ABD-Türkiye ticaretinin tarihsel serüveni
Türkiye-ABD ilişkileri tarihi süreç içinde birçok aşamadan geçip bugünlere geldi. Osmanlı döneminde başlayan ticari münasebetlerin günümüze kadar ki hikayesi merak konusu oldu
4 Temmuz 1776’da İngiltere’den, daha doğrusu Birleşik Krallık’tan bağımsızlığını elde eden Amerika Birleşik Devletleri, aradan geçen 242 yılda çoktan dünyanın süper gücü olmuştu. 242 yıl önce şimdi dünyadaki diğer eski kader ortakları gibi herhangi bir İngiliz kolonisi olan Amerika, neredeyse bir yüz yıldır dünyaya hükmeden bir süper güç. İngiltere’nin yıllarca sömürdüğü bu yeni kıta topluğu 13 koloni bölgesinden oluşuyordu. Bunlar, İngiltere Kralı 3.George’un dönemindeki yanlış politikalar (uçuk rakamlı vergiler) ve yönetimdeki boşlukları (Kral 3.George’un psikolojik sorunları) fırsat bilerek, bir bağımsızlık hareketi başlatmış ve çatışmalı geçen sürecin ardından hedeflerine ulaşmışlardı. Bu sürecin sonunda tarihe adlarını ABD’nin kurucuları olarak yazdıran isimleri şu şekildeydi; John Adams, Benjamin Franklin, Alexander Hamilton, Jonh Jay, Thomas Jefferson, James Madison ve George Washington.
TÜRKLERLE AMERİKALILARIN TARİHTEKİ İLK KARŞILAŞMALARI
Yeni kurulmuş olan genç ABD’nin, o dönem üç kıtada hükümranlığı bulunan Osmanlı İmparatorluğu ile ilk karşılaşması kuruluşunun yaklaşık 20’inci yılına denk geliyor. O dönemde ve halen günümüzde de devam ettiği üzere, deniz taşımacılığı dünya ticaretinin en önemli ayağı olarak duruyor. Yeni kurulmuş olan ABD, bu alanda Avrupalı rakipleriyle rekabet ediyor olmanın yanı sıra, gemilerin geçiş güzergahında yaşadıkları güvenlik sıkıntılarından da muzdaripti. Yeni kurulmuş olması ve yaşayacağı herhangi bir uluslararası sorunun içeriye çok daha etkili bir şekilde yansıyacağını düşündükleri için, ABD’yi yönetenler belli bir bedel ödeyerek çatışmadan geri durma seçeneğini benimsedi.
Buna ilk olarak 1785 yılında Fas Sultanlığı ile yaptığı vergi anlaşmasıyla başladı. Anlaşmaya göre ABD, Fas’a her yıl belli miktarda vergi ödeyecek, karşılığında ise bölgeden geçen ticaret gemilerinin güvenliğini temin etmiş olacaktı.
ABD’nin Osmanlı ile ilk karşılaşması ise bundan tam 10 yıl sonrasına denk geliyor. 1795 yılında o dönem Osmanlı’ya tabi olan Cezayir’e, 1796’da yine Osmanlı toprağı olan Trablus’a ve 1797’de dönemin Osmanlı’ya bağlı beyliklerinden olan Tunus’a vergi ödemek üzere, asılları Türkçe olan anlaşmaları imzalayan ABD, resmen Osmanlı ile ticari ve siyasi ilk temaslarını gerçekleştirmiş oldu. ABD, bu anlaşma çerçevesinde Osmanlı beyliklerin yaklaşık 20 yıl boyunca vergi ödedi. Ödenen verginin miktarı yıllık 10 bin altın ya da muadili miktarda silah olacaktı.
ABD ile Osmanlı’nın siyasi ve diplomatik sayılabilecek ilk temasları ise İzmir’de olmuştu. Dönemin en önemli ticaret limanlarından biri olan İzmir limanında bulunan ABD’li tüccarları bir araya getirmek ve onların daha etkili olabilmelerini sağlayabilmek adına 1811 yılında Amerikan Ticaretevi kuruldu. Bu yapı, adı konulmamış bir konsolosluk gibi faaliyet yürüttü ve bölgeye gelen her Amerikalı’nın ilk uğradığı br yer haline gelmişti.
Sadece ticaret ve siyasetle yetinmeyen Amerikalılar, dini faaliyetlere de ara vermeden başlamışlar ve 1820’li yıllarda İzmir’de proteston Hristiyanlığı yaymak için faaliyetlere başladı. Kaderin bir cilvesi olarak, bugün ABD Türkiye ilişkilerinin gerilmesinin görünür sebebi olan Protestan Rahip Brunson da İzmir’de faaliyet gösteren bir kişiydi.
ABD ile olan siyasi ilişkiler hep ticari ilişkiler üzeriden şekillenmiş ve 7 Mayıs 1930 yılında, Osmanlı ile ABD arasındaki ilk önemli anlaşma imalandı. Bu anlaşma, ABD’ye Osmanlı limanlarında hem vergi güvencesi hem de ticaret yapma hakları veriyordu. Bu adımla birlikte, İzmir’deki Ticaretevi, resmi olarak konsolosluk statüsünü kazanmış oldu.
Amerika, İzmir Konsolosluğunun ardından büyük bir hızla, İstanbul, Selanik, İstanköy, Bozcaada, İskenderiye, Beyrut, Kudüs ve Bursa’da konsolosluklar açıldı. Osmanlı ise buna karşılık oldukça yavaş kalmış ve 1845 yılında, hali hazırda ABD’de yaşıyor olan Tibdeoğlu Abraham orada bulunan Osmanlı tebaasını koruyup kollamak ve haklarını savunmak adına görevlendirildi. 11 yıl sonra ise New York’a hemen ardından iki yıl sonra da Baltimore’a atamalar yapılmıştı.
Osmanlı, Washington Büyükelçiliği 1917 yılında kapatıldı. Bu döneme kadar, ABD ile ilişkilere çok fazla önem vermeyen Osmanlı Devleti, Washington Büyükelçiliği’ne açıldığı günden kapandığı güne kadar geçen sürede sadece 11 diplomat ataması yapmıştı.
ABD İLE TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN TANIŞMASI
Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Antlaşmasında ABD‟nin desteğini almak ve ilişkileri geliştirmek için Chester Teşviklerini 1923 yılında meclisten geçirmiş ve böylelikle ABD ile bu sefer genç olan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk etkileşimi meydana gelmişti. Türkiye Cumhuriyeti bu adımı, Lozan’da ABD’nin desteğini alabilmek adına atmıştır. ABD ise, Lozan’ın taraflarından biri olmak yerine, anlaşmaya gözlemci olarak katılmayı tercih etmişti.
ABD ile Türkiye’nin ikinci yakınlaşması ise İkinci Dünya Savaşı yıllarına denk geliyor. Türkiye önce tarafsız kalarak, daha sonra da savaşın bitmesine kısa bir süre kala ABD’nin olduğu Müttefik Devletler tarafına geçip, Mihver devletlerine savaş ilan etmişti. Savaşın ardındansa ABD ile asıl yakınlaşmanın temelleri atılacaktı. Sovyetler birliği 1945 yılında sona erecek olan Türk- Sovyet dostluk antlaşmasının yenilenmesi için Türkiye’ye nota verdi. 20 Aralık 1945‟te iki Gürcü Profesörü, Giresun‟a kadar olan toprakların Gürcistan’a bırakılmasını istedi. 8 Ağustos 1946’da Sovyetler boğazlarda üs ve müşterek savunma istediler. Türkiye 22 Ağustos 1946’da
bunu reddetti. Sovyetler bu isteğini 28 Eylül 1946’da tekrarladı.
