21-08-2010 15:28

Başörtüsü Platformu`ndan tutarsızlık eleştirisi

Sakarya’daki 258. başörtüsü eyleminde resmi ideolojiyle hesaplaşmadan referandumda büyük beklentilere girilmesi eleştirilirken, açıklamada emek sorunu, Kürt sorunu, Dersim Katliamı, Heron Skandalı ve AİHM’deki Hrant Dink dosyasındaki savunma da gündeme geldi.

Başörtüsü Platformu`ndan tutarsızlık eleştirisi

İslam ve Hayat

Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu, haftalık eylemlerin 258. eylemle devam etti. Başörtüsü Platformu adına Sakarya Dayanışma Derneği’nden Kadrican Mendi’nin okuduğu açıklamada Halkın temel meselelerinin teğet geçildiği, buna karşı siyasetin gölge oyununa döndüğü günler yaşıyoruz. Perdedekiler; bir kez daha halkın beklentilerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanırken; bizden bu oyuna alkış tutmamızı bekliyorlar... Hepinizin takip ettiği gibi kamuoyunda, referandum süreciyle birlikte darbeci geçmişle hesaplaşılacağı yönünde güçlü bir beklenti yaratılıyor... Fakat söylenenlerle yapılanlar yine birbirini tutmuyor. Bu sebeple sormaktan, sorgulamaktan vazgeçmeyelim." denildi.

Basın açıklamasında birçok toplumsal ve siyasal sorunda söylenilenlerle yapılanların birbirini tutmadığı şu sorularla gündeme getirildi:

"Meydanlarda emekçilerin haklarından bahsedilirken; diğer yandan taşeronlaşma ve sendikalı çalışanları işten atmalar tam gaz devam etmiyor mu?.. Madem emeğe, alın terine önem veriliyor, o halde köleliği aratmayan asgari ücret politikalarına neden son verilmiyor?

Diğer yandan hem meydanlarda Dersim katliamının kınanıp, hem de Tunceli milletvekillerinin verdiği yasa teklifinin Hükümet tarafından reddedilmesi nasıl bir samimiyettir?

12 Eylül’de yapılan insanlık dışı işkenceleri propaganda malzemesi yapıp, 28 Şubatçı darbecilerini görmezden gelmek, 27 Nisan muhtıracılarına “devlet üstün hizmet madalyası” takmak ne kadar ahlakidir?"

Resmi zihniyetle sahiden hesaplaşalım!

Sakarya Dayanışma Derneği sözcüsü Kadrican Mendi açıklamasının devamında şunları ifade etti:

"İyi bilinsin ki; anayasanın ruhu olan Kemalist ideoloji, dokunulmazlığını koruduğu sürece Türkiye, ne bugünüyle ne de geçmişiyle sahici bir hesaplaşmaya gidebilir! Şayet ne kadar özgürleştiğimizi merak ediyorsanız, bunun için temel sorunlarda alınan mesafeyi ölçün; gerçek ortaya çıkacaktır.

Mesela başörtüsü yasağı, hiçbir hukuki dayanağı olmadığı mahkeme kararlarıyla sabitken, nasıl devam etmektedir? Birleşmiş Milletler dahi ayrımcılığa son verilmesini isterken, Hükümet “Türkiye’de başörtüsü yasağı yoktur” resmi tezini nasıl savunabilir?

Ya da Kürt sorunu… Bir halkın en temel haklarını iade etmemek uğruna yıllardır sürdürülen savaşın bitmesi için hangi gerçekçi öneriler getirilmektedir? Sorun, MGK bildirilerine yansıyan savaşkan dille mi çözülecek?

Askeri vesayetin en temel dayanağı olan bu soruna dair anayasa değişikliğinde doğrudan hiçbir teklif yapılmamışken; referandumla vesayetin biteceğini iddia etmek ne kadar gerçekçi?

Heron skandalı da benzer bir duruma işaret ediyor. Hükümet, yetkisini kullanıp gereğini yapmak yerine Genelkurmay’dan açıklama lütfetmesini bekliyor... Yoksa sorumlulardan hesap sormak yerine bir kez daha madalyalar, nişanlar mı verilecek?

Madem Türkiye’de zihniyet değişiyor, bürokratik oligarşi parçalanıyor; o halde bu durum neden kritik sorunlarda kendisini hissettirmiyor? Örneğin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Hrant Dink’i katleden zihniyet nasıl savunulabiliyor? Şayet bu savunma gerçekten utanç verici olarak değerlendiriliyorsa, neden hâlâ geri çekilmemektedir?"

Suistimallere razı değiliz!

Basın açıklaması referandum öncesindeki ve sürecindeki politikalara getirilen eleştirilerden sonra şu ifadelerle son buldu:

"Başörtüsü Platformu olarak, temel sorunlarda resmi zihniyetle hesaplaşılmadığı bir vasatta, büyük beklentilerle sunulan değişikliklerin sadece büyük hayal kırıklıkları doğuracağını düşünüyoruz. Bu sebeple halkın adalet ve özgürlük taleplerinin iktidar mücadelesi uğruna suiistimal edilmesine rıza göstermeyeceğiz." 

Eylemde ayrıca kardeş Pakistan halkına yardım çağrısı da yapıldı.

 

YORUMLAR
  • Hakan Biçer   24-08-2010 18:31

    Hayrettin Karaman ve Referandum hakkında bütün eleştirilere katılıyorum, biri hariç. "Kokuşmuş demokrasinin bir ürünü olan Referandum'a katılmak haramdır". Kanımca merduttur sözü konuyu anlatmak için kafi gelmelidir. Haramlığının ayetlerle net olarak desteklenmesi gerekir. Referanduma katılmanın İslami bir tavır olmadığı konusunda hemfikirim, ama haramdır demenin de zor olduğunu düşünüyorum.

  • HUSEYIN SASMAZ   21-08-2010 16:26

    Öncelikle Hayrettin Karaman'ın 30-07-2010 tarihinde Yeni Şafak Gazetesi'nde kaleme almış olduğu "Müslümanlar referanduma katılabilirler mi?" başlıklı yazısı beni ne kadar mütessir kıldığını ifade etmek isterim. Yazımızın içeriğine girmeden önce, ilim sahibi kimselerin konumları itibariyle nekadar sorumluluk taşıdıklarını, yaşadıları toplumlarda ne kadar etkin söz sahibi olabileceklerini ve diğer insanlara nazaran ne kadar farklı bir pozisyona sahip olduklarını bir kaç Şerî nassla hatırlatmak isterim. Allah Subhânehu ve Teâlâ, İslâm âlimleri hakkında şöyle buyurmuştur: إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ العُلَمَاءُ "Kulları içinde ancak âlimler Allah'tan korkar." (Fâtır 28) Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem ise âlimlerin farklı oluşunu, konumlarının ehemmiyetini şu sözleriyle beyan etmiştir: العُلَمَاءَ وَرَثَةُ الأَنْبِيَاءِ "Âlimler Enbiyâ'nın vârisleridir." (Ebû Dâvud ve Tirmizî, Ebû'd Derdâ Radıyallahu Anh kanalıyla tahriç ettiler) Görüldüğü üzere İslâm, âlimlerine çok farklı bir kıymet vermiş ve sahip oldukları ilimlerinden ötürü onları Nebîlerin vârisleri olmakla ödüllendirmiştir. Allahu Teâlâ'nın buyruğundan hareketle, Allah'tan hakkıyla korkmaya layık zümreler şüphesiz İslâm âlimleridir. Âlimlerin pozisyonunu, pozisyonunu olduğu kadar kendilerine yüklenen sorumluluğun azametini idrak etmek açısından serdettiklerimiz pek mânidardır. Bu hakikatleri sizlerle paylaştıktan sonra Hayrettin Karaman'ın Yeni Şafak Gazetesi'nde yayımlanan "Müslümanlar referanduma katılabilirler mi?" yazısını değerlendirmeye başlayabiliriz. Hayrettin Karaman'ın yazısında şu ifadeler yer alıyor; " Referanduma katılma konusunda din kuralları bakımından tereddüt geçirenlerin bulunduğu anlaşılıyor. Bazı Müslümanlar ‘Bu anayasanın İslam'a uygun olmadığını, ona veya bazı maddelerine "Evet" demenin, İslam'a aykırı olan bir düzenlemeye "Evet" demek hükmünde olduğunu' ifade ediyorlar. Samimi düşüncelere, yorumlara, kanaatlere saygılı olmakla beraber eğer varsa farklı düşünce ve yorumları da dillendirmek gerekiyor. Konusunu örneklendirmeyle sürdüren Karaman şöyle devam ediyor: Şöyle düşünelim: Bir parti başörtüsü ile tesettürü serbest bırakacak, İmam Hatip Okullarından mezun olanların da imtihanını kazandığı üniversitelerde okumasına imkan verecek... bir düzenleme yapacağını vaad ediyor, bir başka parti de bunlara karşı çıkıyor. Seçim sandığı ortaya konduğunda Müslümanlar ya seçimi -yukarıda naklettiğim teze dayanarak- boykot ederler veya Müslümanların işine yarayacak düzenlemeleri yapacağını vaad eden partiye oy verirler. Birincisini yaptıkları takdirde Müslümanların dini hayatlarını yaşamaları daha da zorlaşacak, zaman içinde caiz olmayan davranışlara alışkanlık