Bünyamin ZERAN

20 Nisan 2021

FEMİNİZM -I-

Feminizm, 18. yüzyıldan itibaren kadınların eğitimden, ticarete, oy verme hakkına varıncaya kadar toplumsal alanların bir çoğunda varolan cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadeleye verilen isim olarak ortaya çıkmıştır. Ataerkil düzenin tüm değerlerine karşı çıkan toplumsal bir hareketi merkeze alır. Kadın dayanışmasını önceleyerek cinsiyet ayrımcılığına karşı mücadele eder ve erkeklerle her alanda eşit olmanın mücadelesini verir. “Feminizm terimi köken olarak, Latince “femina” sözcüğünden türeyerek 1837’lerde Fransızca’da daha sonra 1890’lı yıllarda İngilizce’de kullanım alanına girmiştir. Feminizm sözcüğü ilk önce 1880’lerde Fransa’da, 1890’larda Britanya’da ve 1990’larda Birleşik Amerika’da kendini gösterdi. Okford İngilizce sözlük feminizmi 1894’de, feministi 1895’de listeler. Genel tutum olarak feminizm, kadınların durumu, deneyimleri ve bunların iyileştirilmesi yolunda tanımlarda bulunan bir kavramsal sistem olarak kurama gönderme yapar.” (Ayla Oğuz, Feminizm, Postkolonyal Feminizm ve Toplumsal Cinsiyet) Feminizm, kavram olarak aydınlanma dönemi sonrası bir kavramdır. Doğal olarak sanayi devriminin getirmiş olduğu bozuk düzenin bir karşı hareketi olarak da değerlendirilebilir. Piyasanın ucuz iş gücüne duyduğu ihtiyaçtan ötürü kadını kamusal alana çekmek için ev içindeki kadını üretken olmayan, erkeğe bağımlı bir nesne konumuna indirgeyen bakış açısının beraberinde getirdiği yapısal sorunlar doğal bir şekilde kadını erkeğe karşı mücadele konumuna itmiştir. Kapitalizm böyle bir sorunu varetmiş olması aynı zamanda bu sorunu kendi lehine olarak kullanmaya devam etmesi bu feminist hareketin gözden kaçırılmaması gereken bir yönüdür.

Genel olarak bu konu üç temel terim üzerinden incelenmesi gereken bir konudur. Bunlardan ilki kadınlık, ikincisi feminist, üçüncüsü ise feminizm terimidir. Kadınlık terimi daha çok biyolojik bir durum olup, toplumsal üremeyi ve çoğalmayı ifade eden bir terimdir. Feminist, kadınların sosyal ve kültürel olarak ataerkil bir düzene karşı yapılanmalarını ifade eder. Feminizm ise bu sosyal ve kültürel yapıların belli pratikler aracılığıyla siyasal bir mücadeleye evrilmesini konu edinir. Feminizmin bütün tartışmalarını cinsiyet kavramı üzerinden yapar. Biyolojik anlamda insanı kadın ve erkek olarak ayıran bir cinsiyet (sex) var iken bir de toplumsal olarak kadın ve erkeğin rollerini belirleyen toplumsal cinsiyet (gender) tanımı vardır. Feminizm en çok da toplumsal cinsiyet kavramını eleştiriye açmıştır. Nitekim bu tanımlamalarda duygusal olma, zayıf olma, bağımlı olma, edilgen olma gibi bir takım özellikler dişilik özelliği olarak tanımlanırken güçlü olma, cesur olma, bağımsız olma, hırslı ve saldırgan olma gibi özellikler de erkeklik özelliği olarak tanımlanmıştır.

Feminizm tarihsel sürecin içinde dönemin şartlarına göre veya lokal yahut global olarak bir takım değişikliklere uğramıştır. Feminist hareket birinci dalga feminizmiyle başlar ve onsekizinci yüzyılda ortaya çıkar. Feminizm üç aşamada kendini ifade eder ve her dalga kendi içerisinde farklı konulara odaklanır. Birinci dalga feminizm ondokuzuncu yüzyıl ile yirminci yüzyılın ilk dönemlerinde etkin olup kadının seçme yani oy verme hakkını savunur. İkinci dalga feminizm 1960’lar ve 1980’leri kapsar ve kanunların eşitsizliğini konu edinir. Kadının kamusal alanda erkeklerle aynı haklara sahip olarak görünür olması ve varolması hakkını savunur. Simone de Beauvoir en önemli temsilcisikonumundadır. Üçüncü dalga feminizm ise 1990’lardan günümüze kadar uzanan sürece karşılık gelir ve ikinci dalganın bıraktığı boşluğu doldurmaya çalışır. Yalnızca heteroseksüelliği değil aynı zamanda biseksüelleri, transeksüelleri de kapsayacak biçimde cinsiyetsiz bir toplum mücadelesi verir.

Birinci Dalga Feminizm

Feminist hareket birinci dalga feminizmiyle başlar ve 19. yüzyılda ortaya çıkar. Mary Wolstonecraft’ın düşünsel/felsefi olarak beslediği birinci dalga feminizmin temel savlarından biri kadının eğitim yoluyla erkeğin kafa arkadaşı olacak şekilde yetiştirilmesidir. Hakikat herkes için ulaşılabilir olmalı ki bilgi ve erdemin yayılmasının önündeki tüm engeller kalkabilsin diye düşünür birinci dalga feministler. Wolstonecraft, “kadınların zihinlerini geliştirerek onları güçlendirirseniz, kör itaatin de sonu gelecektir. Ama iktidar her zaman kör itaat aradığından tiranlarla hazcılar kadınları karanlıkta bırakmaya çalışırken doğru şeyi yapmaktadırlar. Ne de olsa tiranlar köleler ister, hazcılarsa oyuncaklar. Aslında hazcı, tiranların en tehlikelisidir; kadınlar sevgililerini, prensler bakanlarını yönettiklerini sanırken, aslında onlar tarafından aptal yerine konulurlar” der. Birinci dalga feminizmde evlilik kurumuna bir karşıtlık durumu söz konusu değildir. Yalnızca kadının süse düşkün, aşk peşinde koşan bir varlık olmasını yadırgar. Kadının hem bedenen hem de zihinsel iradesini güçlendirerek aile içindeki görevlerini layıkıyla yerine getirebilecek çeşitli erdemler sergileyerek kocasına bağlı bir yaratık olmaktan kurtulması gerektiğini savunmaktadır. Ancak o zaman kadının kocasının gözünde yüceleceğini ve onun dostu, yakın arkadaşı olabileceğini savunmuşlardır. Tanrı’nın her şeyi olması gerektiği gibi yarattığını ama insanların türlü oyunlarla onun bu yapıtını bozduğunu öne sürmüşlerdir.

Bilgi olmadan ahlakın olmayacağını savunurlar. Kadının erkeğe değil akla boyun eğmesi gerektiğini ve bilgiyi erkeğe egemen olmak için değil kendi üzerlerinde güç sahibi olabilmek için isterler. Bu feminist düşünceye göre iki cins karşılıklı olarak birbirlerini iyileştirebilir de yozlaştırabilir de. Kadınlara tanınacak eğitim fırsatının cinsleri karşılıklı olarak iyileştireceğine vurgu yaparlar. Kadınlara eğitimde erkekler gibi şans verilmesi ve onların akıllarını kullanmalarına fırsat verilmesi ailenin daha sağlıklı olması için de şart olduğunu öne sürerler. Pek çok erkeğin tayların büyümesini yakından takip ettiğini ve bu yüzden ahırda daha fazla zaman geçirdiğini ama tuhaf bir duygusuzlukla çocukların odasında hiç zaman geçirmediklerini ifade eden Wolstonecraft bu nedenle neslin yetişmesinde bir çok kötülük tohumlarının bizzat erkek tarafından atıldığını ifade eder. Erdemin özgürlükle beslenmediği sürece hiçbir zaman güçlenmeyeceğini bu yüzden de kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olması durumunda ancak bu erdemlerin ortaya çıkacağını savunur.

