Bünyamin ZERAN

04 Ekim 2011

BİR KUR'AN KAVRAMI OLARAK "İLİM"

A-L-M kökünden türeyen ilim kavramı bir şeyi hakikatiyle idrak etmek anlamına geliyor. Kur’an’da değişik anlamlarıyla birlikte ilim kavramı yaklaşık 850 ayette geçmektedir. Ragıp el İsfehani bu kavramı iki şekilde izah ediyor: “Birincisi; Bir şeyin zatını idrak etmek, ikincisi; bir şeyle ilgili, kendisinde mevcut olan başka bir şeyin, kendisinde olduğuna hükmetmek ya da kendisinde olmayan bir şeyin kendisinde olmadığına hükmetmek”1tir diyor. “Alleme ve A’leme” öğretti demektir. “A’leme; seri ve ani bildirmeyle ve haber vermeyle öğretmek; “alleme” ise öğrenilen şey nefiste bir eser meydana getirinceye değin tekrarlama ve ısrar yoluyla öğretmeye denir. Masdarları “ilam” ve “talim”dir. “talim” bazılarına göre, nefsin anlamları tasavvur etmesi için uyarılmasıdır.2 A-l-m kökünden türeyen ilim yine aynı kökten gelen “alem” anlamında da kullanılmaktadır. “Alemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun”(1/2). A-l-m kavramı “dağ” anlamında da kullanılır: “Denizde dağlar gibi akıp gidenler de onun delillerindendir”(42/32). Aynı zamanda “alamet, iz, nişane gibi anlama da gelir: “daha nice alametler (yarattı). Onlar yıldızlarla da yollarını doğrulturlar”(16/16). A’lime (bilmek’in) ismi faili. İslam’da ilmin kaynağı temelde vahiydir. İşte bu kaynak tam manasıyla sağlamdır ve haktır. Çünkü yaratan, terbiye eden tarafından gelmektedir. O varlık da her bilenin üstünde gerçek bilici olan (2/29-3/66-12/76- 57/3- 68/14 vs.) Allah’tır.

İlim kelimesinin yanında daha çok tasavvufta kullanılan irfan kelimesi de ilimle eşdeğer kullanılmaktadır. Oysa ilimle irfan arasında fark vardır. İrfan kavramı benzer bir terim olan marifet kavramıyla birlikte, yazı dilinde, bilgi anlamına gelir ancak özelde ne duyularla ne tecrübeyle ne akıl aracılığıyla ne de anlatmayla elde edilebilecek ancak ilham ve içsel tecrübe ile kazanılabilecek bir bilgi anlamındadır. Ayrıca ilim ve bilim arasında da fark vardır. İlim, Allah’ın vahiy yoluyla insanlara bildirdiği öğreti iken bilim gözlem ve deney sonucu elde edilen bilgidir. Bilim insanın evrende fiziksel olarak daha rahat, sağlıklı ve konforlu yaşamasına imkan sağlar. İlim ise insanların psikolojik ve sosyal ilişkilerini bir hukuka ve bir sebebe bağlar.

İlim, Kur’an’a bakıldığında İslam’ın kendisi konumundadır. İlme teslim olmak insanın kurtuluşu için gerekli hatta zaruridir. Allah’ın ilmi herşeyi kuşatmış ve insan Allah’ın sınırsız ilmi içerisinde kendisine verilene tabi olmak zorundadır. Fakat bu konuda kul kendi tercihini yapmakta hürdür. Eğer ki kul ilme teslim olmayı seçerse kurtuluşa erer yok eğer ilme teslim olmazsa o zaman da azapla cezalandırılır. Çünkü ilme teslim olmamak zalim olmaktır(2/145). Eğer ki insan ilme teslim olmuşsa alim olur, teslim olmaz sırt çevirirse zalim olur. Dolayısıyla kafir olan için alim ifadesini kullanmak Kur’an çerçevesinden bakıldığında mümkün gözükmemektedir.

