13-01-2014 10:13

Aile çökertildi, modern kölelik başladı

Belgesellerden bilirsiniz, avcının ana stratejisi, avını önce sürüden ayrı düşürmektir. Sonrası ise teknik bir süreçtir. Batı`da `aile` kavramını telaffuz etmenin bile ayıp olmasının bir işlevi var. Aile kavramının `Bireysel özgürlük` ve `kendi hayatını yaşama` sunağı önünde kurban edilmesiyle, dayanışma, sevgi, paylaşma gibi doğal yaşam alanlarından mahrum kalan bireyler korumasız durumda.

Aile çökertildi, modern kölelik başladı
Kazazede…
 
Markar Esayan / Yeni Şafak
 
İnsan sürekli çelişkilerin içine batıp çıkan bir deniz kazazedesi gibi… Kendisini kurtaracak bir geminin yakınından geçmesini bekliyor ve suya batıp çıkmaya devam ediyor. Bu arada, Hollywood filmlerinin ana teması olan 'Güç senin içinde' mantraları ile kişisel gelişim kitapları arasında ruhaniyatını 'güçlendirmeye' çalışıyor. Ama içlerinde sürekli acıyan bir gerçek var. Hiç de mutlu değil insanlar. Huzurları kaçmış durumda ve nereye gittiği bilinmiyor.
 
Bütünlük…
 
Bireyci olmak ile kendini tanıma gerekliliği birbiri ile karıştığından beri bu çelişki giderek büyüyor. İnsan, kendisinden kendisinin sahtesini üretmeyi başarmış durumda. Modern dünyanın en büyük buluşu sahte insan yapmak oldu. Kendi karadeliklerinde kaybolduktan sonra 'Nerede hata yaptık' sorusunun kendisinden bile mahrum oldu insanlık. Batı'da 'Ahlak', 'ruhaniyat', 'aile' gibi kavramları telaffuz etmek hala ayıp. Bunu yaptığınız anda, ya radikal, ya da meczup muamelesi görmeniz yüksek olasılık. Ama insanlar akşam evlerine gittiklerinde, mutlu olmak için sahip olunmasının önerildiği her şeye sahip oldukları halde mutsuz olmanın nedenlerini sorguluyor. Kendilerini kazıklanmış hissediyor ve kazıklanmış olduklarını kimseye hissettirmemek için kazıklanmamış gibi davranıyorlar.
 
Hep neşeli ve esprili haldeler biraradayken… Ama bu biraradalık paylaşmayı değil, birbirlerini 'tanık' tutmayı ima ediyor. 'Yaşıyorum ve çok da başarılıyım, tanıklarım bu insanlardır…'
 
Batı'da ve sanırım artık Türkiye'de de en hızlı büyüyen topluluk bekârlar veya boşanmış genç insanlar. Kadınlar, artık kendi içlerinden bir çocuk çıkarmanın bedelini göze alamıyorlar. Erkekler de öyle... Bir çocuğun hayattan kaç sene 'götürdüğü' ile içine girilen karabasanlar, hormonları bastırma gücüne sahip. Alışveriş merkezlerinde iki-üç çocukla koşuşturan ailelerin görüntüsü bir kâbusu ima ediyor. Böylelikle doğru yaptıklarını düşünüyor ve rahatlıyorlar. İyi döşenmiş evlerine giderek istedikleri hoş müziği dinlemenin ve istediği şeyi istediği anda yapabilmenin verdiği özgürlükle 'doğru' hayatı yaşadıklarını düşünüyorlar. Ama, yıllar hızlıca geçiyor ve 'yalnızlık ile yalnız kalmak' arasındaki o büyük farkın karıştırıldığı, yalnız kalma mutluluğunun ancak başka insanları hayatımıza almakla mümkün olduğu, genelde ileri yaşlarda fark ediliyor.
 
Eşler, dostlar da artık akıllı telefon alır gibi seçiliyor. Sürekli daha yenisi, daha iyisi, daha güzeli var ve bundan mahrum olmak düşünülemez bile. Edindiğimiz 'şey', edindiğimiz anda değerini yitiriyor. Cinsellik, bu pazarın istismar ettiği en büyük değer olarak, gittikçe karanlık bir şeye dönüşmüş durumda. Bütünlüğünden koparıldığı anda her şey sahteleşip, insanı kötü hissettiren alelade birşeye dönüşüyor. Cinsellik de artık bir bütünün parçası değil. Sonda değil, başta, hatta tanışmadan harcanan bir tüketim aracı. Dolayısıyla, bir mucizenin, yani dünyaya bir aşk, iki insandan bir insan getirmenin kutsallığını kaybederek, kendinden menkul bir eylem olarak aşağılanıyor. Bu haldeki bir eylem, sürekli tekrarlanarak insanı düş kırıklığı denizinde bir kazazedeye dönüştürüyor.
 
Modern insanın en büyük erdemlerinden birisi 'kararsızlık'… Kararsızlık, karar verilmediği sürece, insanı her olasılığı elde etme eşiğinde tutuyor. Diyelim ki bir durum karşısında beş seçenek var… Sürenin çoğu, bunlardan birisini seçmek ve onu hayatımıza almak yerine, bizim için hangisinin daha kârlı olduğunu düşünmekle geçiyor. Karar verme sürecinin karar vermenin yerine geçmesi, beş seçeneğe de aynı anda sahip olma olasılığını yitirmemek anlamına geliyor. Garip gelebilir ama, gerçek durum bu.
 
Batılı toplumlarda gençler arasında intihar oranlarının hızla yükselmesi, adı konmayan büyük bir hastalığın habercisi. Batı bununla yüzleşemiyor. Yüzleşmesi, kendi üzerine derin bir düşünce ile mümkün. Bu ise, tüketim toplumunun ve insanı nesneleştiren tüm o Hollywood, Wall Street düzeninin yıkılması anlamına gelecek. Ancak dibe vurarak göze alınacak, daha doğrusu mecbur kalınacak bir durum bu.
 
Belgesellerden bilirsiniz, avcının ana stratejisi, avını önce sürüden ayrı düşürmektir. Sonrası ise teknik bir süreçtir. Batı'da 'aile' kavramını telaffuz etmenin bile ayıp olmasının bir işlevi var. Aile kavramının 'Bireysel özgürlük' ve 'kendi hayatını yaşama' sunağı önünde kurban edilmesiyle, dayanışma, sevgi, paylaşma gibi doğal yaşam alanlarından mahrum kalan bireyler korumasız durumda. Hatta kurulmuş ailelerin bile bir aile olduğu çoğu durumda artık söylenemez. 'Aldatma' bir ahlak meselesi olarak ele alınıyor. Oysa Batı'da ahlak, bireyselliğin dokunulmazlığı içinde ancak bir dogma olarak değerlendirilebilir artık. Oysa sözleşmelere uymamak, insanın kendisine dair birşeydir. İnsan, önce kendisine karşı suç işlemeye alışır. Sonrası yine teknik bir meseledir. İnsanın kendisine saygısını yitirmesiyle başlar her şey. Ahlak, ancak böyle bir bütünlük içinde işlevsel olabilecek bir kavramdır. Bütünlüğünden koparılan bir eylemin, her şekilde bir gerekçesi bulunur çünkü.
 
Evleri özgür olmak için terk etti insanlar. Ama şimdi, modern köleler olarak sürgünde ve mutsuz yaşıyorlar.
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !