Bünyamin ZERAN

05 Şubat 2010

AÇILIMDAN YANA MIYIZ HİCRETTEN YANA MI?

Açılımlarla dolu bir memleket yaşamaktayız. Sistem her daim kendini güçlü hissedeceği eylemleri yapmakta yine dümenin başına kendi geçmektedir. Kürt açılımı, alevi açılımı, Romen açılımı devam edip gitmekte. Bugün bu açılımların fayda veya zararından daha ziyade Müslümanlar için neyi ifade ettiğini tartışmamız gerekiyor. İslam’ın bir tepki dini olmadığını her daim aklımızda tutarak meseleye yaklaşacak olursak soruna bakışımızı da o ölçekte sağlıklı tutabiliriz diye düşünüyorum. Sistem dönemsel olarak kendi yarattığı marjinal grupları kullanarak ülkeyi sağcı ve solcu kamplara bölüp ve sağcıları da solcuları da kendi içinde parçalara bölüp ülkeyi sorunsuz bir şekilde soymakta ve halkı köleleştirmektedir.

Bugün bu açılımlar sistemin kendi içinde daha fazla nefes almasını sağlayan çalışmalardır. İslam, hiçbir zaman milliyetçiliğe, sömürgeciliğe, insanları kamplaştırmalara ve sınıfsal tabakalara ayırmaya geçit vermemiştir. İslam, ne dini tekeline almaya çalışan bir ruhbanlığa ne de gelir seviyesi bakımından toplumsal eşitsizliğe geçit vermiştir. Doğudaki kürt açılımı bugün kürt kardeşlerimizle barışmak ve birbirimizi anlama çabasıysa eğer beyhude bir çabadır derim. Çünkü sistem zihniyet olarak aynı kaldığı sürece yani İslamileşmediği sürece bu açılımı adalet eksenine oturtması mümkün değildir. İslam’ın adalet anlayışını merkezine almadan, insanlara yalnız insan oldukları için yaşatılması gereken varlıklar olarak bakmadan ve milliyetlerine göre tasnifi bir yana koyarak bu ülkede yalnızca Müslüman oldukları için kendilerini büyük bir ailenin ferdi sayan insanları kucaklayamazsınız. Toplumu korumaları için toplumdan toplanan vergilerle eline silah verilenler eğer toplumu aşağılıyorsa, kendini ceberrut bir güç olarak addedip canının istediği gibi toplumu kamplara bölüyorsa, toplumun canına, ırzına, malına göz dikiyorsa bu zihniyetle toplumu kucaklayamazsınız. Allah “bütün müminler kardeştir” derken milliyeti, soy üstünlüğünü, kabile üstünlüğünü bir kenara koymaktadır. “Allah katında en üstün olanınız takvaca en üstün olanınızdır” derken üstünlüğün maddi herhangi bir değerle kıyaslanmayacağını ilan etmektedir. Takvaca üstün olmak sosyal ve siyasal günah işlemeden Rabb’e sımsıkı bağlanmak O’nun terbiyesine kendini teslim etmektir. Şimdi, böylesi bir terbiyeye sistemin bir bütün olarak kendini teslim etmesi demek, ülkenin kaynaklarını bu ülkede yaşayan tüm halkın sahip olduğu yeraltı ve yer üstü kaynaklarını birilerine peşkeş çekerek onun üstünden nemalanmamak demektir. Halkı elit ve köylü ayrımına sokmamak demek, malı sınırsızca tüketmemek demek, biryandan kaçakçılığı, uyuşturucuyu, fuhşu sihirli camların önünde lanetlerken kapalı kapılar ardında en alasını yapmamak demektir. Kölelik bitti diyerek özgürlük türküsü söylerken bu ülkenin gariban halkını köleleştirmemek demektir. Eğer bu memlekette hem de nüfusunun yüzde doksan dokuz Müslüman olduğu iddia edilen bir memlekette bayanlar başörtüsü ile okuyamıyorsa, başörtülü şekilde kurumlarda çalışamıyorsa, peygamber ocağı denilen kışlalarda peygamberlere iman eden gençler subay olarak alınmıyorsa, başörtülü anneler kışlaların kapısından geri çevriliyor ve Gata’ya başörtülü olarak girilemiyorsa bu sistem Rabb’in terbiyesinden yoksun bir sistemdir. Ve bu açılımlarda ancak ağızlara bir parmak bal sürmekten öteye geçmeyecek olan beyhude çalışmalardır.

