Bünyamin ZERAN
İNSANIN ALLAH'A OLAN YOLCULUĞU
İnsanın yolculuğu Allah’ın ona öğrettiği kelimelerle başlar. Bu yolculuk ontolojik olarak kendisine yükletilen iyiliği kökleştirme ve onu muhafaza edebilme yolculuğudur. Bu yolculuk doğumuyla birlikte başlar. İnsan doğduğunda fıtri olarak Allah’a en yakın olduğu andadır. Yaşamı devam ettiği sürece imtihanları da artarak devam eder. Her imtihan zordur ve her imtihan onun Allah’a ya daha çok yaklaşmasını ya da biraz uzaklaşmasını sağlar. Doğumla başlayıp ölümle noktalanan hayat sürecinde insan Allah’ın yarattığı bir varlık olarak O’na geri döner. Hayat imtihanı içerisinde gündüzün en uzun zaman dilimine doğru yol alması misali gibi insanın da Allah ile mesafesi bir o kadar açılabilir. Gün geceye doğru ilerlemesi gibi insan bir süre sonra hatalarından ders çıkararak Allah’a yaklaşmaya vesileler arayabilir. İnsanın da hayatı iklimler gibi değişebilir ve dönüşebilir. Aslolan şey ise insanın hayat yolculuğu içinde hep o özünde olanı, fıtri olan ve ona yüklenen anlamı keşfetme çabası içinde olmasıdır.
İnsan aradığı şeyi tam olarak hiçbir zaman bulamayacaktır. Aslında aradığı sandığı şeyi bulduğunda bulduğunun aradığı şey olduğundan emin olmayacaktır. Belki bir süre evet budur diyecektir ama sonra daha iyisi olabilir mi sorusu ona arayış yolculuğunun kapılarını yeniden aralayacaktır. İnsan eğer sürekli bir arayış içerisindeyse ya da tamamlanmak arzusundaysa kendisine öğretilmiş olan kelimelerle ve bu kelimelerin esrarını ona fısıldayan fıtratına dönüp bakmalıdır. İnsanın başına gelen her iyilik Allah’tandır ve yine insanın başına gelen her musibet kendi elleriyle yaptıkları yüzündendir. İşte bu sebeptendir ki Allah, insana her daim iyiliği kodlamıştır. Kötülük ise arizi bir durumdur ve iyiliğe, iyi olana sırt çevirmekle ortaya çıkar. Yani iyilik ontolojik bir durumken kötülük sonradan edinilen bir tercihtir. İyilik, insan olma süreciyle birlikte varolan bir durumdur. Öncesi ise kan dökücü, bozguncu bir varlık olmaktan başkabir şey değildir. Şimdiki kan dökücü, haram yiyici, zulmetmeyi kendine yol edinmiş olanlar henüz insan olma künhüne erememiş varlıklardır. İyi olmak tek başına yeterli midir? İyi olmanın mahiyeti, kaynağı bilinmek zorunda mıdır? Zorundaysa eğer niçin bilinmek zorundadır? İyi insan ya da iyiliğe meyilli insan kendisinde varolan iyiliği kökleştirebilmek için bir yolculuk halindedir. Tıpkı iyi bir su yolu keşfetmiş ve asıl suyun kaynağını arayan kimse misali yolculuğu hep suyun çıktığı esas gözeye doğrudur ya da olmalıdır. İnsan kendisine bunca fıtri iyiliği yükleyen zorunlu varlığa doğru yol almak isteyecektir. Eğer böyle davranırsa kendinin kişisel nüzul sebebine ulaşabilecektir. Bu yolculuk aslında kendini arama ve bulma yolculuğudur. Allah’a doğru olan yolculuğunda her adımda kendinde olanı, kendi kişisel nüzul sebebini bulacaktır. İyi insan kendini tamam etmek isteyen bir insandır aynı zamanda. İşte bu sebeple kendisini tamam edecek bir arayışı baştan kabullenmiş bir kimsedir o. Öyleyse iyi olmak ya da iyiliğe talip olmak yolculuğa başlamak için gerekli bir şarttır ama yeter bir şart değildir. Bendeki iyiliği ilk yaratılıştaki anlamına çevirmek benim yolculuğumun esas amacı olmalıdır. Bu yolculuk çetin yollardan geçerek yapılır. Bu yolda her an düşmek, hata etmek, yoldan çıkmak mümkündür. Zira sürekli arayış içinde olan insan bazen yolunu kaybeder, bazen sapa bir yere girer, bazen çalılıklar arasında bocalar durur. Ama arayış içinde olması ona girdiği yolların doğru olup olmadığını anlamasına imkan verir. Girdiği tüm yanlış yolları terkederek doğru olan yol istikametine dönebilme imkanı vardır. Çünkü onun elinde sırati müstakiym için işaretler vardır. Bu işaretlere bakarak yanlış yaptığı, ya da yanlışa saptığı yerlerden çıkıp asli yoluna dönebilecek enerjisi mevcuttur.
