve münafıklardan merhamet dilemem. Allah'a şükürler olsun ki on beş sene cihad ettikten sonra bu mertebeye ulaştım. Ben Allah yolunda yaptığım iş için asla özür dilemem. Namazda Allah'ın birliğine şehadet eden parmağım asla bir tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır."

Müslümanlara her türlü cahiliyeden koparak Kur'an'a dönmeleri çağrısında bulunduğu Yoldaki İşaretler, bir bakıma Seyyid Kutub'un idam fermanı oldu.

İnfaz kararı 29 Ağustos 1966'da uygulanan Seyyid Kutub, vahye şahitliğini şehitlik mertebesine taşırken, geride bıraktığı eserleri ve düşünceleri ile İslami mücadele yolunda önemli bir işaretçi olarak yerini alıyordu…

Rabbimiz, şehadetini kabul etsin…

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !