Zaman grubu, niçin İran düşmanlığı yapıyor?
Niçin tam da İran`ın vurulacağının konuşulduğu günlerde Türk toplumu İran`dan gelen `tehlikelerle` korkutuluyor? Niçin `Aslında sadece ABD ve İsrail için değil, bizim için de korkunç hesapları olan bir ülke” imajı oluşturulmaya çalışılıyor?
Zaman ve STV'nin tuhaf bir çabası var
Daha önce de dikkatinizi çekmiştim ama arkadaşlar bu çabalarından vazgeçmek bir yana, işi neredeyse kampanyaya döndürdüler.
Zaman grubuna ait gazetelerde ve TV'lerde ilginç bir İran aleyhtarlığı yapılıyor.
Geçtiğimiz günlerde Zaman'ın bir haberinin İsrail'in Haaretz gazetesinde manşet olmasına dikkat çekmiştim.
İşte o yazıma aldığım onlarca mail arasında bir iddia dikkatimi çekti. Bazı okurlar Zaman'ın bu haberini savunup beni "İran'ın Türkiye üzerinde oynadığı tehlikeli oyunları" görmemekle suçluyordu.
Bu "tehlikeli çabaların" başında da İran'ın Türkiye'ye gönderdiği hemşirelerin olduğu ileri sürülüyordu.
“İran Türkiye'ye 2000 hemşire göndermiş, Türkiye'yi karıştırmayı planlıyormuş.” Ben de bunu görmüyormuşum.
Bu iddialara o gün gülüp geçtim. Hatta “bazı okurların tuhaf paranoyasıdır” deyip ciddiye bile almadım. Fakat iki hafta sonra aynı iddianın STV'de haber yapıldığını görünce “yok artık, daha neler” dediğimi hatırlıyorum.
Dikkat ediyor musunuz? Eskiden biz bu tür haberleri Cumhuriyet'te okurduk. Öyle değil mi? Türkiye'deki Kemalistler yıllarca bizi "İran'ın rejim ihracı" ile korkutup toplumu "terbiye" ettiler.
Şimdi aynı şeyi Zaman grubu yapıyor.
Nedir Zaman grubunun derdi? Niçin böyle bir çaba içerisindeler? Ne bekliyorlar? Gerçekten çok merak ediyorum.
Zaman grubuna mensup gazeteci arkadaşlar birçok konuda hükümeti eleştiriyorlar.
Mesela şike meselesindeki tutumunu, hükümetin "Kürt sorununu" çözme yöntemini, dış politikadaki zikzakları, Beşir Atalay'ı, Ahmet Davutoğlu'nu, hatta Başbakan Erdoğan'ın birçok tavrını kıyasıya eleştiriyorlar. Birçoğunda da haklı olduklarını düşünüyorum.
Fakat her konuda hükümeti eleştiren bu arkadaşlar, sıra Suriye ve İran meselesine gelince hükümetle aynı çizgiye geliyorlar.
İsrail'le izlenen gergin politikadan dolayı Ahmet Davutoğlu'nu yerden yere vuran arkadaşlar, mesele Suriye olduğunda aynen onun gibi düşünüyorlar.
Suriye ve İran konusunda o kadar heveskar bir tutum takınıyorlar ki şaşırıp kalıyorsunuz.
Hatta bazen bu alanda hükümeti bile geride bırakıyorlar. Kendimizi çok zorlarsak "hükümet siyaseten böyle davranmak zorunda" diyebiliriz. Peki Zaman grubunun nasıl bir zorunluluğu var? Niçin tam da İran'ın vurulacağının konuşulduğu günlerde Türk toplumu İran'dan gelen "tehlikelerle" korkutuluyor? Niçin "Aslında sadece ABD ve İsrail için değil, bizim için de korkunç hesapları olan bir ülke” imajı oluşturulmaya çalışılıyor?
Ne demek “İran Türkiye'ye 2000 hemşire gönderdi. Türkiye'yi karıştırmak istiyor.” Gönderip göndermediği sağlık bakanlığından öğrenilir. Kaldı ki gönderse ne olacak? Niçin Almanya'dan, Fransa'dan ya da ABD'den gelen hemşireler değil de İran'dan gelenler tehlikeli?