Allah, Adem’i halife olarak tayin etmeyi dile getirdiğinde meleklerin itirazına “ben sizin bilmediklerinizi bilirim” karşılığını  vermesi ve Adem’e eşyanın ismini öğreterek insanlığın serüveninin de Allah’ın kendi bilgisinin bir kısmını insana vermesiyle başladığını görürüz. Yani insan Allah’ın kendisine verdiği ilim üzere eşyayı tanımlamayı ve onunla ilişki geliştirmeyi kısacası kendisine emanet edilen dünyayı rabbin adıyla ve onun verdiği ilimle imar etmeyi kendi üzerine sorumluluk olarak almıştır. İnsan bu sorumluluğun dışına taşarak eğer ki yaşamı Allah’ın kendisine verdiği ilim üzere değil de nefsine göre düzenlemeye kalkarsa Allah bunu “zan” olarak nitelemektedir. Onların içinde bir de ümmiler var ki, Kitabı bilmezler, bütün bildikleri birtakım kuruntular(yahut kulaktan dolma şeyler)dir; onlar sadece zannediyorlar (2/78). “Onların çoğunluğu zandan başkasına uymaz. Gerçekten zan ise, haktan hiç bir şeyi sağlayamaz. Şüphesiz Allah, onların işlemekte olduklarını bilendir”(10/36)

Allah, insanların zanlara göre hareket etmesini değil vahiyle hareket etmesini istemektedir. Çünkü zan doğruluğu kesin olmayan bilgileri içerdiğinden götüreceği sonuç bakımından da şüphelidir. Zan bir yerde bilgisizliği anlatır. Yalnız bu bilmeme basitçe bir bilgi eksikliğinden daha çok cahilce bir bilgisizliktir. Cahil, vahyi bilgiye sahipken, kendi gücüne güvenen, sınırsız benlik, tam bir serbestiyet ve hürriyet altında, ilahi veya beşeri hiçbir otorite karşısında eğilmeyen, şeref ihtirası, kibir, gurur ve küstahlık gibi unsurları içinde barındırandır. Hal böyle olunca Allah’ın “bi gayr-i ilim” dediği islami anlamdaki ilme tabi olmamayı ifade eder.

Allah’ın vahyini bildikleri halde kitapla ilgili dillerini eğip bükenler kasıtlı olarak vahyi bilgiyi sulandırmaya çalışanlardır (3/78). Bakara suresi 80. Ayette; “Dediler ki: "Sayılı günlerin dışında, ateş asla bize değmeyecektir." De ki: "Allah katından bir ahid mi aldınız? -ki Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?" ifadesi de yine her hangi bir ilim olmadan zanla hareket eden bir zihniyeti tarif etmektedir. Mevcut geleneksel dini düşünce de geçmişte İsrailoğullarının söylemini yinelemektedir. Bir süre yandıktan sonra günahlardan arınacağını ve sonunda cennete ulaşacaklarını iddia etmektedirler. Oysa Allah buna karşın eğer ahiret yurdu başkalarının değil de sizinse ölümü temenni edin diye meydan okur(2/94) ne var ki ellerinin yaptıklarından ötürü (2/95) ölümü temenni etmezler. Ve nefsine göre yaşamayı tercih eden, nefsini ilah edinen bu kimseler bin yıl yaşatılmak isterler (2/96). Ama ne yapsalar farketmez günahları kendilerini kuşattığında ve o hal üzere öldüklerinde Allah onları ebedi cehenneme atacağını ve azaptan kaçamayacaklarını kendi ilmiyle insanlığa bildirmiştir.

