Bünyamin ZERAN

16 Mayıs 2012

ALİM OLMAK MI ENTELEKTÜEL OLMAK MI?

Alim olmak ve entelektüel olmak arasında çok büyük bir fark vardır. Alim Kur’an’ın kullandığı bir kavram olup Allah’ın vahyini bilen ve ona uygun yaşayan, sorunların çözümünü vahye uygun şekilde yapan ve hayatını Allah için adayan kimsedir. Bu kimse yaratılış fıtratı üzere olduğu dine yani İslam’a bağlıdır. Entelektüel ise yalnızca bilgi alanında etkili olup ameli sahada hiçbir sorumluluk yüklenmeyen kimsedir. Kur’an’ın tanımına göre “kitap yüklü eşektir.”

İslam’ın kullandığı kavramlara dikkat edecek olursak her bir kavramın ameli sahada varolduğunu hatta amel olmadan anlaşılmadığı yani künhüne varılmadığı görülecektir. Onun için İslam bir tanımlama yaparken kitabın yalnızca başkalarına okunan bir kitap olmadığını ve okuyanı da bağlayan bir kitap olduğu gerçeğinin altını çizer. Allah, kitap yüklü eşekleri cehennem odunu olarak tarif ederken alimleri ise Allah’tan gereği gibi korkanlar olarak tanımlar. Allah’tan gereği gibi korkmak kuşkusuz insanın tüm varlığını O’na adaması demektir. Allah’tan korkmak demek kulun ameli sahada bir arı gibi çalışması demektir. Kendimizi bu ölçekte değerlendirdiğimizde bir alim mi yoksa kitap yüklü eşek mi olduğumuzu farkederiz. Çünkü tevhidi mücadele yalnızca dergilerde, sitelerde, gazetelerde yazmakla olmaz. Yalnızca konferans ve seminerler vermekle de olmaz. Bunlar bütünün parçalarıdır hiçbir zaman tek başına yeterli olmaz. Alim olmak tüm bunların yanında etrafında olan pisliğe, çağın kirliliğine vahiyle çözüm üretecek bir zihne ve ameliyeye sahip olmaktır.

Alim olan kimse yaşadığı çağa şahittir. Tıpkı resuller gibi. Vahyi duyar ve ona inananların ilki olmak için yarışa girer ve bu mesajı tüm benliğiyle kabul ettikten sonra en yakınlarından başlayarak herkese duyurmanın telaşına kapılır. Bıkmadan usanmadan, gece demeden gündüz demeden, gerek açık gerekse gizliden sürekli anlatır. Projeler geliştirir, uykularından fedakarlık yapar, işini bunun üzerine bina eder, gecesi İslam’dır, gündüzü İslam. Yalnızca bir şeyleri yazayım, çizeyim sonra köşeme çekileyim demez. Çünkü ağır bir söz inmiştir ona. Geceleyin yatağından kalktığı gibi gündüzleri de gaflet örtüsünden kalkar. Kendini müstağni görmez. Bilir ki en sonunda kendisini hiçbir şey değilken yaratan rabbine dönecektir. Rabbine ahireti için önden elleriyle güzel şeyler takdim etmesi gerektiğinin bilincindedir.

Alim kimse yaşadığı çağın sorunlarını gören ferasete sahiptir. Yaşadığı dünyaya dar bir pencereden bakmaz, yüksek bir yere çıkar ve olaylara tepeden çok üstten bir bakışla bakar. Sistemi tüm unsurlarıyla görür ve mücadele ederken sistemlerin küçük yemlerine takılmaz. Onların dilini bilir ama kendi diliyle konuşmayı tercih eder. Zira onların dili hayır üretmez. Onların dili üretilebilecek hayırları da ifsad eder. Alim kişi kendi kimliğinden utanmadığı gibi, aşağılık hissine de kapılmaz çünkü kendi inancının Allah nazarında geçerli tek bir inanç olduğuna iman eder. Yığınların alkışına değil Allah’ın rahmetine yüzünü çevirir. Bilir ki her şeyi takdir eden O’dur. Alim kimse geçici olanın hevesine kapılarak ebedi olanı kaybetmeyi asla istemez. Dünyanın bütün para eden şeyleri, süsü onun için yalnızca O’na ulaştırıyorsa makbuldür. Eğer Allah’tan uzaklaştırıyorsa ne kadar çok olursa olsun elinin tersiyle iter.

