Bünyamin ZERAN
AHLAK, İNSANIN KENDİNE YABANCILAŞMASINA ENGELDİR
Her insan yaşadığı evrende kendi konumunu sorgulayarak hayata bakmasını bilmelidir. Popüler kültürün yoğun bombardımanına tutulmuş birey içerikten yoksun bilgilendirmelerle, sistemin belirlediği gündemlere takılarak asıl olması gerekenden uzaklaşmaktadır. Sistemler bir bütün olarak ilahi olmaktan uzaksa insanı kendine yabancılaştırmakla uğraşırlar. İnsan, kendine yabancılaştıkça varlık sorununu da sorgulamayı bir yana bırakır. Kendine yabancılaşan insan yaşadığı evrende iki ayak üzerinde mi yoksa dört ayak üzerinde mi yaşadığını fark edemez.
İnsan, eşrefi mahlukat olarak yaşamayı seçecekse eğer, elbette ahlaki kuşanmışlığıyla birlikte, bilgi birikimini de azığına katmış olması gerekmektedir. Ahlak her zaman bilgiden önce gelir. Zira ahlaksız bir bilgi, kötü insanların elinde güçlü bir fitneye dönüşebilir. Bilgisiz bir ahlakta bilgili ahlaksızların kötü yönetimlerine maruz kalabilir. Böyle bir durumda da değerini yitirmeye ve yozlaşmaya başlar. Öyleyse önce ahlak ve beraberinde de bilgi mümin için olmazsa olmaz koşullardandır. Özellikle sanayi devriminden sonraki İslami hareketler dikkatle incelendiğinde birçok düşünür içinde bulunduğu toplumsal yapıya bağlı kalarak kimi kuramlar geliştirmişlerdir. Tüm bu hareketler incelendiğinde karşımıza çıkan şey bilgi ve ahlakın birlikte yürütülememe sorununun varlığıdır. Tabii ki bütün hareketler için söylediklerimiz geçerli değildir. Kuran, bir dünya görüşü olan ve hayat rehberi olan kitaptır. Kuran, pratik edilmeden anlaşılmayan bir kitaptır. Kitabın kendisini okuyucuya açması ancak okuyucunun O’na iman etmesi ve saf bir zihinle teslim olmasıyla mümkündür. Öyleyse Kur’an, sözlerinin bir vücutta şekillenmesini beklemektedir. Örneğin mearic suresindeki şu ayetler gibi: “Ancak, namaz kılanlar başka. Onlar, namazlarına devam eden kimselerdir. Onlar, mallarında; isteyenler ve (isteyemeyip) mahrum kalanlar için belli bir hak bulunan kimselerdir. Onlar ceza gününü tasdik eden kimselerdir. Onlar, Rablerinin azabından korkan kimselerdir. Çünkü, Rablerinin azabından emin olunamaz. Onlar, mahrem yerlerini koruyan kimselerdir. Ancak eşleri, yahut sahip oldukları cariyeleri başka. Çünkü onlar (eşleri ve cariyeleri ile olan ilişkileri konusunda) kınanmazlar. Kim bunun ötesini isterse, işte onlar sınırı aşan kimselerdir. Onlar, emanetlerini ve verdikleri sözü gözeten kimselerdir. Onlar, şahitliklerini dosdoğru yapan kimselerdir. Onlar namazlarını titizlikle koruyan kimselerdir. İşte onlar cennetlerde ikram göreceklerdir.” (70/22-35)
Yukarıdaki ayetlerde bir müminin mümin olabilmesi için üzerinde barındırması gereken kimi özellikler sıralanmıştır. Bu ve bunun benzeri daha birçok ayetler vardır. Çeşitli konulmuş yasaklar vardır. Şahitliği dosdoğru yaparak yaşanabilen bir dindir İslam.
Öyleyse ahlakı bir kenara koymadan ahlaki zaaflarımızı tespit ederek vahyi kuşanan müminler olma yükümlülüğümüz vardır. Ahlakı kuşanmak, basit sıradan bir iş gibi durabilir. Her Kur’an okuyan kendini ahlaklanmış sayabilir ama şeytanın Allah’a söylediği gibi dosdoğru yolun üzerinde oturup insanlara her türlü zaaflarından yaklaşarak insanları yoldan çıkarabilir. Eğer ahlaki kuşanmışlığı yapabilirsek dedikodu üretmeyiz, birbirimizin ardından kılıç çekmeyiz, yapılabilecek her türlü işi gönülden ve sonucuna razı olarak yaparız. Kin, nefret, haset duygularından, hırslardan arınarak yolumuza devam ederiz ki Allah kuşkusuz bu yolu bereketlendirir. En doğruyu söylediğimiz iddiasıyla hareket etmeyiz. Bizim doğrularımızdan daha doğruların çıkabileceğini kabul ederek ve en doğruyu Allah’ın bildiğine şüphesiz iman ederek yaşarız. En doğru olan bizim cemaattir, bizim düşüncemizdir demeyiz. Ahlaki kuşanmışlık bize olgunluk ve tevazuyu kazandırır. Ahlaki kuşanmışlık bize yeryüzünde iki ayak üzerinde yürüme erdemini kazandırır. Kur’an ahlakı ve o’nun dairesinde elde edilen insanı kemale erdirecek tüm bilgiler bize yeryüzünün hükümranlığını kazandırır. İnsanın kendisine yabancılaşmasının önüne geçer.
Emperyalist sistemler insanların fark etme duygularını ellerinden alarak onların köleleşmesini sağlarlar. Bunun için din dahil her türlü argümanı kullanmaktan çekinmezler. Birçok bilgiye vakıf ama hiçbir bilgiyi yeterince derinlemesine bilmeyen ve bunu da önemsemeyen bir nesil inşa etmek ister ki böylesi bir topluluğu idare etmek kolay olsun. Hazcılık, pragmatizm, oportünizm seküler bir düzen içinde yükselen değer haline gelir. Sekülerizm giderek profan toplumları çoğaltmaya başlar. Böylelikle efendilerin insanlığı idare etmesi bir o kadar kolaylaşır. İsmet Özel’in dediği gibi “başkalarının aşkıyla başlar hayatımız ve başkalarının hınçlarıyla devam eder” işte İslam, hayatı; insanda olması gereken aşkla başlatır ve aynı aşkla bitirir. Emperyalizm insanı köleleştirip aşağılarken; İslam, insanı vahyin ahlakıyla yoğurup ona varlık bilincini sürekli hatırlatarak onu eşrefi mahlukat seviyesine çıkarır.
Yeryüzünde Ahlaki kuşanmışlık ve çağını tanıyarak oluşmuş hiçbir hareket olmasın ki bugün belleklerde hala saygıyla anılmıyor olsun. Eğer bugün bir inkılap yapılacaksa müminlerin bunu öncelikle vicdanlarında yapmaları şarttır. Seyyid Kutub’un da üzerinde durduğu şey aynen bu idi. Niçin bugün örnek bir Kur’an nesli oluşmuyor sorusunu sorarken karşılığında verdiği cevap ahlaki bir duruşla ve teslimiyetle Kur’ana yaklaşılmadığıydı. Gerçekler basittir ve tüm hareketler basit bilgiler üzerinde yükselir. Ahlak karmaşık bir şey değildir. Basit ve anlaşılabilirdir. Birçok felsefi düşünceyi anlamaya harcanan çaba biraz da Kur’an ahlakını üzerimizde bulundurup bulundurmadığımızı tefekküre harcanmalıdır. Bu bize fark etme duygusu kazandıracaktır. Bu bize aşkı yükleyecektir, bu bize uzun bir yolculuğun meşakkatlerine dayanma gücü ve tehlikelerine karşı uyanık kalma basireti verecektir. Bize bilincimizi bağışlayacaktır.