TRUMAN DOKTRİNİ
12 Mart 1947’de Truman Doktrini yayınlandı. „‟Truman Doktrini, Amerika Birleşik Devletleri'nin uluslararası politikasının değiştiğini ve Sovyet karşıtlığının bu yeni politikada temel esas olduğunu ilan etmişti. Bu, yeni bir dünya düzenini ön görüyor ve bu düzende en güçlü olan ülke Amerika, kendisine düşman belirliyordu. Bu doktrin ile Amerika Birleşik Devletleri "komünizm tehdidi" altındaki devletlere mali ve askeri yardım yapacağını açıklamıştır. Bu kapsamda Yunanistan’a 300 Milyon dolar Türkiye’ye 100 Milyon dolar yardım yapıldı.
MARSHALL YARDIMLARI
Marshall planı İkinci Dünya savaşı sonrasında ABD tarafından önerilen bir ekonomik yardım paketidir. 1947'de önerilip 1948 ve 1951’de yürürlüğe konulan bu yardım paketinden 16 ülke faydalanmıştır.
İkinci Dünya savaşından sonra Avrupa'daki ülkeler ekonomik ve alt yapı anlamında çökmüştü. Büyük buhranın vermiş olduğu ekonomik sıkıntılar ve Adolf Hitler'in süper güç olma isteği Almanya'nın Avrupa'yı işgal etmesiyle sonuçlanmış ve İkinci Dünya savaşını başlatmıştı.
Birinci Dünya savaşından sonra ağır askeri ve ekonomik kayıplar veren Avrupa ülkeleri bozulan ekonomilerinden ve önlerinde gördükleri güçlü Sovyetler Birliği profilinden dolayı komünizme doğru kayıyorlardı. Sovyetlerin iştahını kabartan bu durum, ABD’yi de endişelendiriyordu. Bunun önüne geçmek amacıyla dönemin ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, 5 Haziran 1947'de Harvard Üniversitesinde verdiği bir nutukta "Marshall Planı"nı sundu Bu nutka göre; Avrupa ülkeleri her şeyden önce kendi aralarında bir ekonomik işbirliğine girişmelilerdi ve birbirlerinin eksikliklerini kendileri tamamlamalılardı. Bu genel işbirliği sonunda bir açık ortaya çıktığında Amerika, bu açığın kapatılması için yardım etmeliydi. Bunun için de Avrupa ülkeleri öncelikle bir işbirliği programı yapmalılardı. Avrupa Birliği’nin fikri temeli de buradaki konuşmada atılmıştır denilebilir.
Türkiye de, Avrupa ülkelerinin yanında Marshall yarımlarından faydalanmak üzere talepte bulunuyor ancak ilk etapta bu talebi reddediliyor.
TÜRKİYE YARDIM İÇİN DOĞRUDAN ABD'YE BAŞVURUYOR
Amerika’nın Marshall Planı ile ilgili bu ilk tutumları, Türkiye’de hayal kırıklığı ve tepkilere neden oldu. Dönemin bazı gazete yazılarına göre, Amerika’nın Türkiye’ye yardıma ihtiyacı olan ülkeler arasında yer vermemesi “yanlış” bir karardı ve nedeni de tam olarak belli değildi. Ayrıca bazı yazarlara göre dönemin hükumeti, Paris’e hazırlıksız gitmiş ve Türkiye’yi gerektiği gibi temsil edememişlerdi.
Türkiye, Marshall Planı içine alınmaması kararı üzerine, doğrudan doğruya ABD Hükumetine başvurarak kendisinin de Marshall Planına dâhil edilmesini istedi. Türkiye bu başvurusunda, ekonomik durumla askeri ve siyasal istikrar arasındaki ilişkiyi vurguladı. Bu arada, Ankara’daki ABD Büyükelçiligi, Washington’a bir rapor göndererek Türkiye’nin ekonomik durumu dolayısıyla yardım verilecek ülkeler listesine alınması gerektiğini belirtti.