Alim olan kimse tek bir efendi, otorite tanır ki o da Allah’tır. Kızdığı  zaman Allah için kızar, sevdiği zaman Allah için sever. Kişisel takıntıları olmaz. Allah her türlü düşüncenin ve kuruluşun üstündedir alim kimse için. Güvenilir bir limandır. Sınırları  belli olan, sabitesi net bir şekilde ortada olan ve asla hayasızlık, vefasızlık barındırmayan doğru sözlü kimsedir. Olaylara doğru hükmeden, sorunları büyük bir basiretle çözebilen ve yaşadığı anın gidişatını doğru okuyabilen akli selim bir kimsedir. Sorumluluk almaktan kaçmayan, yapılacak bir işe en önde koşturan ve insanları kendine hizmetçi kılmayan ve etrafındakileri sürü olmaktan uzaklaştırıp sürekli vahiy ile düşünen, sorgulayan kimseler olması için çabalayandır. Alim kimse, dini sermaye sahiplerinin çıkarlarını koruyan, zalim iktidarların koltuklarında rahat etmelerine imkan tanıyan bir hale getirilmesine şiddetle karşı çıkan ve bu tavra sahip düşünce ve kişilere de şiddetle savaş açan kimsedir. İslam’ı sulandıran, özünden uzaklaştıran, yalnızca vicdanlara hapseden ve yeryüzüne müdahale ettirmek istemeyenlere karşı Allah’ın yeryüzünün, gökyüzünün ve ikisi arasındakilerin de rabbi ve ilahı olduğunu hatırlatan kimsedir.

Peki tüm bu tanımlamaların yanında entelektüel kimdir, nedir? Geleneksel anlamı içinde, düşünsel veya zihinsel etkinliğe yönelmiş, bilgili, değerlendirme ve eleştiri gücü yüksek, topluma öncülük etme misyonu yüklenmiş aydın, çağdaş, varoluşçu filozof.1 Entelektüel kelimesinin kökeni Latince intellectus (anlamak) sözcüğüne dayanır. Cemil Meriç’e göre tarif edecek olursak “fikir züppesi, ukala”dır. Hatta biraz daha ileri giderek entelektüeli “düşünce jigolosu” olarak tarif eder. Lenin’e göre ise entelektüel “kendini dünyanın tuzu biberi sanır ama pisliğidir sadece.” “Entelektüel kavramı Fransızca’dan gelmektedir. Entelektüel kavramı Fransız İhtalilnde yaşanan bir davaya dayanır. Dreyfus davası, Fransız siyasi hayatının en unutulmaz sayfalarından biri. Bir yanda devlet, onun kilisesi, ordusu, ve bütün saygı değer kurumları ile Fransa. Öte yanda adalet ve hakikate susamış, bir avuç yazar.”2 14 ocak 1893 tarihli L’Aurore gazetesi entellektüellerin beyannemesini yayımlar. Kurulu düzene karşı bir savaş ilanıdır beyanneme. Gelenekle kalem arasındaki bu savaşın baş kahramanı Zola, çağın en belirgin entelektüel tipi. O tarihten sonra entelektüel, yazı veya söz aracılığı ile toplumun şuurlanmasına yardım eden kişi olur. Yol gösteren aydınlatan, itham eden kişi. Kelime sol’un bayrağıdır artık.

Tabi bu kavramı açılarken Fransız ihtilalini, ihtilalde ortaya çıkan sağ ve sol kavramlarını da bilmemiz gerekiyor. Fransız ihtilali 5 mayıs 1789’da Versailles’da toplanan tamamı burjuvadan oluşan 578 üye ile birlikte feodallerin 270, ruhbanların da 291 üyesine karşı başlatmış olduğu bir mücadele olup3 4 Ağustos’ta “Feodal rejimin” tamamen yıkıldığı kararını almasıyla devrimin ilk bölümü tamamlanmış oldu. Fransız devrimi birilerinin bahsettiği gibi insanlık yararı amaçlanarak yapılmış bir devrim değildir. Bu devrim yalnızca aydınlanmayla birlikte sermaye sahibi burjuvaların, toprak sahiplerine (feodallere) ve onların destekçisi ve ortağı olan ruhbanlara karşı sınıf üstünlüğünü ilan etme mücadelesidir. Artık devir toprak sahiplerinin üstün olduğu devirden çıkıp sermayenin üstün olduğunun ilan edildiği bir devirdir. Yani bu devrimde halk bir figüran olarak kullanılmaktan öteye gitmemiştir.