Bugün hiçbir terör meşru kabul edilemez. Ama Malkom X’in dediği gibi kuklayı ve kuklacıyı iyi seçmek gerekiyor. Bugün biz neyin terörizm olduğunu neyin olmadığını iyi ayırt etmek zorundayız. Eğer adına devlet denilen aygıt yasalarıyla, bürokratlarıyla, silahlı gücüyle bu toplumu aşağılıyor, suçluyu suçsuz, günahsızı günahkar yapıyorsa, halkın cebindekini son kuruşuna kadar alıyor ve bu toplanan adına vergi denilen paraları efendileri daha bir efendi yapmak için kullanıyor ve halkı köleliğe mecbur ediyorsa terörist kimdir terörizm nedir yeniden sorgulanması gerekmektedir. Allah, “Bir toplum kendi nefsinde olanı değiştirmedikçe Allah o toplumda olanı değiştirmeyecektir” buyurur. Bu ne demektir hepimiz biliriz. Eğer bugün bu toplum kendine yapılan zulmü alkışlamaz ve olabildiğince bu zulme karşı çıkarsa kendisi için hayırlı bir şey yapmış olur ve hayrın kendilerine döndüğünü fark eder. Ama maalesef toplum olarak küçük faydalar ve çıkarlar uğruna büyük olan faydaları göz ardı ediyoruz. Oysa insan onuru ve şerefi her türlü küçük çıkarların ve faydaların üstündedir. Yeryüzünde iki ayak üzerinde yürümenin koşulu insanın yaratılış amacına sahip çıkmaktan geçmektedir. Allah, insanı yarattığında ona cenneti vermiştir. Oysa insan şeytanın ayartmasıyla cennetini cehenneme çevirmiştir. İnsan, tamahkarlığının kurbanı olmuştur. Bugün bizim cennetimizi elimizden alan şeytanın ne olduğunu görmemiz gerekmektedir. Kendi iç dünyamızda bir sıçrayış yaşamak zorundayız. Ruhbanların elindeki dinden, sermayenin sömürüsünden, devletler eliyle yapılan terörizmden kendimizi arındırmamız gerekmektedir. Peki kendimizi nasıl arındıracağız? Onca kokuşmuşluk onca zulüm içinden çıkarak LA demeyi nasıl başaracağız?

Eğer bir pisliğin içinde olduğumuzu fark edebiliyorsak LA demek kolay ama pisliğin içinde olduğumuz halde kendimizi gül bahçesinde sanıyorsak o zaman önce nerde olduğumuzu görmemiz gerekmektedir. Vaktiyle bir arkadaş bana kendi düşünsel değişimini anlatırken manidar bir anekdot anlatmıştı: Vaktiyle bir şehirden başka bir şehre bir sempozyum için arkadaşlarıyla beraber gitmek için organize olurlar. İki şehir birbirine bir hayli uzaktır motosikletle gidelim derler. Hep birlikte motosikletle yola çıkarlar dinlenmeden 4-5 saat içinde varırlar. Sempozyumu dinlerler ve ertesi günü de tekrar dönmek için yola koyulurlar. Dünden yorgun oldukları için ve geceyi de arkadaşlarla hasbihalle geçirdikleri için epey yorulmuşlardır. Sempozyumun olduğu şehri geride bırakırlar ve ağaçlık bir yere gelince biraz uyuyalım derler.  “Ve ilk bulduğum boşluğa yattım dedi. Yattım ama bir koku geliyor burnuma ki sorma diyor. Kafamı hafif kaldırdım baktım ki bir hayvanın pisliği var başımın hemen 20 cm ötesinde. Vallahi o kadar yorgundum ki kalkıp başka yere yatmaya razı olmadım ve orada o kokuyu içime çekerek uyudum. İşte biz bu pislik kokusuna alışık hale geldik etrafımızdaki pis kokular beni rahatsız etmemeye başladı” demişti. Öyleyse değişim benden başlamalı ben değişmezsem nerde ve ne halde olduğumu görmezsem ve nasıl olmam gerektiğini bilmezsem en rezil koku dahi beni rahatsız etmez. Cennet varken, gül bahçelerinde gezmek varken dabakhanenin kokularını içimize çekmek niye. Müslüman aydınların kafası karışık açılımdan yana mı olsak olmasak mı diye ben diyorum ki Müslüman olmak her türlü açılımın ötesinde bir şeydir. Eğer biz bugün gündem belirleyicilerin gündemini tartışarak vakit harcayacaksak hala nerde olduğumuzu kestiremiyoruz demektir. Onun için açılımdan yana mıyız değil miyizden çok açılımın bizi alakadar etmediği ve bizi alakadar eden şeyin sistemin komple zalimliğinden vazgeçmesi ve islam’ın adaletiyle ve insana bakışıyla hareket etmesi gerekliliğidir. Tabiî ki bu düşünce komprodorların, burjuvaların, elinde silahıyla halka korku salanların uykularını kaçıracak bir değişimdir. Ama biliriz ki “zulüm ile abad olunmaz”

Bireyin iç dünyasında bir hicret yaşaması şarttır. İçindeki tüm zalimliklerden ve onu zalim yapan, onu köle yapan, onu aç bırakan tüm sistemlerden arınarak Rabbe hicret etmesi şarttır. İşte o vakit durduğu yer sağlam ve güvenli olacaktır. Yoksa durduğu yer çıplak bir kayanın başı gibi rüzgarın kapıp götürmesi tehlikesi kadar güvensiz ve çorak olacaktır.