Kadınların uğruna savaş vermesi gereken şeyin imparatorluk değil, eşitlik olması gerektiğini savunurlar. Kadınlar egemenlik alanlarını genişletmek istiyorlarsa dış görünüşlerini güzelleştirerek yalnızca ona güvenmemeleri gerektiğini akla ihtiyaç duymaları gerektiğini savunurlar. Kendilerini güzel bir akılla donatan kadınların aşk peşinde koşarak evlenmeden önce kibirli ve gösterişçi tavırlar takınmayacağı gibi evlendikten sonra da eşine kölece itaat etmeyeceğini savunurlar.

İkinci Dalga Feminizm

İkinci dalga feminizm 1960’lı yıllardan sonra başlar. İkinci dalga feminist hareket içinde liberal feminizm, sosyalist ve marksist feminizm ile radikal feminizm türleri sınıflandırılır.

1- Liberal Feminizm

Liberal feminizm, liberal felsefenin ideallerinin yalnızca erkekler için geçerli olmadığını kadınlar içindegeçerli olduğunu savunur. Liberal felsefenin zaman içindeki değişimleri liberal felsefenin de aynı parelelde değişimine sebep olmuştur. Liberal feministler tıpkı liberal erkekler gibi doğuştan gelen haklara sahip olduklarını savundular. Birinci dalga feministler oy verme hakkı, kanun önünde eşitlik, ve mülkiyet hakkını savunuyorlarken liberal feministler bu hakların yanında doğum izni ve çocuk emzirme için devletin devreye girmesi gerektiğini savundular. Ayrıca erkeklerle eşit ücret almanın mücadelesini verdiler. O dönemde çalışan şehirde yaşayan bir kadın ortalama olarak şehirde yaşayan ve çalışan bir erkeğin aldığı ücretin yarısını, eğer taşrada yaşıyorsa üçte birini almaktaydı.

Liberal Feminizmin temel özelliklerine bakıldığında öncelikle eğitimde fırsat eşitliği istediğini görürüz. Doğal nitelikleriitibariyle erkeklerle aralarında fazla fark olmadığı düşünülen kadınların aynı eğitimi almaları durumunda erkeklerin yaptığı tüm işleri yapabileceklerini savunurlar. Liberal feministler kadının ve erkeğin karakter olarak yatkın olduğu alanların varolduğu tezine karşı çıkarlar. Mesela kadınların, dans, müzik yahut edebiyat alanına yatkın olduğu erkeklerin de beşeri bilimler, sosyal bilimler ve doğa bilimlerine yatkın olduğunu kabul etmezler. Kadın ve erkeğin yaratılış olarak farklı eğilimlere sahip olduğunu savunan ve bu görüşün sonucu olarak kadını hostes, erkeği pilot; kadını hemşire, erkeği doktor; kadını sekreter, erkeği patron gibi ikilemlere sokan anlayışı şiddetle eleştirirler. Böylesi bir bakışın toplumun gelişmesinin önünde engel olacağını savunurlar. Bu durumda yalnızca zarar görenler kadınlar olmayacaktır aynı zamanda erkekler de zarar göreceklerdir.