Aradığı iyiliğin kaynağına doğru yüzünü çevirmiştir bir kere. Kendi aleyhine dahi olsa alışkanlıklarından, konforundan, kendine yapması ve vazgeçmesi zor gelen her şeyden fedakarlık etmeye razıdır. Elbette tüm bu vazgeçişler bir anda olabilecek şeyler değildir. Zira yılların onda oluşturduğu kümülatif bir yaşam toplamları vardır. Onda kemikleşmiş ilişki tarzları, alışkanlıkları, zaafları, açlıkları, arzuları, hedefleri, gözünü diktikleri, kutsal saydıkları, tu kaka bildikleri vs. vs. Ama iyi olmaya and içimiştir bir kere. Belki yavaş yavaş, belki bir kaplumbağa hızında belki de çok hızlı bir şekilde kendini yeniden inşa etmeye başlamıştır. Eski elbiselerinde yavaş yavaş sıyrılıp üstüne yeni bir elbise giyinmeye başlamıştır. Bazısını yakıştırmayıp yeniden çıkarmakta, bazısını eskidiği düşüncesiyle değiştirmekte bazısını da herkes gibi olmak endişesiyle reddetmektedir. Artık kendi olmanın, kendi kalabilmenin ve onu kendisi olarak inşa edenin ondan yine kendisi gibi olması gerektiğini öğrenmeye başlamıştır. İşte yolculuk bundan sonra daha da zorlaşmış ve bir o kadar da güzelleşmeye başlamıştır.
İnsan, kendisini inşa eden değerlere yüzünü döndüğünde şimdiye kadar edindiklerini bir anda kâra dönüştürebilen de bir varlıktır. Eğer insan iman edip sakınmayı kendisine ilke edinebilirse bu yolculukta geçmişte yapılmış olan tüm kötü şeylerin bir anda iyiliğe çevrilebileceğine şahit olur. Bu yolculukta atılan her bir adım geçmişteki bir kötülüğü silip atmaya sebep olur. Ruhunda kendine azap veren şeylerden yavaş yavaş kurtularak kuş gibi hafiflemeye başlar. İşta o an anlar ki aslında kötü olan şey kendi vicdanına yüklediği, onu mecalsiz bıraktığı ve huzurunu yok ettiği her şeydir. Bu yolculukla birlikte insan rabbine yaklaşır ve O’na yaklaştıkça vicdanı rahatlar, huzuru artar ve kendisini “kuru et yiyen bir kadının” evladı olarak görür. Böylelikle çağın ona dayattığı aşırılıktan, müsriflikten, kabalıktan, gereksiz egodan, hoyratlıktan arınmaya başlar. İnsan giderek toparağa yaklaşır. Fiziki olarak da toprağa yani ölüme yaklaştıkça gücün ve kuvvetin kendinden çekildiğini gördükçe aslolan şeyin insanı inşa eden Rabbin yolunda yürümek olduğunu, asıl kalıcı olanın o olduğunu görme fırsatına erişir. Çünkü insan, çıktığı bu yolculukta sakınmak denen şeyin uyanık olmakla, imtihanlara hazır olmakla, hikmet ve feraseti kuşanmakla mümkün olduğunu farkedecektir.
İnsan, Allah’tan gelmiştir ve O’na dönecektir. Eninde sonunda bu yolculuk yine Rabbe dönmekle son bulacaktır. Mesele bu yolculuğun farkında olarak yapılmasıdır. Farkında olan insanın hayreti artar. Hayreti arttıkça kendi güç yetirebildiğini ve asla güç yetiremeyeceği şeyleri tecrübe eder. Bu tecrübe ona yolun ne kadar önemli olduğu gibi bu yolda yürümeyi göze almış yolcunun da kıymetini ona öğretir. Bu yolculuk hali insanı değerli kılma, kendini keşfetme ve dünyadaki yerini bulma yolculuğudur. Zira insan doldurduğu boşluğu ya da dolduracağı boşluğu bilirse kendi kıymetini de bilir. İnsan öldüğünde önemi de kuşkusuz geride bıraktığı boşluktan bilinir. Eğer insan iyiliği ile ve bu iyiliğin kaynağına yüzünü çevirmesiyle o boşluğu doldurmuşsa orada derin kökler salmış demektir. O boşluğu öyle bir doldurmuştur ki kökleri yerde dalları göğe ulaşmıştır. Bakanlara sevinç verir. Ölse dahi onun köklerinden nice filizler çıkar. Ama onun bıraktığı derin boşlukta her daim hissedilir. Tıpkı resuller ve nice şahitlerin ölümünün ardından oluşan derin boşluklar gibi. Ama insan doğumundan ölümüne kadar giden yolculukta yolun ve yolcunun mahiyetini kavrayamamışsa onun kişisel nüzul sebebini oluşturan boşluğu çöp yığınları doldurmuştur. Öldüğünde geride bir boşluk bırakmadığı gibi insanlığa bıraktığı miras kötü kokan bir çöp yığınından başka bir şey değildir.
İki yolcunun arasındaki fark o ki; biri geride derin bir boşluk ve aynı zamanda o boşluğu doldurmaya aday nice filizler bırakıp gitmişken diğeri hiç bir boşluk bırakmadan bir çöp yığını bırakarak gitmiştir. O çöp yığınları da insanlığa, dünyaya bir yük olarak, kötülük olarak kalmıştır. Her iki yolcunun da amel defteri kuşkusuz açık kalacaktır. Biri Kabil gibi işlenen her kötülükten pay alacak diğeri ise Habil gibi işlenen her hayırlı işten pay alacaktır. Öyleyse insana düşen şey kişisel nüzul sebebini bulacak yolculuğa çıkmaya razı ve istekli olmasıdır. Zira onu kamil insan, mümin insan yapacak reçete budur.