Allah, elçilerine ve insanlara net bir şekilde bir uyarı göndererek eğer ki vahyi aldıktan sonra cahillerin, nefsini ilah edinenlerin keyiflerine uyacak olursanız zalimlerden olursunuz demektedir. “Sen onların, kendi dinlerine uymadıkça ne yahûdiler, ne de hıristiyanlar senden râzı olmazlar. "Asıl doğru yol, Allâh'ın yoludur" de. Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyarsan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı olmaz (2/120). Sen Kitap verilenlere her türlü âyeti getirsen yine onlar senin kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Sana gelen ilimden sonra onların keyiflerine uyarsan, o takdirde sen, mutlaka zâlimlerden olursun (2/145)

Aslında bu grup elçiyi ve onun getirdiği kitabı kendi öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar (2/146). Buna rağmen bildiklerini yani ilmine vakıf oldukları şeyi işlerine gelmediği için, rahatlarını kaçırdığı gerekçesiyle insanlardan gizlemektedirler. Özellikle tağuti sistemleri ayakta tutmak için mücadele veren ruhbanların en çok başvurduğu yöntemlerdir. Dini, mezarlıklara, ritüellere, özel gecelere hapseden; açlıkla, kölelikle ve her türlü adaletsizlikle mücadeleden men eden bir ayin yortusuna çeviren anlayışı kökleştiren bir zihniyetin yöntemleridir. Şeytan ve dostları sürekli iş başındadır ve Allah’ın ilmini yaşamın dışına atarak nefsin ilahlığını merkeze taşımaktadırlar. “O size dâimâ kötülük ve çirkin iş (yapmanızı), Allâh hakkında bilmediğiniz şeyler söylemenizi emreder (2/169). Allah, insanları çaresiz ve kimsesiz bırakmamıştır. “Nitekim kendi içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size Kitabı, hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir Elçi gönderdik (2/151). Allah, elçilerini hak kitaplarla göndererek insanlara Rabbin adıyla okumayı, tercih yapabilmeyi, yaşayabilmeyi ve eylemlerini sürekli kontrol edebilecekleri ibadetleri yapabilmeyi öğretmiştir.

Allahın kitabına tarihsel olarak yaklaşanları ilim kavramı içinde değerlendirdiğimizde onların ne kadar çaresizlik içinde olduklarını görürüz. Çünkü tarihselciler Kur’an’ın kimi hüküm içeren ayetlerinin çağa göre yeniden yorumlanabileceğini ve değiştirilebileceğini iddia etmektedirler. Örneğin; hırsızlığın sonucu olarak el kesme cezası yerine yine hırsızlıktan caydırıcı başka bir cezalandırma yöntemi geliştirilebileceğinden bahsetmektedirler. Kur’an’ın anlattığı ilim kavramı ise enteresan bir şekilde bu yolu tıkamaktadır. Savaşla ilgili (2/216), boşanmayla ilgili (2/230), boşandıktan sonraki süreçle ilgili (2/232), Allah’ın seçimleriyle ilgili (2/247), infakla ve sadakalarla ilgili (2/261, 270- 9/60), ticaretin yazıya dökülmesi ile ilgili (2/282), mirasla ilgili (4/11), sarhoşken namaza yaklaşmama ile ilgili (4/43), bir müminin bir mümini yanlışlıkla öldürmesi hakkındaki hüküm ile ilgili (4/92) ve kadınlar hakkında fetva ile ilgili (4/127) vs. ayetlerin sonunda “Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” İfadesini kullanarak bu konulardaki son sözün kendisine ait olduğunu hatırlatmaktadır. Çünkü; “… Onların önlerinde ve arkalarında olanı bilir. O'nun ilminden, ancak kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O'nun Kürsüsü, gökleri ve yeri kaplamıştır (O yüce padişah, göklere, yere, bütün kâinâta hükmetmektedir). Onları koru(yup gözet)mek, kendisine ağır gelmez. O yücedir, büyüktür (2/255) buyurarak insanların sınırlı bilgileriyle vahyin dışında bir hüküm koyamayacaklarını ve her hükmün Allah’ın ilmi üzere olması gerektiğini vurgulamaktadır.

Müminler, kendilerine gönderilmiş vahye kuşku duymadan güvenle işittik ve itaat ettik derler. Çünkü ilim sahibi olmak bunu gerektirir. Oysa kalpleri sapmaya meyilli olanlar veya sapanlar ise kendi nefislerinin üstünde bir otorite tanımak istemediklerinden acaba Allah bununla neyi kastetmiştir diyerek (3/7) yorumlara sapıp kendi sapık yaşamlarını vahye teyit ettirme gayretine girmişlerdir. Allah, bu tip insanlara rest çekmekte ve lanetleşmeye çağırmaktadır ve onları yalancı olarak nitelemektedir: “Kim sana gelen ilimden sonra seninle tartışmaya kalkarsa, de ki: "Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra gönülden la'netle du'â edelim de, Allâh'ın la'netini yalancıların üstüne dileyelim!" (3/61). Devamla “Haydi siz, biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız; ama hiç bilginiz olmayan şey hakkında neden tartışıyorsunuz? Allâh bilir, siz bilmezsiniz (3/66) buyurarak, insanlara haddi aşmamalarını öğütlemektedir. Kitabın bilgisine sahip olanların Hakkı batıla karıştırarak bilerek gerçeği gizlememeleri gerektiğini (3/71) ilan etmektedir. Çünkü bu tip insanlar, kendi inancından olmayan kimselerin savaş durumu dışındaki tüm zamanlarda da mallarını ganimet olarak görüp gasbetmeyi, onlara zulmetmeyi, onları dolandırmayı ve onlar üzerinden sebebsiz zenginleşmeyi meşru görmektedirler. Bu inancı geçmiş kitap ehlide paylaşmıştır oysa Allah bu inancı şiddetle reddetmekte ve bu inancın herhangi bir ilme tabi olmadığını ancak zanna tabi olduğunu söylemektedir. “Kitap Ehlinden öylesi vardır ki, bir kantar emanet bıraksan onu sana geri verir; öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, sen, onun tepesine dikilip durmadıkça onu sana ödemez. Bu onların "ümmiler (zayıf ve bilgisizler veya Ehl-i Kitap olmayanlar) konusunda üzerinizde bir yol (sorumluluk) yoktur" demiş olmalarındandır. Oysa kendileri (gerçeği) bildikleri halde Allah'a karşı yalan söylemektedirler (3/75). Böyle yapanların da dillerini kitapla ilgili eğip bükenler olduğunu hatırlatmaktadır. “Onlardan öyleleri vardır ki, dillerini kitapla ilgili eğip bükerler, siz onu (bu okur göründüklerini) kitaptan sanasınız diye. Oysa o kitaptan değildir. "Bu Allah katındandır" derler. Oysa o, Allah katından değildir. Kendileri de bildikleri halde Allah'a karşı (böyle) yalan söylerler (3/78)

Müminler, Allah’tan gelen ilim üzere olduklarından dolayı Allah’ı hiçbir şeye denk tutmazlar ve tek olarak O’na kulluk ederler(3/79). Müminlerin en önemli özelliklerinden biri günahlarında bile bile yani ilmine vakıf oldukları bir hususun zıddını yapmakta ısrarcı olmamalarıdır (3/135). Çünkü böyle davranılması demek ilmin yerine zannın dolayısıyla nefsin konulması demektir ki bu da insanı şirke götürür. Allah’ın ilmi, inananlarla inanmayanları ayırt etmesi için bir araçtır da (3/142, 167). Çünkü Allah, vahyini göndererek ilme göre yaşamayı ve zanna göre yaşamayı tercih edenleri ayıracaktır. Bu ayrılma da kuşkusuz yine insanın nefsinden başka ilah tanımak istemeyişi, hazcılıktan vazgeçememesinden ve kıskançlıktan kaynaklanmaktadır (10/93). “Hiç şüphesiz din, Allah katında İslam'dır. Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki "kıskançlık ve hakka başkaldırma" (bağy) yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, (bilsin ki) gerçekten Allah, hesabı pek çabuk görendir (3/19). Tam aksine iman edenler, ilme teslim olanlar da Allah tarafından şöyle ifadelendirilir: “Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve mü'minler, sana indiriline ve senden önce indirilene inanırlar. O namazı kılanlar, zekâtı verenler, Allah'a ve âhiret gününe inananlar var ya, işte onlara büyük bir mükâfât vereceğiz! (4/162)

Allah helal ve haramlar konusunda da işi zanna bırakmaz veyahut nefsin eline bırakmaz. Çünkü kitabın bilgisine sahip olanlar gerek ruhbanlık adına gerekse daha çok kazanma adına birçok helal ve haram belirlemiş  bu davranışlarıyla Allah’ın yetki alanına müdahale de bulunmuşlardır. Oysa Allah bu konuda hiçbir ortak tanımamıştır velev ki bu kendi göndermiş olduğu elçisi bile olsa değişmemiştir (66/1). “Ne oluyor ki size, kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalmanız dışında, O, size haram kıldıklarını ayrı ayrı açıklamışken, üzerinde Allah'ın ismi anılan şeyleri yemiyorsunuz? Gerçekten çoğu, bir ilim olmaksızın kendi heva (istek ve tutku)larıyla (kimilerini) saptırıyorlar. Şüphesiz, senin Rabbin haddi aşanları en iyi bilendir” (6/119). Araplar geçmiş zamanlarda nasıl ki hayvanların bazen erkeğini, bazen dişisini, bazen yavrusunu haram kılarak haddi aşıyor idiyseler (6/143, 144) bugünkü toplum da aynı şekilde kendi kazanımlarını dikkate alarak helal ve haramlar ihdas ederek haddi aşmaktadırlar. Oysa helal ve haramlar da tarihe göre değişebilecek olgular değildir. Dün herhangi bir ilme dayanmaksızın çocuğunu toprağa gömerek öldürenler, bugün nesli inancından kopararak onları kuru hurma kütüklerine çevirmektedirler. Dün onları toprağa gömerek öldürmeyi kendilerine helal sayanlar bugün çocukları gelecek kaygısıyla tevhidden uzak tutmayı kendilerine meşru yani helal saymaktadırlar. Oysa bu konuda her hangi bir ilim üzere değillerdir. “Çocuklarını hiç bir bilgiye dayanmaksızın akılsızca öldürenler ile Allah'a karşı yalan yere iftira düzüp Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiklerini haram kılanlar elbette hüsrana uğramışlardır. Onlar, gerçekten şaşırıp sapmışlardır ve doğru yolu bulamamışlardır (6/140). “De ki: "Rabbim yalnızca çirkin-hayasızlıkları -onlardan açıkta olanlarını ve gizli olanlarını,- günah işlemeyi, haklı nedeni olmayan 'isyan ve saldırıyı' kendisi hakkında ispatlayıcı bir delil indirmediği şeyi Allah'a şirk koşmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır" (7/33). “Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemeyi haram kılmak” yalnızca helal ve haram konusunda olmayıp hüküm içeren tüm konularda ve yaşamı düzenleyen tüm konularda geçerlidir. Öyleyse yaşayan delili ile yaşayacak.