Liberal feminizmin bir başka isteği kadının kamusal alana çıkışıdır. Kadını evde üretimden yoksun, eşyaların ve evlerin kölesi olmaktan kurtarıp ev dışında çalışması için mücadele etmektedir. Evde çocuklarının annesi, mürebbiyesi olan kadın köle olarak görülürken aynı işi başka birinin ya da birilerinin çocukları için ücret mukabilinde yaptığında üretken kadın olarak betimlenmektedir. Bir başka istekleri erkeklerle ekonomik anlamda eşitliği arzu etmektedirler. Liberal feministler kadının tamolarak özgürleşebilmeleri için erkekten bağımsızbir ekonomik güce ulaşmaları gerektiğini savunur. Hem bedenen hem zihnen güçlü, eşinin ve çocuklarının kölesi olmayan bir kadının varolabilmesi ancak kendi ayakları üzerine durmasıyla mümkün olduğunu savunur. Kamusal alana çıkmak kadın özgürlüğünün teminatı sayılırken bu teminatı ayakta tutan şeyin de ekonomik özgürlük olduğu vurgulanmaktadır. Kadını değerli kılan onun zekası, bilgisi, ailesine göstermiş olduğu ihtimam olmaktan çıkmış olup artık kadının değerlilik ölçütünün yalnızca parasal bir boyuta indirgendiği bir bakış ortaya çıkmıştır. Liberal feminizmin bir diğer mücadelesi erkeklerle siyasal ve hukuki eşitlik istemesidir. Liberal feministler her alanda kadınla erkeğin hukuki olarak eşitlenmesini istemektedirler. Bunun için de yasalarda kadınların aleyhine varolan ayrımcılığı kaldırmak, işe alınmalarda liyakat esasına dikkat edilerek cinsiyet ayrımcılığı yapmamak ve son olarak da kişiler arası ayrımcılığı kaldırarak kız ve erkek çocuklarını yetiştirirken kadın ya da erkek olarak değil insan/birey olarak yetişmesini sağlamak gerektiğine inanmaktadırlar. Kadının tüm gün dışarı çekildiği bir zaman diliminde ailenin durumu ne olacak sorusunu liberal feministler cevapsız bırakmışlardır. Muhtemelen eğer bir ailenin gerekliliğine inanılıyorsa o zaman erkeklerin eve çekilmesi gibi ironik bir tablo ortaya çıkmaktadır.

2- Sosyalist ve Marksist Feminizm

Marksist feministelere göre kadının ezilmesinin altında yatan sebep cinsiyet farklılığı olmayıp tamamen sınıfsal farklılıktır. Bir diğer ezilmenin sebebi yabancılaşma duygusudur. Yabancılaşma, kişinin hayatını anlamsız bulması ve yaptığı işleribir bütünlük içerisinde kavrayamamaktan ötürü hissettiği bölünmüşlük duygusudur. Kapitalizmin doğal bir sonucu olan uzmanlaşma ve iş bölümü kişileri emeklerine, diğer insanlara ve içinde yaşadıkları sisteme yabancılaştırmaktadır. Marksist yabancılaşma teorisine göre emeğini satarak hayatını sürdüren insanlar, yaptıkları işten hiçbir tatmin almamanın yanı sıra, ne yapacaklarına, nasıl yapacaklarına ve ne kadar yapacaklarına başkaları karar verdiği için kendi emeklerine yabancılaşmaktadırlar.

Marksist feministler liberal feministlerin iddia ettikleri gibi kadın sorununun reformlarla çözülemeyeceğini savunurlar. Onlara göre reformlar kadının durumunu görece olarak iyileştirir ama sorunları tam olarak ortadan kaldıramaz. Mesela evlilik ekonomisi değişmediği sürece temelde sorun aynı kalacaktır. Kadının fahişelik yapması ahlaki bir sorun olmayıp temelde ekonomik bir sorundur. Bu durumda çalışan kadınların hepsi ekonomik güçsüzlükten dolayı çalışmaktadır. Bu düşünceye göre evli kadınların durumu da fahişelik kurumundakilerden farklı değildir. Onlar da ekonomik zorunluluktan dolayı kocaları ile beraberliklerini sürdürüp bunun karşılığında cinselliklerini sunmaktadırlar. Bu yüzden Engels tek eşli evliliğin bile kadını özgürleştireceğini savunur. Çünkü tek eşli evlilik bile sınıflı bir topluma sıkı bir bağlılığı ifade eder. Kadının tam bağımsızlığı ancak sınıflı bir toplumun ortadan kaldırılmasıyla mümkünür ki bu da ancak kapitalizmin tamamen yok olmasıyla mümkündür. Marksist feminizm kadının yapmış olduğu ev işlerinin toplumsallaştırılması ya da ev işlerinin ücretlendirilmesi gibi bir yolla kadının yaptığı işlerin ikincileştirilmesinin önüne geçileceğini savunur.

Sosyalist feministler kadının yabancılaşmasına marksizmden farklı olarak üç olgu eklerler. Bunlardan ilki cinselliktir. Kadının vücut bakımı, kilo vermesi, makyajla süslenmesi, modayı takip etmesi ve vücut egzersizleri gibi şeyleri kendisi için yaptığı söylense de aslında böyle olmadığını savunur. Kadının kendini ötekine yani erkeğe beğendirmek için süslenmekte olduğunu söyler. Bu durum işçinin emeğine yabancılaşması gibi kadın bedeninin başkalarının beğenisine sunulan bir metaya dönüşmesinden ötürü kendi cinselliğine yabancılaştığını savunur. Bir diğer yabancılaşma olgusu anneliktir. Kadının tıpkı cinsellikte olduğu gibi kaç çocuk doğuracağına kendisi karar vermeyip kocası yahut ekonomik şartlar gereği verilen kararlar etkin olduğunu savunmaktadırlar. Kadın kendi isteği ile kaç çocuk doğuracağına veyahut doğurmayacağına karar verememesinden dolayı annelik olgusuna da yabancılaştığını savunmaktadırlar. Bir diğer yabancılaşma olgusu da entelektüel alandır. Kadınlar kendi duygu ve düşüncelerini kamuoyu önünde ifade etmekten korkmaktalar ve erkeklerin düşüncelerini benimsemeye zorlanmaktadırlar. Bu durum da onları kendi zihinsel yeteneklerine karşı yabancılaştırmaktadır. Sosyalist düşünceye gör iİşçilerin yabancılaşması nasıl ki emekleri yoluyla oluryorsa kadınların yabancılaşması da bedenleri yoluyla olmaktadır. Kadınlar bedenlerine yabancılaştırılarak ezilmektedirler.

3- Radikal Feminizm

Radikal feminizm 1960’lı yılların sonunda ortaya çıkmış bir hareketir. Dünyada radikal siyasal olayların çoğaldığı bir zamanda ortaya çıkması harekete bu ismi vermiş olmalıdır. Bu döneme damgasını vuran bazı hareketleri sıralayacak olursak: 1968 öğrenci hareketleri, anti nükleer protestoları, çevreci protesto hareketleri ve Vietnam savaşı karşıtlığı ve bilime karşı kuşkuların arttığı anti bilim hareketlerini sayabiliriz. İşte bu radikal girişimlerde kadın hareketlerine yansımış ve radikal feminizm doğmuştur. Bu hareket o döneme kadar varolan kadın hareketlerinin marksist/sosyalist teori de dahil olmak üzere kadını özgürleştirmeye yetmediğini savunmuştur. Radikal feminizmin ilk temel eserini Shulamith Firestone’nun “Cinsiyet Diyalektiği” (Dialectic of Sex) kitabıdır. Frestone kadın ve erkek arasındaki biyolojik farklılığa dikkat çekerek insanlar arasındaki çatışmanın sınıf çatışması da dahil olmak üzere en büyük çatışmanın cinsiyet çatışması olduğunu iddia etmiştir. Feminist devrim gerçekleştiğinde hem biyolojik üreyim hemde sanayi üretimini kontrol altına alacağını ve böylece kadınların tam olarak özgürleşebileceğini savunmuştur.

Radikal feministlere göre tarihin çarkını marksistlerin iddia ettiği gibi sınıf çatışması değil cinsiyet farkları arasındaki çelişki oluşturmaktadır. Farklı toplumlarda kadın ve erkek arasındaki ilişkilerin doğasını anlamak için bu toplumlarda kadın ve erkeğin yeniden üretimde (biyolojik üreme) üstlendiği rollere bakmak ve onları analiz etmekten geçtiğini savunmaktadırlar. Doğal olarak bu cinsiyet farklılığı çatışması incelendiğinde görülecektir ki en büyük problem “patriarki”dir. Radikal feministlere göre hem kapitalizm hem de patriarki hepten yokedilmelidir. Feminist devrimle patriarki ortadan kaldırıldığında sorun kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Radikal feminist devrimin amacı cinsiyetsiz bir toplum inşa etmektir. Bu toplumda biyolojik olarak kadın kadın olarak, erkek de erkek olarak kalabilecek ama erkeksilik ve kadınsılık diye bir şey olmayacaktır.