TÜRKİYE'NİN DE MARSHALL PLANINA DAHİL EDİLMESİ
Türk Hükümeti’nin bu isteği üzerine meseleyi bir kez daha ele alan, Türkiye’nin askeri gücü ve iç düzeni bakımından önemini anlayan Amerika, daha Avrupa İktisadi işbirliği Antlaşması imzalanmadan Türkiye’yi Marshall Planı içine almaya karar verdiler.
Marshall Planı çerçevesinde ABD’ye sunulan rapor, Kongre’de ele alındı ve 3 Nisan 1948 tarihinde yardımın finansmanının sağlanması için Ekonomik işbirliği Kanunu kabul edildi. Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’yi Marshall Planı’na dâhil etme kararından sonra, söz konusu yardımdan yararlanabilmek için 4 Temmuz 1948 tarihinde ABD ile Ekonomik işbirliği Anlaşması imzalandı. Söz konusu dönemde Türkiye'de Cumhurbaşkanlığı görevini İsmet İnönü, Başbakanlık görevini ise Hasan Saka yürütüyordu.
MARSHALL YARDIMLARININ İÇERİKLERİ
Hibeler: Türkiye, Marshall Yardımları çerçevesinde 1948-1951 yılları arasında, ABD’den hibe olarak toplam 62 376 000 $ yardım almıştır.
Krediler: Türkiye, aynı yıllar arasında, ABD’nden ödünç olarak yaklaşık 72 milyon dolar yardım almıştır. Anlaşmaya göre; bu borçların ödenmesine 1952 Temmuzu’ndan itibaren başlanacaktır. 1952 yılından 1956 yılına kadar ABD’ye yalnız faiz tutarları ödenecek, o tarihten sonra da 35 sene süre ile %2.5 faizle gerek ana para, gerekse faizleri, bir arada ve eşit taksitlerle ödenerek borç kapatılacaktır.
Teknik Yardımlar: ABD’den getirtilecek teknik uzmanlarla, yardım gören ülkeden staj, tetkik gezisi ve buna benzer nedenlerle dışarıya gönderilen teknisyen, mühendis ve benzeri elemanların ve meslek erbabının gittikleri ülkelerdeki zaruri masrafları karşılanması öngörülmüştür.
ASKERİ YARDIMLAR TARTIŞMAYA NEDEN OLMUŞTU
Bu dönemde, Amerikan askeri yardımı çerçevesinde Türkiye’ye verilen malzemenin bakım ve yedek parça giderlerinin Türkiye bütçesinden karşılanması, Türkiye’nin ekonomisinde sıkıntıya neden oldu. Amerika’dan gelen yardımın bakım ve yedek parçası için Türkiye’nin bütçesinden yılda yaklaşık 145 Milyon $ ayrılması gerekti. Bu durum, Türkiye’nin II. Dünya Savası sonrasında elinde bulundurduğu döviz stokunun kısa sürede erimesine neden oldu. Bu doğrultuda yapılan ithalat arttıkça dolar sıkıntısı da büyüdü ve Türkiye’nin dış ticaret dengesi bozuldu. Amerika’nın yaptığı askeri yardımın niteliği de tartışma konusu oldu. Farklı bir bakış açısına göre, askeri yardımın büyük bölümü II. Dünya Savası’nda kullanılmış, kullanım süresinin dolmasına az kalmış, hasarlı ve ABD’nin artık kullanmadığı silah ve malzemeydi. Yardımın ancak çok küçük bir bölümü modern ve kullanılmamıştı. Daha da önemlisi, bu silah ve malzemenin mülkiyeti, Temmuz 1947 Antlaşmasının 4. Maddesi gereği ABD’ye aitti ve ABD’nin onay vermediği durumlarda Türkiye tarafından kullanılması mümkün değildi. Bu madde, ileride, 1964 yılında Kıbrıs’taki olaylar nedeniyle Türkiye, Kıbrıs’a askeri müdahalede bulunmak için Amerikan yardımıyla gelen silahları kullanmak istediğinde önem kazanacaktı ve Amerika, Türkiye’nin bu silahları Kıbrıs’ta kullanmasına izin vermeyecekti. ABD, gerektiğinde bu yardımla gönderdiği silah ve malzemeyi geri alma hakkına da sahipti. Amerikan yardımı, bu nitelikleriyle de tartışma konusu oldu.
70 SENT’E MUHTAÇ HALE NASIL GELDİK?
Takvimler 1970’li yılları gösterdiğinde, henüz 50’li yıllarını dolduruyor olan Türkiye Cumhuriyeti, 1960’ta bir askeri darbe, devam eden yıllarda başarısız askeri darbe girişimleri, 1971 yılında ise askeri muhtıra ile karşı karşıya kalan bu yarım asırlık Cumhuriyet’in idaresindeki kişiler, büyük bir hızla değişmeye devam ediyor, gelen bir başbakan henüz oturduğu koltuğu ısıtamamışken, bir yenisi kendini başbakanlık koltuğunda buluyordu. Böyle bir ortamda, 1974 yılında Kıbrıs’a askeri harekat düzenleyen Türkiye Cumhuriyeti, ABD ile ilk ciddi karşı karşıya gelişini yaşıyor ve devam edecek olan askeri ve ekonomik ambargolarla tanışıyordu. Zaten sıkıntıda olan ülke ekonomisi, bir de ABD’nin uyguladığı ambargolarla birlikte döviz bulamaz hale geliyor ve dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in ağzından o meşhur sözleri dökülüyordu: 70 sente muhtacız.
ABD-TÜRKİYE İLİŞKİLERİNİN ÖZALLI YILLARI
1983 yılında başbakan olan Turgut Özal döneminde Türk- Amerikan ilişkileri her alanda gelişme kaydetmiştir.
1980 öncesinde yaşanan döviz sıkıntısı ve ambargolarla birlikte, Türkiye’de dövizin yasak oluşu, ekonomiyi iyice boğmaya başlamıştı. Özal’ın iktidara gelişiyle birlikte, dış ticaret canlandırılmış, döviz serbest bırakılmış ve ülke tekrardan, hızlı bir toparlanma sürecine girmişti.
ABD ile de 1983'ten Soğuk Savaş’ın bittiği tarih olan 1989'a kadar ilişkiler oldukça üst düzeyde tutulmuştur. Soğuk savaşın bitişi ilişkilerde bir duraksamaya ve Türkiye'nin rolünün sorgulanmasına neden olsa da, 1991'deki Körfez Savaşında Türkiye'nin üstlendiği rol, Türkiye'nin, ABD'nin süper güç olduğu bu ’Yeni Dünya Düzeninde de önemli bir konumunun olduğunu göstermiştir. 1990'lı yıllarda Türkiye içeride terörle ve krizlerle uğraşmak zorunda kalsa da, dış politika anlamında ABD ile ilişkileri çeşitlendirme yoluna gitmeyi tercih etmiştir. 1991 yılında geliştirilmiş “ortaklık kavramı” ortaya atılmıştır. 1995'ten sonra ise ilişkiler değişik bir boyut kazanarak “stratejik ortaklık” seviyesine çıkarılmıştır.
TÜRKİYE’NİN EN ÇOK İTHALAT YAPTIĞI DÖRDÜNCÜ ÜLKE ABD
Tüm bu tarihsel süreçlerin ardından gelinen noktada, ABD ile Türkiye arasındaki yıllık ticaret hacmi, 2017 yılı itibariyle yaklaşık 18 milyar dolar civarında. Bunun büyük bölümü, ABD’den ithal ettiğimiz ürünlerden oluşuyor. ABD, Türkiye’ye en çok ürün satan dördüncü ülke olma özelliği taşıyor. Ancak, ABD ile Türkiye arasında, Türkiye’nin ithalat yaptığı diğer ülkelerle olan ticari ilişkisine nazaran daha dengeli bir ilişki mevcut. Türkiye, ABD’den aldığı miktarda satamıyor olsa da, aradaki makas diğer ülkeler olan Çin, Almanya ve Rusya ile olduğu kadar açık değil.
Dünya Bülteni