Bünyamin ZERAN

26 Ekim 2011

AÇLIK GÜNÜNDE YOKSULU DOYURMAK...

     Modern zamanlar içinde yaşayanlar açlığın ne demek olduğunu anlamazlar. Çünkü kapitalizm insanlığı öylesine algıda yanılmalara sürüklemiştir ki açlık nedir tokluk nedir bilinemez hale gelmiştir. Sınırsız insan ihtiyaçları insanları doyumsuzluğa ve beraberinde her şeye karşın bir açlığa götürmüştür insanlığı. Doyumsuz olan insan açtır. Çünkü onun doymada bir sınırı yoktur. Bir ev alır kendine yetmez daha başka evler de almak ister, bir araç alır kendisine yetmez yenilerini de almak ister, bir kazancı vardır ama ister ki bütün kazançlar onun olsun. Tüm bu arzularını ihtiyaç ölçeğinde düşünmediği için arzularının esiridir. Öyle ki daha çok kazanmak için, daha iyi bir itibar elde etmek için kendisi dışındaki herkesin yoksullaşması, değer kaybetmesi onun umrunda değildir.

     Kapitalizm yalnızca bir ekonomik sistem olmayıp aynı zamanda toplumu bu doyumsuz arzuların esiri yapmak için gayret eden sistemin adıdır. İnsan Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde yaşamayı  terketmesinden bu yana cennetten kovulmuş ve yeryüzü sürgünü  olmayı haketmiştir. Nefsini ilah edinen ve Allah’ın öğrettiği  şekilde yaşamak yerine kendi arzularının esiri olarak yaşamayı  seçen insan en büyük açlığı ve yoksulluğu Allah’tan yoksun olmakla yaşamaktadır. En büyük yoksulluğa düçâr olmuş insan acaba açlık gününde yoksulu doyurmayı nasıl becerecektir? Zira kendisi açtır. Kendisi açken başkalarının tokluğu için çalışmak pekâla mümkün olmayacaktır. Allah’ın öğretisinin dışındaki her sistem ve ideoloji kuşkusuz insanı sınırsız kazanmaya, sınırsız hazlara ve sonu gelmez tamahkârlıklara sürükler. Yalnızca Allah’ın sözü adalet ve doğruluk bakımından sapasağlamdır. Çünkü Allah insanın müstağnileşmesinin önüne geçerken ona sürekli abd/kul olduğunu hatırlatmakta ve ibadetlerle onu yükümlü tutarak onun kulluk direncini diri tutmaktadır. Allah kendisine kulluk edenlere mü’min sıfatını vermektedir. Yani kendine iman ederek hayatına yön verenler kulluğun gereğini yapanlardır. Eğer ki insan kulluğun gereğini yapmıyorsa başka ilahlara kul oluyordur ki o zaman Allah bu kimseleri; zalim, kafir, fasık, münafık, müşrik gibi vasıflarla nitelemektedir.

     Allah’a kulluk edenlerle tağuta kulluk edenlerin dünyayı algılama biçimleri de, ilah olarak kabul ettiklerinin buyruklarına göre değişmektedir. Kapitalizm insanın yalnızca kendi hazlarına kulluk etmesini öngörür. Kur’an’ın tabiriyle nefsini ilah edinmesini ister. Çünkü  nefis doyumsuzdur ve her zaman kötülüğü emreder. Kapitalizm ve diğer izimler kötülüğü emrederken bunu öyle süsleyerek emrederler ki bu buyrukların kulları için en ideal ve olması  gereken bir hayat tarzı gibi yansıtırlar. Oysa insanın doyumsuz bir nefsin elinde hiçleştiğini, değersizleştiğini ve köleleştiğini onlara fark ettirmezler. Bunu fark edenler ancak tek olan Allah’a iman edenlerdir. Her şey insanla başlar diyen Protagaros’un aksine Allah her şeyi kendisiyle başlatır. Batı düşüncesi Allah’ın yerine insanı yerleştirirken, Allah’tan kendini uzaklaştırmış insanın hazlarına insanı emanet etmiştir ki bu da tüm insanlığın yasak meyveyi yemesini gerekli kılmıştır. İnsan kendisine çizilmiş  olan sınırların dışına taşarak kendinden başka ilah tanımamış ve güçlü olanın yasayı belirlediği, güçlü olanın hükümran olduğu ve güçlü olanın zenginliği elinde tuttuğu bir toplum modeli inşa edilmiştir. Yasalar zengin ve soyluların mallarını  korumak, onların daha fazla zenginleşmesini sağlayacak yolları  açmak, tiranların zorbalıklarını meşru göstermek ve zayıf olanların zengin olanlar için silahlar kuşanıp savaş yapmasını  dolayısıyla ölmelerini haklı göstermek için ihdas edilmiştir. Vergi memurları vergileri efendilerini daha da semiz hale getirmek için toplamakta olup, zayıf olan insanların daha fazla yoksulaşmasını  bir hukuka ve gerekçeye bağlamışlardır. Açlık gününde yoksulu doyurmak yerine yoksulluğun artmasıyla kendi erklerini daha da pekiştirme yoluna gitmektedirler. Kolluk güçleri güçlü olanları rahatsız edecek ve onları tehlikeye sokabilecek her türlü eylemi, toplantıyı, gösteriyi suç saymış ve bunları yapanların şiddetle cezalandırılmasını yine doğal hukuka bağlamıştır. Mülkiyet hakkını kutsallaştırıp bu hakkı özgürlüğün temel unsuru sayarak doyumsuz arzularıyla gaspettiği toprakları güvence altına almıştır.

     Allah’a iman edenler tek kanun koyucu olarak Allah’ı tanımalarından ötürü  nefsinin esiri olmaktan çıkarak Allah acaba eylemlerimize ne der sorusunu sürekli canlı tutup kendisi dışındaki dünyaya saygı  göstererek, İsa’nın deyimiyle “içinizde birinci olmak isteyenler en çok hizmet edenler olsun” düsturuyla hareket edip kardeşinin nefsini kendi nefsine önceleyen olmuşlardır. Sürekli müstağnileşme tehlikesine karşın uyarılan müminler Allah’ın kendilerine bildirdiği yoldan dışarı çıkmadan (zalim olmadan), Allah’a verdikleri sözü bozmadan (fasık olmadan), vahyin üzerini örtecek yaşamı, mazeretleri ortaya koymadan (kafir olmadan), yaptıkları hususunda iki yüzlü davranmadan (münafık olmadan) ve azıcık Allah’a azıcık da nefsinin ona emrettiği başka ilahlara kulluk yapmadan (müşrik olmadan) dini yalnızca Allah’a özgüleyerek bir adalet ve mizan içinde hayat kurarlar.

     Değişimin çok süratli yaşandığı modern çağlarda açlık şekil değiştirmiştir. Örneğin bugün Somali açlığın pençesindedir. Sorun Somali’de gıdanın üretilememesi veya Somali’nin kaynaklarının ihtiyaç duyduğu gıdayı dışarıdan temin edecek imkâna sahip olmaması değildir. Sorun, kapitalizmin oraya el atması ve efendilerin daha fazla semizleşmesi için bütün bir halkın açlıkla ölüme terk edilmesi meselesidir. Dünyanın en zengin uranyum yataklarına sahip bir ülke olan Somali yalnızca uranyum madeniyle dünyanın en zengini olabilecek konumdadır. Ne var ki büyük şeytan ABD, kapitalizmin en büyük temsilcisi bu madeni kendi ülkesine bedelsiz taşırken halkın açlığıyla ilgili hiçbir vicdani rahatsızlık duymamaktadır. Çünkü kapitalist olmanın kuralı vicdanı arzulara kurban etmektir. Açlık gününde yoksulu doyurmak Somali halkına yalnızca yaşayabilecekleri gıdayı vermek olmasa gerek. Onların kader olarak gördükleri bu açlığı sonlandırabilmek için kendilerini aç bırakanları onlara göstermek, aç kalmamaları için sarılmaları gereken öğretiyi onlara sunarak direniş güçlerini kuvvetlendirmek gerekmektedir. Aksi takdirde yalnızca onları yapılan bağışlarla doyurmak onları köleliklerine razı etmek demektir.