Bu çalkantılı dönemlerde iktidarı elinde tutmak için gayret gösteren sivil toplum teşkilatları, dernekler, kulüpler mantar gibi çoğalmaya başlar. Bunların içinde en önemlisi Jakobenler kulubüdür.  Ve meclisi genel olarak iki burjuva grubu ele geçirdi. Meclisin sağ tarafını ılımlıllar diye tabir edilen Jirodenler, sol tarafını ise Jakobenler oluşturdu. Meclisin ilk yıllarında kiliselerin ve hapishanelerin basılarak 1200 kişinin ayak üstü yargılanıp idam edilmesinden tutun da kral 16. Luis’in kafasının kesilerek öldürülmesi ve Fransa’nın cumhuriyet olarak ilan edilmesi sürecine kadar hep birlik ve beraberlik içinde hareket ettiler. Kısacası aynı sosyo-ekonomik kökenden gelen bu grup düşünsel olarak da aynı idiler yalnızca yöntem olarak birbiriyle çatışma halinde idiler. Bu yöntem sorunu daha sonraları kanlı çatışmalara kadar işi vardıracaktır.

Toplum içinde entelektüelin tanımlandığı ilk vasfı dürüstlüktür. İnsan, insanın kurdudur diye tanımlandığı bir çağ  da kime karşı ve hangi referansa göre dürüstlük? Fransa’da entelektüel hükümlerini herhangi bir nas’a bağlanarak değil akıl ve tutkularına bağlanarak verir. Çünkü dönemin şartları da göz önüne alındığında kiliseye karşı bir savaş verilmekte ve tanrının iradesi reddedilmektedir. O dönemin entelektüelleri için aklı oluşturan unsurlar burjuvaların liberalleşme istekleri ve özgürlük vurgularıdır. Çünkü daha çok tüketim ve daha çok mal satabilme ancak özgürlük vurgusuyla yapılabilirdi. Onların akıl dediği şey her türlü sınırlandırıcı düşünceden, gelenekten, sabitelerden koparak yalnızca evrensel doğrular olarak tanımladıkları hümanist anlayışı esas alan, insanın tanrı olduğu hevaperest bir toplum inşasına yardım etmektir. İşte entellektüelin işi de bu toplumu varetmektir. Onun için burjuva enetelektüele sahip çıkar. Grev yapan işçilerin üzerine ateş açabilir ama kendisine karşı da olsa entelektüellerini toplu biçimde harcamayı göze alamaz.

Düşünmek, doğruyu aramak, nesnel bilgiye ulaşmak entellektüelin bir diğer vasfı olarak belirtilir. Tarihsel köken itibariyle baktığımızda da dürüstlük ve doğru kavramının bir sabitesi yoktur. Yani görecelidir ve sermaye sahiplerinin doğruları ile parelel olma zorunluluğu vardır. Tıpkı özkürlük ve demokrasi gibi süslü ve aldatıcıdır. Entelektüeller yaşadığı çağa çözüm üretenler değildir. Ya geçmişi kutsayarak geçmişin tekrar edicileridir ya da mevcuttaki popüler düşünceyi tekrarlayanlardır. Mesela Osmanlı dönemi aydınlarına bakarsanız geçmişi kutsayarak yaşamıştır. Aydınlanmayla birlikte ise Osmanlı aydını Avrupa’yı tekrar etmekten başka bir şey ortaya koymamıştır. İçinde yaşadığımız çağa baktığımızda da entelektüelin durumu ortadadır. Yalnızca konuşur, yazar ama ameli sahada yoktur. Yazıp konuştukları ise ferasetten uzak iktidarların sözcülüğünden öte bir şey değildir. Dillerini kitaba karşı eğip bükerler ki konuştuklarında birileri onları kitaptan konuşuyor sansın. Hiçbir davaya bağlanmazlar ve hiçbir cihada katılmazlar. Birer derviştirler ama servilerin gölgesinde değil şatolarda yaşarlar. Sözde ilimcidirler ama hakikate karşı ise yobazdırlar.