Radikal feministlerin üzerinde dikkatle durduğu belli başlı konular vardır. Bunlardan ilki cinsiyetçi sınıf sistemidir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi radikal feministler için esas sorun patriarki sistemidir ve onun ortadan kaldırılması şarttır. Peki ama bu nasıl olmalıdır? Kadın ve erkeğin arasında biyolojik farklılığı minimize edecek biyolojik üreme (üreyim) teknolojilerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Kadını “anne”, erkeği “baba” yapan biyolojik farklılık, gebelikten korunma, kürtaj, kısırlaştırma ile geliştirilen yeni teknolojilerle eski anlam ve işlevini kaybedecektir. Suni döllenme, taşıyıcı annelik gibi yöntemleri meşrulaştıracak yasaların çıkarılmasıyla çocuğu dünyaya getiren anne ona bakmak zorunda kalmayacak ve anne olmak isteyen biri de çocuk doğurmak zorunda kalmayacaktır. Kısacası teknolojinin yardımıyla kadınların özgürlüğü karınlarından başlayacaktır.

Radikal feministlerin üzerinde durduğu ikinci önemli konu anneliktir. Bunlara göre yerleşik anne anlayışı üç farklı mite dayanır. Onlara göre bu varsayımlar sorgulanmalıdır. Eğer ataerkil bir düzenin normlarına göre çocuk yetiştirilmezse örneğin kızçocuklarına oyuncak bebek almazlarsa, evde, okulda, çarşı pazarda cinsiyete dayalı normlar üzere çocuklara davranılmazsa kadınların anne olmak isteyecekleri şüphelidir. Anne olma isteği kız çocuklarına medya ve diğer kurumlar aracılığıyla toplumsal olarak dayatılmaktadır. Kısacası annelik toplumsal dayatmanın bir sonucu olarak varolmuştur. Diğer mit, bütün annelerin çocuğa ihtiyaç duyduğunu ileri sürer. Oysa bunun doğru olmadığını iddia ederler. Onlara göre annelik güdüsü toplum tarafından kurulur ve annelik bu sayede öğrenilen bir şeydir. Başka bir ifade ile bir kadın anne olmak isteyerek doğmaz fakat anne haline getirilir. Üçüncü mit ise, çocukların anneye ihtiyaç duyduğu mittir. Burada bahsedilen annelik biyolojik anneliktir. Elbette her bebek büyüyüp yetişmek için bir anneye muhtaç olduğunu kabul ederler. Ama bu annenin illa biyolojik anne olması şart değildir. Taşıyıcı anne doğurur, onu büyütecek başka bir kadın da çocuğa bakabilir. Radikal feministler çocuğun büyütülmesinde biyolojik annenin sosyal anneden daha iyi olacağı tezini kabul etmezler. Aksine bir annenin değil de çoklu annenin çocuğun toplumsallaşmasında daha verimli olacağı kanaati taşırlar.

Bu kanaatler neticesinde cinsiyete dayalı, annelik düzenine dayalı olarak kurulan toplum düzeninin yıkılması, cinsiyete dayalı iş bölümünü de ortadan kaldıracağından cinslerin rollerine dayalı imgeler de yeniden gözden geçirilecektir. Böyle olunca biyolojik iş bölümüne dayalı evlilikler, aileler ortadan kalkacaktır. Tabii ki cinsellik de anlam değişikliğine uğrayacak, homoseksüellik, heteroseksüellik, biseksüellik veya lezbiyenlik gibi kavramlar da anlamlarını yitireceğinden toplumda her türlü azgınlık pedofili de dahil olmak üzere normalleşecektir.

Bir diğer üzerinde durdukları konu evlilik kurumudur. Çoğu radikal feministler evlilik kurumuna karşıdırlar çünkü evliliğin kadını baskı altında tutan bir kurum olduğuna inanırlar. Bunlara göre feminist diye tanımlanan her kadının evlilik kurumunu teoride de, pratikte de reddetmiş olması gerektiğine inanırlar. Zira kadın, evlilik kurumuyla birlikte hem anneliğe, hem de cinsel köleliğe zorlandığına inanırlar. Bu yüzden ataerkillik düzenini temsil eden evlilikten kurtulmak kadının kurtuluşu için şarttır.

Bir diğer üzerinde durdukları konu kadınların bedeni konusudur. Kadınların haklarını düzenleyen, doğurganlığı üzerine yapılan yasalar, kürtaja ait konular tamamen erkekler tarafından belirlenen şeyler olup bunların karşısında olmak gerekmektedir. Taciz, tecavüz, kadın kaçırma gibi şeyler tamamen kadın bedeni üzerinden yapılan haksız eylemlerdir. Kadın bedeninin nesneleştirildiği bir diğer konu pornografidir. Pornografi ile kadın bedenini pasif, mazoşist gösterip erkek bedenini ise aktif ve sadist olduğu imajını yaymaktadırlar. Doğal olarak kadın bedeni üzerinden yapılan her türlü nesneleşmenin karşısında olduklarını ifade ederler.

Radikal feministlerin üzerinde durduğu son konu ise kültür anlayışı üzerinedir. Radikal feministlere göre kültürel kimlikler patriarki düzenden arındırılıp yeniden inşa edilmelidir. Siyasal iktidar da aynı kimlik üzerinden yeniden şekillendirilmelidir. Böylece insan doğası yeniden biçimlenmiş ve geleneklere meydan okumuş olacaktır. Radikal feminizmin uzun dönemdeki amacı, kadın kültürlü yenibir toplum inşa etmektir. Liberal yahut marksist feministler kadını erkek standardına getirip yaşatmayı hedeflerken radikal feministler erkek standartlarına kadını uydurmaya çalışmaz. Çünkü onlara göre kadın zaten üstündür ve erkekten farklı olmalıdır. Fakat bu farklılık anlayışları fıtrata dayalı bir anlayış değildir. Kadının her şeyi üstündür bu yüzden bir kadın erkekle birlikte olmak yerine onlara göre lezbiyenliği tercih etmelidir.

Radikal feministlere göre toplumsal bilinç gereği erkek merkezliliğin yerini kadın merkezli kültürel ideoloji almalıdır. Kadının engellenmesini her türlü eleştirmişlerdir. Onlara göre yuva bireyselliğin engellendiği yerdir. Her şey ekonomik gücü elinde tutan babanın tekelindedir ve bu durum toplumsal gelişmeyi engeller. Onun için yuva gelişmiş ve modern bir sistemdir. Fakat bu sistemin kadını, “toplumsal aptal” konumuna indirgemesi onu devre dışı bırakacak yeni bir sistemi gerekli kılar. Bu anlamda da kadınlara cinsel özgürlük tezini savunurlar. Kültürel anlayıştaki feministler “serbest aşk” kavramını kullanarak bir kadının başka bir kadına, bir erkeğin de başka bir erkeğe ilgi duymasını normal karşılayarak homoseksüelliği ve lezbiyenliği de savunmuşlardır.

Radikal feministlerin kullandığı önemlibir slogan vardır: “Kişisel olan siyasaldır.” Bu slogan ilk defa 1970 yılında Carol Itanisch tarafından dile getirilmiştir. Bu sloganla kamu- özel alan ayrımını reddetmekte olup her alanda kadınların kendi yaşamlarını belirleme haklarını elinde bulundurmak istediklerini deklare etmişlerdir. Radikal feministler ırk, renk ayırmaksızın dünyadaki tüm kadınları erkeklerin baskı altında tutuğu “kız kardeşler” olarak tanımlamaktadırlar. Radikal feministlere göre güzel bir dünya inşa edebilmek için yalnızca kapitalizm ve patriarkiden kurtulmanın yetmeyeceğini aynı zamanda onların uzantısı olan savaşlardan, çevre kirliliğinden ve ırkçılıktan da kurtularak yeni, güzel bir dünya kurulacağını düşünmektedirler. Sistematik bir teoriden yoksundurlar.