     İnsanın açlık gününde yoksulu doyurabilmesi için kendi açlığından kurtulması gerekmektedir. Yani kapitalizmin ve diğer tüm izimlerin esiri, kulu, kölesi olmaktan kurtularak yalnızca Allah’a kul olması gerekmektedir. İnsanın ihtiyaçlarını sınırsız olarak belirleyen, doyumsuz, tamahkâr bir ideolojinin insanlığa hayır getirmeyeceği ortadadır. İnsanı makine gibi gören ve onun fıtratını görmezden gelen bir ideolojinin de insanlığa hayır getirmeyeceği ortadadır. İman ettiğini söyleyen insanların kendi nefsinden başlayarak değiştirecekleri dünya için çok güçlü donanımlara ve sağlam ahlaki duruşlara ihtiyaçları vardır. Ağır bir söz vahyedilmiştir insana. Bu ağırlığı kaldırabilmek için daha fazla dikkate, okumaya ve tefekküre ihtiyaç vardır. Hem kölelik düzenlerine hem de açlık günlerine karşın verilecek mücadelenin özünü ve şeklini bize sunan vahye sahip çıkarak onunla daha fazla meşgul olup ve hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline getirmek zorundayız. Çünkü mümin olmak öncelikle kendisine kulluk ettiğimiz tüm sahte ilahlardan arınmakla başlar. Eğer ki Allah’ın dışında kendisine kulluk ettiğimiz; parti, nefis, ülke, ideoloji, lider vs. tüm bu putlardan azıcık dahi bizde kalsa ilah olarak yalnızca Allah vardır sözümüz havada kalacaktır. Zira biz putlarımızdan arınarak tek ilahı kabullenmiş olmayacağızdır. O zaman da insan kendisine gösterilen sarp yokuşu tırmanırken oksijensiz kalacak ve belli bir noktadan sonra gerisin geriye dönenlerden olacaktır. Günümüz İslam dünyasında bu tabloyu maalesef çok fazla görmekteyiz. Sözün ağırlığına önem verilmediği için sarp yokuşun zorluğuna ve bu yokuş için hazırlanması gereken erzağa da ehemmiyet verilmemektedir. İşte bu yüzden de açlık gününde yoksullar daha fazla açlığa ve yoksulluğa itilmektedirler.

     Allah, insanların kul olduğu gerçeğini hatırlayarak yaşamalarını  emretmektedir. Kulluk, vahyin insana yap dediklerini gücü ölçeğinde yapmakla yükümlü olduğu şeydir. Yapmaya imkân ve kudreti varken bazı görevlerini yerine getirip bazı görevlerini savsaklaması değildir. Böyle olması durumunda Allah insanı  hemen uyarmakta ve bu şekilde yaşamasının şirk olduğunu hatırlatmaktadır. Şirk koşan bir insan arzularının elinde yoksullaşacağından kendi açlığına çözüm üretemeyen bir zavallı olacaktır. Böylesi insanların kendisini mümin görse bile insanlığa ve kendine dair çözüm önerileri kökü toprağın üstünde ağaç misali her an anlamsız ve yıkılmaya mahkûm olacaktır. Açlık gününde yoksulu doyurmak ancak iman edenlerin yapabileceği bir şeydir. Zira müminler yalnızca insanların midesini doyurmakla kalmaz onların kalplerini de, zihinlerini de doyururlar ki bir daha hiç aç kalmasınlar.