26-09-2013 10:11

Akif Emre, postmodernizme sığınma yanlışını yazdı

`Ulusdevletin ideolojik dayanaklarını, ulusçuluğu, tek boyutlu - tek sesli toplum modelini eleştirmede kullanışlı argümanlar sunan postmodern teorinin temelde modernite içi eleştiri olduğu, modernitenin kimi sonuçlarına ve bunu besleyen Batı toplumlarının yerleşik değerlerine bir tür kafa tutmaktan ibaret olduğunu göz ardı ederek aceleci ve de pragmatist bir tutumun tuzağına düşüldü. Hıristiyanlık eleştirisinin aynı zamanda bir din eleştirisi ve dolayısıyla İslam eleştirisi olabileceğini bile fark edecek `entelektüel basiret`i gösteremediklerini söyleyebiliriz.` Akif Emre, `Postmodern tasavvur tuzağı` başlığıyla yazdı...

Akif Emre, postmodernizme sığınma yanlışını yazdı

Postmodern tasavvur tuzağı

Akif Emre / Yeni Şafak

Postmodern tartışmalar Türkiye'ye çok geç girdi. Modernizmle hesaplaşamamış, bunu aşamamış aydınlarımızın postmodernizmle tanışmaları da iğreti bir duruş sergiledi. Türk modernleşmesini kutsayan elitist okur-yazarların postmodern eleştirilerden hazzetmemesi gayet anlaşılır bir durumdu; aksi kendini inkar olurdu.

Ne ki, postmodern tartışmalara büyük hevesle atlayanların başında seçkinler zümresinin yaramaz çocukları, bir de Müslüman aydınlar vardı. Müslüman aydınların postmodernizmle ilişkisi talihsiz bir seyir izledi. Moderniteyi eleştirmek için adeta postmodern teorinin argümanlarına sığındılar. Bu argümanların moderniteye yönelik sahici, temelden bir eleştiri olduğunu varsayarak özellikle ulusdevlet sorunsalı ve doğurduğu sonuçlar üzerinden kendi argümanlarını kurabileceklerini düşündüler.

Ulusdevletin ideolojik dayanaklarını, ulusçuluğu, tek boyutlu - tek sesli toplum modelini eleştirmede kullanışlı argümanlar sunan postmodern teorinin temelde modernite içi eleştiri olduğu, modernitenin kimi sonuçlarına ve bunu besleyen Batı toplumlarının yerleşik değerlerine bir tür kafa tutmaktan ibaret olduğunu göz ardı ederek aceleci ve de pragmatist bir tutumun tuzağına düşüldü. Hıristiyanlık eleştirisinin aynı zamanda bir din eleştirisi ve dolayısıyla İslam eleştirisi olabileceğini bile fark edecek 'entelektüel basiret'i gösteremediklerini söyleyebiliriz.

Türkiye'deki Kemalist modernleşmeyi, postmodernist okumayla eleştirip söz gelimi Kürtçülük/Türkçülük sorunu, din-devlet ilişkisi gibi temel meselelere sıkıştırmaya kalkışmak sadece eleştirel iştahayı tatmin edebilirdi. Bu tür eklektik modernite eleştirisi zaman içinde dinle kurulan ilişkinin yerine ikame edilen ödünç alınmış bir dile dönüşse de biyolojik ömrünü tamamlayan modernist ulusçuluk ve devlet anlayışının yerine ne konacağı sorusu çoktan unutulmuştu.

Ulusçuluğu doğuran ulusdevlet anlayışı yıkılırken çevrede seküler Kürtçülüğün, merkezde ise muhafazakar Türkçülüğün yeşermeye başlaması paradoksal gibi görünse de yüzleşilmesi gereken yeni bir durum. Özellikle eski İslamcıların muhafazakarlara dönüşmesine yahut muhafazakarlaşan İslamcıların muhafazakar devletçiliğe, muhafazakar Türkçülüğe evrilmesine karşılık seküler Türkçü ulusçuluktan çok çeken kimi Kürtlerin de seküler-ulusçu Kürtçülüğe evrilmesi gibi tuhaf bir durumla karşı karşıyayız.

Postmodern eleştiriye sığınarak ulusdevleti, ulusçuluğu eleştiren muhafazakar ve eski İslamcıların elinde iki seçenek vardı; ya sahih kavramlara, yani kendi paradigmalarına geri dönerek duruş sergilemek yahut modern ulus/çu devletin bıraktığı boşluğu yine modern paradigmanın imkanlarına sığınarak doldurmaya çalışmak. Büyük çoğunluk ikinci yöntemi seçerek liberal yahut 'neo-İttihatçı' söylemle kendini aşmayı deneyecekti.

Ortak bir tasavvur etrafında buluşmak adına uygulanan tek tip insan ve toplum modeline karşı çıkarken birden Kürt ulusçuluğu ile karşı karşıya kalan bu postmodern şaşkınlık hali her iki tarafta da devam ediyor. Kimlik ve ötekileştirme itirazları yarım yüzyıl öncesinin modern ulusçuluğunu Kürtlük ve Kürtçülük adına yeniden inşa edilerek tarih dışı bir yanılsamayı yaşıyor. Yeni durumu ödünç kavramlarla açıklamakta zorlanan, buna karşılık eleştirdiği eski hali daha muhafazakar çehre ile aşmaya çalışanlar için postmodern eleştiri çoktan unutulduğu gibi liberal söylem de eskimiş görünüyor. Üstelik liberallerle de makas gittikçe açılırken neo-İttihatçılığın doğmadan ölmeye mahkum olduğu idrak edilmiş durumda.

Postmodern eleştirinin temelde sahip olunan sahih değerleri de yıkmak için kullanışlı olabileceği, hem ortak tasavvur boşluğunun ortaya çıkmasıyla hem de yaşanan son toplumsal gerilimlerle daha da hissedildi. Postmodern eleştiri Kürtlerle de, başkalarıyla da ortak bir tasavvur imkanını ortadan kaldırdı. Aynı şekilde din, devlet ve toplum ilişkilerinin dokusunu parçaladı. Bir tür nihilizme yahut protestan din anlayışına kapı araladı. Liberal düşünce ise sahte bir özgürlük ve ikiyüzlü bir adaletten başka bir şey sunmayacaktı.

Gelinen noktada Ortadoğu'nun sekter ve ulusal parçacıklara yeniden bölünmesine yol açacak kimi ödünç kavramlar/emanet argümanlar yerine pragmatizme düşmeyen, bunu aşan sahih bir duruş ve dil geliştirmek zorundayız. Bunu ne Türk ulusçuları ve arkasındaki devletçi zihniyet ne de Batıcı seçkinler gerçekleştiremeyeceği gibi her durumda hep alacaklı görüntü sergileyen Kürt ulusçuları da yapamaz.

YORUMLAR
  • Kemal Songür   26-09-2013 12:25

    Seküler zihinlerin ürettiklerinden birine sığınma ya da kullanma basiretsizliğini, bu üretimlere karşı yine aynı mahfillerin ürettiğiyle savunma reflekslerine düşebilme sığlığını çok veciz özetleyen harika bir makale. ''Denize düşen yılana sarılır''gibi sinsi tercihlere hapseden yaklaşımlar çok tehlikelidir, ikisi de öldürücü olan seçeneklere mahkum olmak/kılınmak müslümanın işi olmasa gerektir. Postmodernizmin modernizme nazaran çok daha tehlikeli ve sinsi olduğu unutulmamalıdır.