07-10-2013 08:38

Bilirkişi, Münevver`e değer biçti: 37 bin 486 TL

`23`ünde evlenir, 2 çocuk doğurur, 66`sını görmeden ölürdü.`

Bilirkişi, Münevver`e değer biçti: 37 bin 486 TL
3 Mart 2009 tarihinde Bahçeşehir'deki bir villada Cem Garipoğlu tarafından öldürüldükten sonra başı testereyle kesilen ve Etiler'de bir çöp konteynırına atılan Münevver Karabulut'un ailesinin açtığı tazminat davasında önemli bir gelişme yaşandı. Ailenin 2 milyon TL manevi, 3 bin TL maddi tazminat talep ettiği davayı inceleyen Küçükçekmece 5. Aile Mahkemesi hakimi dosyayı bilirkişiye gönderdi. 
 
Bilirkişi yaptığı incelemenin ardından raporunu mahkemeye sundu. Raporda şu ifadelere yer verildi.
 
'KALAN ÖMRÜ 47 YILDI'
 
" 7 Mart 1991 doğumlu Münevver Karabulut ölüm tarihinde 18 yaşındaydı. 1931 yılında hazırlanan PMF yaşama tablosuna göre kalan ömrü 47 yıldır. Buna göre kabul edilen muhtemel yaşı 18+47, yani 65'tir. Yargıtay'ca ülkemizde aktif çalışma hayatının 60 yaşına kadar süreceği kabul edilmektedir. Olay tarihinde Beşiktaş Bingül Erdem Lisesi son sınıf öğrencisi olan Münevver Karabulut'un lise eğitimini tamamlayacağı 1 Temmuz 2009 tarihi itibariyle çalışmaya başlayacağı ve ailesine destek olabileceği kabul edilecektir."
 
'KARDEŞE DESTEK YOK'
 
Raporun devamında ise şöyle denildi: "Anne Nagihan Karabulut kızı öldüğü tarihte 44 yaşındadır. PMF tablosuna göre olası kalan ömrü 26'dır. Muhtemelen 70 yaşına kadar yaşayacaktır. Münevver'in destek olma süresi 26 yıldır. 24 yaşındaki baba Süreyya Karabulut'un da 70 yaşına kadar yaşayacağı varsayıldığında kızının destek olabileceği zaman 28 yıldır. Davacı İbrahin Enver ölenin kardeşi olup hukuk sistemimiz gereğince kardeşe destek sağlanması söz konusu olmadığından bu hususta bir hesaplama yapılmamıştır."
 
'EVLENİP, 2 ÇOCUK YAPACAKTI'
 
"Münevver Karabulut'un yaşaması halinde hangi mesleği yapıp, aylık ne kadar kazanacağı belli olmadığından Yargıtay içtihatları doğrultusunda asgari ücret üzerinden hesaplama yapılabilir. Yaşamış olsaydı elde edeceği kazancı, kendisi ile annesi ve babası ile ileride eşi ve çocukları için kullanacaktı. Ölenin aylık gelirinin yüzde 70'lik kısmı davacı hak sahipleri arasında paylaştırılacaktır. Münevver ile anne-babanın yaşları, ileride evlenecek olan Münevver'in henüz bekâr oluşu ve 2013 yılında olası evlenme, 1 yıl sonra birinci çocuk, 3 yıl sonra ikinci çocuk sahibi olacağı varsayımları gözetilerek, davacıların destek payları belirlenecektir. Buna göre de baba Süreyya Karabulut'un 19 bin 348 TL, anne Nagihan Karabulut'un 18 bin 138 TL olmak üzere toplam 37 bin 486 TL zarara uğradıkları anlaşılmıştır." 
 
"Kızımız vahşice katledilmiştir"
 
Münevver'in ailesinin avukatı, tazminat davasının dilekçesinde taleplerinin gerekçesini şöyle anlatmıştı:"Münevver Karabulut, Cem Garipoğlu tarafından vahşice katledilmiş ve henüz hayattayken başı gövdesinden testere ile kesilerek ayrılmıştır. Olayın vehameti, kamuoyunda yarattığı infial, cinayetin işleniş şekli, kullanılan araçlar, eylemin vahşice ve hunharca olması, dava konusu olay ailesi üzerinde telafisi imkansız yaralar yaratmıştır. Cem Garipoğlu'nun babası Mehmet Nida Garipoğlu ile annesi Tülay Makbule Garipoğlu da gerek delillerin yok edilmeye çalışılması gerekse Cem Garipoğlu'nun 198 gün boyunca kaçak yaşamasına yardım etmişlerdir." 
 
Garipoğlu Ailesi: Tazminat miktarı fahiş
 
Garipoğlu Ailesi ise verdiği yanıt dilekçesinde "Davacıların ekonomik durum karşısında talep ettikleri manevi tazminat miktarı fahiştir. Garipoğlu Ailesi sade bir yaşam sürmektedir ve Cem Garipoğlu olay öncesinde öğrenci olup, herhangi bir geliri bulunmadığından davanın reddine karar verelmesini talep ediyoruz" dedi. 
 
PMF NEDİR?
Türkiye'de yaşam sürelerinin saptanmasında PMF–1931 (Population Masculine et Feminine/Erkek ve Kadın Nüfusu) başlıklı Fransız yaşam tablosundan yararlanılıyor. Yargı ve Sosyal Güvenlik Kurumları da gelir tespit etmede bu tabloları kullanıyor.
 
(Haber Türk)
YORUMLAR
  • HÜSEYİN ALAN   07-10-2013 17:05

    ÖRNEK BİR KONU VESİLESİYLE Rakamın küçüklüğü ya da olsaydı büyüklüğü söz konusu mudur bilmem ama bu sosyal hayatta bu tür konulara verilen kararın referansı, özü, amacı ve çerçevesi üzerinde düşünülmelidir. Nihayet bu kurallara uygun karar verenler de kendilerince "adaleti dağıtmak" ister, devlet olmanın gerekçesi olarak. Bu işin bir kısmı. Müslüman olmak bu ve benzeri konuları da Müslüman’ca çözmek olmalı çünkü bizlerde sosyal bir hayatta yaşıyoruz ve benzeri nice sorunlarımız oluyor. Buna rağmen acaba, aklımız böyle çalışıyor, Kuran’ı okurken böyle de okumamız gerektiğini düşünüyor, okuduklarımızdan böyle sorumluluk taşıdığımızı da biliyor muyuz? Yoksa yaşadığımız bu sosyal hayattaki benzer problemlerimizi İslam’a göre çözmeye yönelik değil de soyut konulara yoğunlaşarak sınırlı, belirlenmiş kelami sorunlarda boğulup kalıyor muyuz? Bu taktirde, ürettiğimiz bilgilerin soyut, hayatta karşılığı olmayan bilgiler olduğunu da bu vesileyle düşünebilir miyiz? Devlet olunca düşünürüz diyenlerimize söyleyecek sözümüz olamaz! Umalım da devlet olsunlar! Ama böylesi devlet olanlar zamanında biz gibilere mültecilik düşecek sanırım, ona da fırsatımız kalırsa! Şimdi, biz olsaydık nasıl yapardık diye düşünmeli, fikretmeliyiz diyerek bir ufuk açalım: Varsayalım ki bu olay İslam'ın egemen olduğu bir sosyal hayatta gerçekleşseydi, hayat bu olabilir elbet, nasıl bir karar verilirdi? Ortada haksız bir ölüm var, ya kısas ya da kan bedeli dediğimiz diyet devreye girecek. Maktülün ailesinin feryadı anlaşılır ama emredici-karar verici otorite onlar gibi duygusal düşünemez ki. Kısas olmadığı zaman ne olacak? O zaman benzeri bir hesaplama yapılmayacak mı? Bu hesap yapılırken hangi kriterleri dikkate alınacak? Rakamın azlığı veya çokluğu değil prensibi konuşmak önemli burada. Bu olay vesilesiyle bu sosyal hayatta yaşadığı halde sanki Müslüman’ın derdi değilmiş gibi hatırlanmayan veya akla bile getirilmeyen bir konuyu gündem edelim. Hangi toplumsal yapıda yaşıyor olduğumuz değil ama irademizin yettiği ve yapmamız gereken şeri bir kurala göre; Ölünün mirası paylaşılırken varsa anne ve babaya miras hissesi düşer... Gel gör ki Türk medeni kanununa göre anne ve babaya bir şey düşmez ve verilmez. Bu ülkede yaşayan Müslümanlarsa bu önemli kaideyi ya bilmez ya da cahilane davranışla meri kanuna uyarak nefsine zulmeder durur. Sanki Allah'ın böyle bir emri yokmuş ya da önemsizmiş gibi! Müsteşriklerin olsun tersinden gündem etmesi dolayısıyla mirasda artık kız-erkek farkını konuşmaya gerek yok çünkü bu konu bilir bilmez tartışılıp durur ve her kes bir şeyler söyleyip geçiştirir... Şimdi can alıcı soru şudur: Müslümanların, Müslümanlığından dolayı mevcut sosyal hayattaki tüm problemlerini İslami kurallara çözmek zorunluluğu vardır. Niyesini konuşmak ayıp olacağından geçelim. Bu durumu konuşabiliyor veya olması gerektiği kadar sorunlarımızı kendimizce çözmeyi becerebiliyor muyuz? Biz bu işlerimizi becerebildiğimizde, evet, bu mevcut sosyal hayat içinde, inancımıza uygun olarak çözebildiğimiz de, Allah ve Resulünü işlerimizde hakem kıldığımızı somut olarak göreceğiz. Böylece ayaklarımız yere basacak, hayatın içinden konuşacak, cemaat olarak yapmamız gereken sahici işlere ve konulara yoğunlaşacak ve çözümler üretmeye başlayacağız. Dolayısıyla gücümüzün dışında, afaki konularla sürekli konuşup durarak yıllarımızı, enerjimizi, zamanlarımızı geçirmek gibi bir sorumsuzluktan, gereksizlikten de kurtulmuş olacağız. Şayet bunu becerebilirsek, o takdirde, İslam’a göre sosyal bir hayat nasıl inşa edilebilir, o işin bilgisi nelerdir, eksiğimiz nedir diye düşünmeye başlayıp doğru çalışma yöntemlerini bulacağız. Çünkü soyut olmaktan çıkmış, soyut konuları konuşmaktan, soyut bilgiler üretmekten kurtulmuş, gerçekçi olmaya başlamışız demektir. Peygamberi doğru anlamak da işte o zaman gerçekleşecek... Türkçe kuran hatmedip duran güzel arkadaşlara bu vesileyle hatırlatmak istiyorum! Bana kızsanız da, meramı başka yerlere çekseniz de bi düşünün diyeceğim! Lütfen bi de böyle düşünün ey kardeşlerim.