Düşünmek yalnızca entelektüellerin işidir! Kendilerini ayrı bir sınıf olarak görürler. Sermaye sahipleri tarafından korunup gözetilirler. Çünkü ortaçağda rahiplerin dini feodallerin çıkarına göre yeniden dizayn ettiği gibi aydınlanmayla birlikte din dışı toplumda sermaye babalarının imdadına entelektüeller yetişmiştir. Entelektüeller modern çağın rahipleridir artık. Çünkü Samiri’nin yaptığı gibi biraz elçinin sözünden biraz da nefislerinden katarak sömürüyü meşru hale getirmektedirler. Sömürge ülkelere ellerinde İncil’le giden rahiplerin yerini aydınlanmayla birlikte modern filozoflar yani entelektüeller almıştır. Bu entelektüeller çağdaş kavramlarla; demokrasi gibi, özgürlük gibi, hümanizm gibi söylemlerle ülkelerin işgallerini meşrulaştırarak sermaye sahiplerinin sermayelerinin artmasında destekçi olmuşlardır. Can alıcı bir örnek olması açısından özgürlük üzerine çok fazla vurgu yapan ve özgürlüğün nerdeyse kendisiyle tanımlandığı kişi olan J. Stuart Mill, Hindistan’ı sömürgeleştiren Doğu Hindistan Şirketinin müdürüdür. Sözde ilimci ama hakikate yobazdır. Entelektüeller yaşadıkları çağın çelişkilerini gizleyerek her şeyi süslü göstermektedirler. İnsanları kitaba çağırmak yerine kendilerine çağırarak tek gerçeği kendilerinin söylediğine insanları ikna etmeye çalışmaktadırlar. İnsanlardan bir sürü sahibi olarak lüks mekanlarında keyif içinde göbek büyüterek saygın bir şekilde yaşamayı dilemektedirler.

İnsanlık Adem’den bugüne şeytanla mücadele içindedir. Alim, Allah’ın safında yer alıp şeytana ve şeytani düşüncelere karşı mücadele verirken entelektüeller ise Allah’ın tarif ettiği sırati müstaqiym’e karşı mücadele vermektedirler. Alim, keyfi hükümlerden ziyade Allah’ın insanlık için nur, şifa ve klavuz olarak gösterdiği doğrularla hem kendini aydınlatan, şifaya kavuşturan hem de toplumu aydınlatan ve ıslah eden konumundadır. Entelektüel ise tarifi, ve tarihsel süreci gereği Allah’ın doğruları karşısına kendi doğrularını yerleştiren ve sahip olduğu toplumsal sınıfı yücelten bir tarafgir pozisyonundadır. Kur’an’da kullanılan kitap yüklü eşek tarifi her ne kadar geçmiş vahyin bilgisine sahip olduğu halde vahyin gereğini yapmayanlar için kullanılmış olsa da burada vahyin dışında onlarca, yüzlerce, binlerce kitap okuduğu halde okuduklarının toplamı vahyin tevhid söylemine denk düşmeyen kimseler için de bu ifade kullanılmalıdır. Zira nasıl ki hacılara bedava su dağıtmak iman etmeye eşit değilse onca okumak, yazmak, konuşmak, birikimli olmak da iman etmekle eşdeğer değildir. Ve yaşamsal boyutta tevhidin ilkeleri geçerli değilse, yaşamımızı çevreleyen unsurlar vahyiden bütün olarak uzaksa (azıcık vahiyden azıcık nefsimizden ise)kitap yüklü eşeklerden farkımız yoktur. Haliyle bu durumda Allah’ın safında şeytana ve şeytani düşüncelere savaş vermekten çok şeytani düşüncelerin ekmeğine yağ çalan diğer taraftayız demektir. Kuşkusuz bu durum bizi alim olmaktan çok zalim yapar.

1 -Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yay.

2 - Cemil Meriç, Mağaradakiler, İletişim Yay.

3 - Editör M. Ali Ağaoğulları, Sokrates’ten Jakobenlere Batı’da Siyasal Düşünceler, İletişim Yay.

Not: Bu yazı İktibas'ın Mayıs sayısında yayınlanmıştır.