hasıl olacak ve uzun vadede dini korumak da mümkün olmayacaktır. İkincisini yaptıklarında ise -onların iradesi dışında laik kanunlar zaten var olduğu için- oylarını, İslam'a uygun olan veya Müslümanların, korumaları gereken maddi ve manevi değerlerini korumaları bakımından daha iyi bulunan kanunlara, kararlara ve düzenlemelere "Evet" demiş olacaklardır. (Yeni Şafak Gazetesi, 30-07-10) Hayarettin Karaman'ın söylemlerini bir kaç zâviyeden ele almak ve değerlendirmek mümkün. Muhtasar bir şekilde, Şöyle ki; 1- Meselelerin, vakıaların değerlendirilmesinde, fiillerin tayininde pragmatik düşünce biçimi/yaklaşımı câiz değildir. Pragmatik yaklaşım ya da pragmatizm anlayış şu şekilde izah edilmektedir: " Ameli, neticesinde görülen fayda ve zarara göre değerlendirme yaklaşımı. Amellerde fayda ve zararı ölçü kabul etme yaklaşımı." Başka bir ifadeyle " faydalı olan iyidir, yapılmalıdır, zararlı olan şey kötüdür ve yapılmamalıdır" anlayışı... Yani aklı amellerin tâyininde hakem kılmaktır bu yaklaşımın özü... Kellâ!!!! Bu böyle değildir. Müslümanların amellerinde asıl belirleyici değişken olan menfaat değil, Ahkâmu Şer'iyyedir. Allahu Teâlâ'nın kullarına o konudaki hitabıdır belirleyici olan... Allahu Teâlâ'nın Rasûlu vasıtasıyla gönderdiği Risâlet'e başvurarak hayatımızı O Risâlet'e göre tanzim etmek esas olandır. Şâri'nin ‘hayır' olarak gördüğü hayır, ‘şer' olarak gördüğü ise şerdir bizim için. Müslümanlar için iyiyi-kötüyü, hayrı-şerri ve güzeli-çirkini belirleyecek merci ancak ve ancak Şeriat'tır. Konumuza ışık tutması bakımından şu âyet-i kerimeye tevcih etmek isabetli olacaktır: كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تُحِبُّواْ شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَّكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ "Cihad, hoşunuza gitmediği halde üzerinize farz kılındı. Bazan bir şeyi kerih görürsünüz halbuki o şey sizin için bir hayırdır. Ve bazan da bir şeyi seversiniz, halbuki o şey sizin için bir şerdir. Ve Allah Teâlâ bilir, sizler bilmezsiniz." (el-Bakara , 216) Bazen menfaatlerle Şâri'nin hitabı çatışabilir. Ve Müslümanın burda segileyeceği tavır malumdur. Müslüman amellerinde Şerî Hükümlerle mukayyettir. Neticesi neye varırsa varsın vahye kulak vermeli ve O'na icâbet etmelidir. Allah Suhânehû ve Teâlâ'yı râzı etmenin yolu budur. 2- Fiillerde asıl olan Şerî Ahkamla kayıtlı olmaktır. Müslümanların hayatlarını tanzim etme, karşılaşılan problemlere çözümler üretme selâhiyetine sahip tek kaynak İslam Risâleti'dir. Başka bir anlamda Şari'dir. Allah'ın rızasını arzulayan kimse Allahu Teâlâ'ya, Rasülüne ve getirdikleri hükümlere tâbii olmakta azami gayret göstermelidir. Zaten Müslümanların hayatlarında, karşılaştıkları, çözüme muhtaç problemlerde Şari'nin hakem kılınması dini bir zarurettir. Müslümanlar amellerinin tayininde Şâri'nin hükmüne kulak vermeyip, beşeri akıldan neşet etmiş aklî çözümleri, kokuşmuş küfür sisiteminin bir parçası olan demokrasi îmâlatı olan Referandumu hakem kabul etmeleri kesinlikle caiz değildir. Konuya ışık tutması bakımından zikredeceğimiz âyet-i kerîmeler dikkate şâyandır. Allahu Teâlâ âyetinde şöyle buyurmaktadır: إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ أَن يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللَّهَ وَيَتَّقْهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ "Aralarında hükmetmesi için, Allah'a ve Resulüne çağrıldıkları zaman mü'min olanların sözü: «İşittik ve itaat ettik» demeleridir. İşte felaha kavuşanlar bunlardır. Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse ve Allah'tan korkup O'ndan sakınırsa, işte 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenler bunlardır. " (en-Nûr , 51-52) Başka bir beyânında Allah Celle Celâluhû şöyle buyurmuştur: وَمَنۡ أَعۡرَضَ عَن ذِڪۡرِى فَإِنَّ لَهُ ۥ مَعِيشَةً۬ ضَنكً۬ا وَنَحۡشُرُهُ ۥ يَوۡمَ ٱلۡقِيَـٰمَةِ أَعۡمَىٰ (١٢٤ قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرۡتَنِىٓ أَعۡمَىٰ وَقَدۡ كُنتُ بَصِيرً۬ا ( ١٢٥قَالَ كَذَٲلِكَ أَتَتۡكَ ءَايَـٰتُنَا فَنَسِيتَہَا‌ۖ وَكَذَٲلِكَ ٱلۡيَوۡمَ تُنسَىٰ "Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz. O da (şöyle) demiş olur: -Ben görmekte olan biriyken, beni niye kör olarak haşrettin Rabbim? (Allah da) Der ki: İşte böyle, sana ayetlerimiz gelmişti, fakat sen onları unuttun, bugün de sen işte böyle unutulmaktasın." (et-Tâ-hâ (20) , 123-126) Allahu Teâlâ Ahzab süresi 36, ayetinde Şöyle buyuruyor: وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ ا "Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min olan bir erkek ve mü'min olan bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur." Referandum meseleside Şâri'ye müracat edilmesi gereken bir meseledir. Şâri'nin emri doğrultusunda hareket edilmelidir. 3- Kokuşmuş demokrasinin bir ürünü olan Referandum'a katılmak haramdır. Mâlum referandum, Anayasa Değişiklik paketinin insanların oylamasına sunulmasıdır. İnsanların oylamasına sunulan Anayasa, Türkiye Cumhuriyeti anayasasıdır. Yani gayri İslâmi bir anayasadır. Müslümanlardan istenilen ise gayri İslâmî kanunları onaylamak ve kendilerine kanun olarak belirlemektir. Bunun İslâmî açıdan kabulu asla sözkonusu değildir. Çünkü Cumhuriyet, laiklik ilkesi ve kokuşmuş demokrasi İslâmdan değildir. İslâm Akîdesiyle taban tabana zıttır. Bu yüzden İslâm'ın tasvib etmediği her türlü amel ve fikir merduttur. İslâm'dan değildir. İslâm'dan mış gibide gösterilemez. Bakınız Allah'ın Rasûlü Muhammed Sallallâhu Aleyhi ve Sellem nasıl buyuruyor: من أحدث في أمرنا هذا ما ليس منه فهو رد "Kim bizim işimize (dinimize) uygun olmayan bir şeyle gelirse o red olunmuştur."(Müttefikun aleyh) Yukarıda söylediklerimizin aksine, hayata egemen olan, söz sahibi olan, kanun koyan ve hükmeden ancak ve ancak Allah Subhânehû ve Teâlâ olmalıdır. Allah Celle Celâluhû İslâm Risâletiyle insanlığa hüküm vermeyi emretmiştir. Bizler nasıl olurda Risâleti hayat sahasından, yönetimden ve devletten uzaklaştırabiliriz? Allahu Teâlâ kat'î surette kendi hükümleriye hükmedilmesini emretmekte ve o hükümlerden uzaklaşılmasınada asla rıza göstermemektedir. Allah Subhânehû ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَآ أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَن يَفْتِنُوكَ عَن بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللّهُ إِلَيْكَ "Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet/yönet ve onların arzularına uyma, Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmalarından sakın (Maide, 49) Görüldüğü üzere Allahu Teâlâ hükümlerinin hayat sahasından uzaklaştırılmasına kesinlikle müsade etmemektedir. İşte kokuşmuş tâğuti düzeninin bizlerden istediği de budur. Allah'ın hükümlerini hiçe sayarak beşerin oluşturduğu kanunları onaylamak. Bizden istenen egemenliğin Allah Azze ve Cella yerine beşerî, Nizamlarına verilmesini onaylamak değilmidir? Allah aşkına bunun İslâm'daki yeri nerede? Ey Kerîm Kardeşlerim! Çözüm Müslümanların değerlerine hiç bir sûrette değer vermemiş bir tâğuti sistemin bekâsı için çalışmakta değildir. Çözüm İslâm'ı kâmil mânada hayat sahasına indirgeyip Müslümanların hayrına çalışacak olan II. Raşidî Hilâfet Devleti'nin ikâmesindedir. Müslümanlara düşen görev Allah'ın lanetlediği bu sistemler içerisinde çözüm aramak yerine bu sistemleri alaşağı edip insanlığı zulümatlardan Nura çıkaracak, Rahmet kaynağını hayata hâkim kılacak II. Râşidî Hilâfet'in ikamesi için çalışmaktır. لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَلْ الْعَامِلُونَ "Çalışanlar bunun için çalışsınlar." (Saffât 61) Abdullah İmamoğlu