Bu çaba en çok kimin işine yarayacak? Hiç düşünüyor musunuz? Bu propagandadan en büyük zararı kim görecek? Bunları söylemeyecek miyiz? Açıkça yapılan bu dezenformasyonun çok yanlış, çok tehlikeli, gayri İslami, gayri ahlaki olduğuna işaret etmeyecek miyiz?
Böyle bir çabanın içinde olmak mı ayıp, kınanacak, hor görülecek tutum yoksa bunları yazıp yanlıştan dönülmesi için uyarmak mı? Hangisi?
Burada beni rahatsız eden bunun Suriye ve İran'a yapılıyor olması değil. Bu ülkelerin yerine Tanzanya veyahut Uganda olsa da, ben aynı rahatsızlığı hissederim. Çünkü burada mesele ABD ve İsrail'in düşman gördüklerini bu arkadaşların da düşman görmeye, göstermeye çalışmasıdır.
Yoksa ne diktatör Esad, ne de saçma sapan birçok iş yapan İran'ın yöneticileri umurumda bile değil.
Suriye'de ölen müslümanları dert ediyorlar ama Irak'da Afganistan'da Bahreyn'de ölenler umurlarında değil. Tam da dünya sisteminin olmadığı gibi. Böyle davranıyorlar bizden de bu tutumlarının aslında merhametten kaynakladığına inanmamızı bekliyorlar.İran'da ve Suriye'de dünya sisteminin asıl yapmak istediği nedir ve biz buna niçin destek oluyoruz? ABD'nin ve İsrail'in bu çabasını bunca yıldır Müslümanlık terbiyesi almış insanlar görmeyecekse, kim görecek ki? Suriye ve İran'ın yem edilmesinin hamallığını yapmak bize yakışıyor mu?
Ben Gülen grubu ile hükümet arasındaki tartışmanın Türkiye için en zarar verici boyutunun burada, yani ABD ile olan ilişkilerde ortaya çıktığını düşünüyorum. Türkiye'de eskiden hükümetler askerin ABD ile iş tutmasından korkup daha fazla Amerikancı bir çizgi benimserlerdi. Şimdi benzer bir sıkıntıyı iki güç odağı arasındaki yarışta görüyoruz.
Bu arkadaşların ABD'nin politikalarını hükümetten daha fazla benimser görünmeleri, hükûmeti de pervasızca Amerikan çıkarlarına göre hareket etmeye sevk ediyor.
Gülen cemaatinin ve AK Parti'nin bazı alanlarda çok iyi işler çıkardıklarının da farkındayım.
"Yapılan onca iyi hizmetin yanında niçin sadece bunu görüyorsun?" diyenlere sadece şunu söyleyebilirim: “Bir bardak berrak suya bir damla zehir katıldığında o suyu kimse içmez." Bana göre onca iyi iş çıkaran arkadaşlar, girdikleri bu tür işlerle o yaptıklarını da berbat, işe yaramaz hale getiriyorlar.
Tom Peters'in dediği gibi: "Dürüstlükten küçük bir sapma diye bir şey yoktur."
Bilmem bu sefer anlaşıldım mı?
(Cenk Açık / Gazeteciler Sitesi)
-
mehmet mustafa 24-04-2014 12:14
dinler arası diyalog adı altında yahudi ve hristiyanları kucaklayanlara,ezanı sansürleyenlere.... Ey iman edenler, yahudi ve hristiyanları dostlar (veliler) edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez.
-
fırat yılmaz 28-02-2014 15:23
Kİ BUYUK BELA:IRAN VE SELEFİLER. İslam dünyası 15 asırlık geçmişinde yeryüzünde ilk defa bu kadar etkisiz, zayıf ve vesayet altında. Müslümanlar tarihin en bahtsız, hor-hakir dönemini yaşıyor. Tarihin hiçbir döneminde dünyada Müslüman sayısı bu rakama ulaşmadı; ama tarihin hiçbir döneminde bu kadar aciz, zayıf, edilgen de olmadı. İslam coğrafyası hiç bu kadar biçilip doğranmamış, diri diri ameliyat masalarına yatırılmamıştı. Son 1000 yıl içinde İslam coğrafyasına taarruzda bulunanlar karşısında mutlaka bir Türk devleti bulmuştu. Bu gün İslam ülkelerinin en gelişmişi, en güçlüsü belki Türkiye ama onun da global veya bölgesel problemlere müdahil olacak, inisiyatif alacak durumu yok. Yeryüzünde düzinelerle İslam devleti var; ama hiç birinin dıştan gelecek saldırılara karşı koyacak donanımı, iradesi ve gücü yok. Bütün bu olumsuzluklara ilave İslam, İslam adına hareket ettiği iddiasındaki bazı gruplarca sürekli aşındırılıyor, yıpratılıyor. Birbirine rakip gibi görünen ve iki ayrı uçta bulunan bu kesimler hem Müslümanların ihtilafına, çatışmasına neden oluyor;Müslümanları zora sokuyor; hem de dünya kamuoyunda İslam’ı sevimsiz gösteriyor, hatta karalıyorlar. Bu iki kesimden birisi batı himayesinde gelişen katı, Vehhabi/selefi yaklaşım. Diğeri sözde batıya hasım olduğu iddiası ile Müslümanlar nezdinde kahramanlaştırılan İran ve onun yayılmacı mezhepçi tutumu.Bu iki uç kesim İslam’a dünyadaki İslam algısına ve Müslümanlara ciddi zarar veriyor. Batı medyasının sosyal mühendislik amaçlı haberleştirmeleriyle bu kesimler üzerinden İslam “uzak durulması gereken tehlikeli bir inanç” olarak sunuluyor. .. İRAN VE İRAN İSLAM ANLAYIŞI MÜSLÜMANLARI KUTUPLAŞTIRIYOR!.. Mevcut İran rejimi İslam adına hareket etmekten öte mezhepçilik üzerinden eski Pers egemenlik alanına yeniden ulaşma ideali ile çalışıyor. Kimseye İslam’ın itikadını, esasını anlatma, mesajını yayma gibi bir endişe taşımıyor; ama zaten Müslüman olan halklar üzerinde mezhepçi politikalar geliştiriyor. Müslüman halkları Şiileştirmenin ve kendi kontrolüne almanın hesaplarını yapıyor. İslam toplumlarına nüfuz edip oralarda ağlarını kuruyor. Gayri Müslimlere hiç ilgi duymaz, onlara en küçük yatırım yapmaz, ihtida için bir çaba sarf etmezken, Müslümanlara Şia misyonerliği yaparak mezhep kutuplaşmasını derinleştiriyor. İran devlet/istihbarat gücünü, ekonomik imkânlarını, petrol ve gazdan elde ettiği zenginlikleri diğer Müslüman ülkeler üzerinde vesayet kurma adına kullanıyor. “İran İslam Cumhuriyeti!”nin şu anda kendi halkına etkisi yok, sözü geçmiyor; belki öyle bir hedefi de yok. Zira İran’ın kendi halkı fuhuş batağında, uyuşturucu ve alkolizm ağında. Gençlik giderek dinden uzaklaşıyor, bohemleşiyor, batı hayranı haline geliyor. İran’da “İslam” ile bizzat kendi toplumu arasında uçurumlar var. İslam’ın yaşanması, gönüllere yerleşmesi diye bir kaygı yok! İran İslam’ı bir inanç sistemi, ibadet, gönül, ahlak dini olmaktan çıkarıp siyasallaştırıyor. O’nu sloganlara, hamasete, tepkiselliğe hapsediyor; demagojiye ve karşıtlığa hasrediyor. İran sadece İslam’ı değil Şiiliği de siyasallaştırıp sloganlaştırıyor.Temelde Şiilik Irak merkezlidir ve Irak Şiiliği inanç odaklıdır; siyasi mesajlar, hâkimiyet iddiası vs içermez. Ama İran siyasal hedefleri doğrultusunda Şiiliğin merkezini Irak’tan (Necef-Kerbela) İran’a (Kum’a) aydırmakta, yeryüzündeki bütün Şiileri siyasi hedefleri adına tekeline, kontrolüne almaya çalışmaktadır. İran İslam devriminden sonra Humeyni tarafından kavramlaştırılan Velayeti Fakih müessesesi ile bütün Şiileri İran’daki “rehber”, dini lider etrafında toplamak istemektedir. Batının da alan açmasıyla İran’ın bunu epeyce başardığı, Afganistan, Pakistan, Yemen’den Afrika’ya kadar Şii nüfus üzerinde kontrol, Müslümanlar üzerinde önemli nüfuz elde ettiği söylenebilir. İran şu anda bütün gücünü, mesaisini Sünnileri Şiileştirmeye, en azından kontrol etmeye odaklamıştır; tam da bu nedenle İslam dünyasında gerilimlere, ihtilaflara neden olmaktadır. Global güçlerin İslam coğrafyasında oluşturmak istediği mezhep odaklı ayrışmalara politik hesapları namına prim verip alet olmaktadır. Suriye gibi bir meselede İhvanı Müslimin’e karşı Baasçı-otoriter Esed rejimine destek vermekle kalmayıp, askerleriyle Suriye’de bizzat savaşmaktadır. Böylece asıl derdinin İslam değil Pers yayılmacılığı, kendine nüfuz alanları açmak olduğunu açık etmektedir. Bunların dışında İran mut’a gibi araçları, petrolden kaynaklanan imkânları da kullanarak İslam ülkelerine etki ajanlarını salıyor. Pek çok ülkede bürokraside siyasette insanlar satın alıyor, türlü yollarla onları ipotek altına alarak kendi politikalarına ram ediyor. Yani İslam ve ahlak dışı pek çok yöntemi, münhasıran İslam ülkelerinde hedefli şekilde kullanarak o ülkelerdeki kabiliyetlerini, etkisini artırıyor. Tarihin her döneminde olduğu gibi yine Müslümanlara misyonerlik yapıyor; en etkili ve belden aşağı istihbarat tekniklerini, psikolojik harekât unsurlarını Müslüman devlet adamlarına, liderlere, siyasetçilere oynuyor. Çok pragmatist davranıyor; Azerilere karşı Ruslarla ve Ermenilerle, Türkiye’ye karşı PKK ile müşterek hareket etmekte hiç tereddüt etmiyor. İslam dünyası, özellikle de Araplar İran’la ilgili teyakkuzda. Ama ilginç şekilde Türkiye’de açıklanamaz bir İran sevdası ve etkisi sürüyor; hatta derinleşiyor. Son iki yılda yediğimiz kazıklara, aldığımız tehditlere rağmen bazı kesimler İran’a toz kondurmamaya devam ediyorlar. Bunun bir sebebi 1980’lerde Türkiye’ye bolca giren ve pek çok gencin zihnini şekillendiren İran basımı tercüme kitaplar olabilir. Ama sanki bazılarında var olan İran hayranlığını ve ölümüne İran’ı müdafaa duygusunu bu da açıklamaya yetmiyor. Başkaca sebepler olmalı… SELEFİLER VE SELEFİLİKTEN BESLENEN ŞİDDET GRUPLARI Selefilik aslında ilklere tabi olmak, İslam’ı Hz. Peygamber dönemindeki gibi yaşamaya çalışmak demek. Ama “Hizbullah” kavramının içinin boşaltılması gibi Selefilik de ekseninden epeyce kaymış durumda. Bu gün Selefilik İslam adına şiddet kullanan, cinayetler işleyen, intihar bombaları patlatan, her yerde “cihad” ilan ederek çatışmalar çıkarmaya çalışan, İslam’ı “kan dökmek”, “savaşmak” olarak anlayan ektremist grupların beslendiği/dayandığı bir yaklaşımdır. Selefiler İslam’ı sünnetten ve her türlü tasavvuf düşüncesinden ayırarak kuru mantığa mahkûm ediyorlar. Selefilerin ateşli grupları kolayca herkesi tekfir ediyor. Küçük şeyleri en büyük bir şey gibi sunarak İslam’ı yaşanmaz hale getiriyorlar. İslam’ın en büyük günah saydığı insan öldürme (hatta Müslüman öldürme!) konusunu küçük gören, bu konuda rahat davranan Selefi gruplar paçaların kısa tutulması gibi muğlak-müphem bir konuyu dünyanın en büyük meselesi haline getirebiliyor. Sünnet olan sakal kesmeyi, insan kesmekten daha ağır bir günah-suç olarak takdim edebiliyor. Sakalını kesmekten imtina eden pek çok selefi militan gözünü kırpmadan masum insanları kesebiliyor. Kalabalık yerlerde, çarşı ve pazarlarda, metrolarda bombalar patlatabiliyor.Dünyadaki en kanlı “cihadist”, selefi örgütleri batı vesayetindeki Suudi Arabistan’ın desteklemesi, El Kaide gibi örgütlerin, Usame bin ladin gibi markalaştırılmış ve İslam’ın alnına kara mühür olarak basılmış bazı katillerin ABD’nin en yakın müttefiki Suudi kökenli olması ilginç çağrışımlar yapmaktadır. Selefiliğin beslendiği en önemli zemin ve Suudi Arabistan’ın resmi mezhebi Vahhabiliğin Osmanlıya karşı İngilizler tarafından üretilmiş-geliştirilmiş bir mezhep olduğunun bilinmesi gerekir. Son dönemlerde Selefi-cihadist grupların dünyaya “Sünni” olarak takdimi üzerinden yeni bir oyun sergileniyor. Belirli odaklardan üretilen söylemler ve haberlerle İran-Şia daha masum ve “ılımlı” olarak sunulurken, Sünnilerin “teröre-şiddete yatkın” olduğu tezi ustaca işleniyor ve dünyaya güçlü şekilde pazarlanıyor… Selefilik bu özellikleriyle: Müslümanlar için İslam’ı yaşanmaz kılıyor Yabancıların İslam’a bakışını bulandırıyor, İslam’a ilgi duyanlar için “ürkütücü” bir tablo sunuyor Kalp ve ruh hayatını, tasavvufu inkâr ederek, hatta tekfir ederek derin İslami kültürü, manevi mirası yok sayıyor. Selefi/Vahhabi Suudi yönetimi pek çok mukaddes mekanı, Hazreti Peygambere ve sahabeye ait mekanları, kabirleri şirk kabul ederek yıkmış, tarumar etmiştir. Bu anlayış Hz. Peygamberin kabrini, hatta Kabe’yi dahi yıkmayı düşünmüştür. Ayrıca Selefiler şiddete ve teröre kaynaklık eden El Kaide, El Nursa, El Şebap, Boko Haram benzeri kimin eli olduğu ve kime hizmet ettiği karışık, ama İslam’a hizmet etmediği açık yapılarla: Müslümanları tedirgin etmekte ve korkutmakta, pek çok yerde intihar saldırısı gibi eylemlerle Müslüman kanı dökülmesine, İslam beldelerinin güvensiz ve kaos içinde olmasına katkıda bulunmaktadır. Gayrı Müslimlere karşı İslam’ın “kan döken” “adam öldüren” “şiddet kullanan” olarak sunulmasına malzeme vermektedir. Büyük güçlerin İslam coğrafyasına yaptığı operasyonlara, işgallere gerekçe oluşturmaktadırlar (Irak-Afganistan, Suriye, sırada belki Somali, Pakistan ve diğer İslam ülkeleri.. ) Vahhabi Selefi kişiler uç görüşleriyle Müslümanların zihnini bulandırmakta, Müslümanlar arasına fitne sokmaktadırlar. Sünneti-hadisi ve sünnete dair değerleri küçümseyerek İslam’ın ana kaynaklarından birini yok saymaktadırlar vb.. Bu iki kesim İslam’ı iki uçtan karaladıkları-yaraladıkları gibi aralarındaki kanlı ve yıkıcı husumet nedeniyle Müslümanları da ayrıştırmaktadırlar. Şia-Selefi çatışmasıyla ve kullanılan keskin, dışlayıcı, hatta tekfir edici dil ile İslam toplumunun bütünlüğünü zedelenmekte, dış müdahalelere zemin hazırlanmaktadırlar. İran ve Suud İslam dünyasının biri ifrat diğeri tefrit iki uç yaklaşımını üreten ve besleyen aktörler. İkisi de petrol gelirleri ve devlet gücü ile kendi ekollerini, akımlarını (Selefilik ve Şia) finanse ediyor, destekliyor ve yayıyorlar. Suud yönetimi batı vesayetinde hareket ederek bu işleri yaparken, İran batıya hasım görünerek, onunla kavga görüntüsü altında projelerini gerçekleştiriyor. Böylece Selefiler ve İran Şiiliği İslam’ı ayrı ayrı iki ayrı uçtan aşındırıyor, kemiriyor, yıpratıyor. Sergiledikleri olumsuz tablolarla, verdikleri malzemelerle dünya nezdinde İslam’ı itibarsızlaştırıyorlar. Ne yazık ki bu gün İslam denince ya İran akla geliyor veya Selefi-Cihadist gruplar. Gerçek Müslümanlar ve gerçek Müslümanlık nerede? Onların sesi bastırılıyor ki duyulmasın. İslam adına meydanda sadece bunlar görünsün!.. Sonuç olarak dünyada başsız kalmış, dağınık, epeyce bir cehalet ve fakirlik içindeki İslam dünyasına Selefiler ve Şiiler kendi düşüncelerini empoze ediyor; İslam’ı ana ekseninden, ehli Sünnet düşüncesinden uzaklaştırıyorlar… Giderek etkinliğini ve gücünü kaybeden bir batı var. Ama eli hiç olmadığı kadar üzerimizde. Bize bizden görünen, bizim tabelamızı taşıyanlarla operasyonlar yapıyor. Bizi bizimle vuruyor; bizi bize kırdırıyor… Suud destekli Selefiler ve İran destekli (bazı) Şii gruplar Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de acımasızca birbiri ile savaşıyor ve İslam namına habire Müslüman kanı döküyorlar. Kaybedilen itibar Müslümanların, dökülen kan, verilen can Müslümanların, karalanan İslam, terörle şiddetle eş tutulan Müslümanlık. Sizce birilerinin coğrafyamızı dizaynına, kan deryasına çevirmesine malzeme olan bu iki kesim Müslümanlık ve İslam adına mı hareket ediyor? Değilse yaptıkları nedir?
-
Ebu Ammar 08-04-2012 00:21
Senelerce Suriyede kalmis birisi olarak hamdolsun her seyi iyi gozlemledigimi dusunuyorum.Dikkat cekmek istedigim bir nokta var bir cok nokta arasindan.Iranin eski tarihinde;islamlasmasindan! sonra muslumanlardan baskasiyla savasi yok.Mogollarla anlasmis, haclilarin karsisina neredeyse cikmamistir.Taraftarlari korkmasin, onlar zaferle donenlerin yaninda yenilenlerede biz size demedikmi demeye devam edeceklerdir.Amerikanin menfaatlariyla Iranin menfaatlarinin ortak paydasi T.Cninkinden daha fazla. Selam ile.
-
alper şimşek 03-03-2012 21:12
4 yıl sonra bunlar İranla savaşı başlatacaklar. Bu komplo felan değil gerçek bütün hazırlıklar bu yönde
-
Coşkun Uzun 05-02-2012 00:28
ARMUT DİBİNE DÜŞER Zaman gazetesini veya gurubunu bir kenara bırakın ve Fethullah Gülen Hoca daha önce bu konuda ne demişti öncelikle ona bakın derim ben. Amerikalara gitmeden çok önceleri, ulusal TV kanallardan birisinde katıldığı bir program esnasında konuşurken ağzından şunlar çıkmıştı: "Biz iran islamının önüne geçmek istiyoruz/onun için varız. Bizler alfabe birliğinin peşindeyiz" Aynen böyle. O zamanlar bu özel okullar tek tük vardı. Dil olimpiyatlarının, üçüncü-beşinci boyut programlarının esamesi okunmuyordu. Onlar henüz vücut bulmamıştı bile. Zamanı da almış değillerdi. Aradan çok zaman geçti ve köprünün altından çok sular aktı. Pensilvanya ikametinin üzerinden uzun yıllar geçti. Amerikancı ılımlı islam anlayışının vücut bulması ve onun dışındaki islami yorum ve anlayışların ötekileştirilerek marjinalleştirilmesi ve terörize edilip dışlanması sonucunu doğuracak her ne yol varsa hepsini tek tek ve sonuna kadar uygulayacaklardır. Bundan hiç şüphem yok. Hatta diyebilirim ki bunlar Alparslan Türkeş'e bile rahmet okutturacak kadar, hatta ondan daha fazla milliyetçi/faşist kafatasçı, ırkçı ve türkçüdürler. Seyretmeye devam edelim daha neler göreceğiz bakalım...