Allah delili ile yaşayacaklara kendi katından kitaplar göndermiş  (4/166- 6/91, 114), göndermekle de kalmamış ayetleri açıklamıştır (6/105- 7/32, 52- 10/37- 41/3). Fakat tüm bunlara rağmen hallerini değiştirmek istemeyen muhafazakarlar atalarından kalan bilgiyle (ki hiçbir gerçeklik ifade etmeyebilir)yaşamlarını devam ettirmek isterler. Allah, geleneğin sorgulanması ister çünkü geleneksel bilgi her zaman doğru olmayabilir. “Onlara: "Allâh'ın indirdiğine ve Elçi'ye gelin!" dense, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter!" derler. Babaları hiçbir şey bilmeyen, doğru yolu bulamayan kimseler olsa da mı? (5/104) ve daha da ileri giderek kendi şirk koşmalarını da Allah’ın üzerine atarak eğer şirk koşmaktalarsa kendinden önceki atalarının da kendilerinin de şirk koşmasını Allah istemektedir diyerek ilme sırt çevirmişlerdir. Oysa Allah bu durumu şiddetle eleştirmekte ve zanna göre hareket edildiği için bu duruma düştüklerini onlara haber vermektedir. “Şirk koşanlar diyecekler ki: "Allah dileseydi ne biz şirk koşardık, ne atalarımız ve hiç bir şeyi de haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de, bizim zorlu azabımızı tadıncaya kadar böyle yalanladılar. De ki: "Sizin yanınızda, bize çıkarabileceğiniz bir ilim mi var? Siz ancak zanna uymaktasınız ve siz ancak zan ve tahminle yalan söylersiniz." 6/148 “Onlar, 'çirkin bir hayasızlık' işlediklerinde: "biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah bunu bize emretti" derler. De ki: "Şüphesiz Allah, 'çirkin hayasızlıkları' emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah'a karşı mı söylüyorsunuz?" (7/28). Allah’ın, geleneğin sorgulanmasını istemesinin sebebi inançların körü körüne taklit edilmesinin önüne geçmektir. Çünkü inanç bir tercih meselesidir ve her tercih illa bir bilgiye dayanarak olmak zorundadır. Zira böyle olmasaydı insanlar azaba düçar olmazlardı (15/4). İnsanlar, bilerek ve görerek iman ettikleri bir inancı korumaya elbette daha yatkındırlar. Hangi eylemin karşısında ne ile karşılaşacaklarını bildiklerinden davranışlarında daha dikkatli ve özenli olurlar. Aksi durumda Allah bilmeyenlerin kalplerini mühürler (30/59)

Allah’ın kendi katında tuttuğu ve ancak dilediği miktarda elçilerine vahiy yoluyla bildirmiş olduğu gayb haberleri vardır. Geçmiş  toplumlarla ilgili anlatılan kıssalar(11/49), Rumların galibiyetinin bildirilmesi, Mekke’nin fethinin müjdelenmesi gibi gayb bilgisi yine vahiy kanalıyla tüm insanlığa bildirilmiştir. Vahyin bildirdiğinin dışında herhangi bir gayb bilgisi elçiler dahil kimseye verilmemiştir. Böylelikle astroloji ile ilgilenip geleceğe dair öngörülerde bulunan medyumlar Allah’ın ifadesiyle tamamen zanna göre hareket etmekteler ve gerçeklik namına hiçbir tutar dalları yoktur ve yalan söylemektedirler. “De ki: "Ben size, Allâh'ın hazineleri yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmem. Size 'Ben meleğim' de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum." De ki: "Körle, gören bir olur mu? Düşünmüyor musunuz?" (6/50) “Gayb'ın (görünmez bilginin) anahtarları, O'nun yanındadır, onları O'ndan başkası bilmez. (O) karada ve denizde olan herşeyi bilir. Düşen bir yaprak, ki mutlaka onu bilir, yerin karanlıkları içinde gömülen dâne, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir Kitapta olmasın (6/59). Kıyametin alametleri ile ilgili geleneksel inanış içinde bir çok kitap yazılmış hatta resulün ağzından olmadık hadisler uydurulmuştur. Kur’an’da kıyametin kopma anında yaşanacak hadiselerden Allah bahsetmiştir ama kıyametin kopmadan önceki alametler hususunda herhangi bir ayet mevcut değildir. Çünkü onun bilgisi Rab katındadır. Allah’ın göndermiş olduğu vahye göre yani ilime göre kıyametin bilgisi de yine Allah katında gizlidir ve onun ilmini ondan başka hiç kimse bilmemektedir. “Saatin (kıyametin) ne zaman demir atacağını (gerçekleşeceğini) sorarlar. De ki: "Onun ilmi yalnızca Rabbimin katındadır. Onun süresini O'ndan başkası açıklayamaz. O, göklerde ve yerde ağırlaştı. O, size apansız bir gelişten başkası değildir." Sanki sen, ondan tümüyle haberdarmışsın gibi sana sorarlar. De ki: "Onun ilmi yalnızca Allah'ın katındadır. Ancak insanların çoğu bilmezler." (7/187) “Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah'ın katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdârdır (31/34). “Gaybı bilen O'dur. Gizli bilgisini kimseye göstermez (72/26)

Allah’ın insanı hidayete erdirecek ve ona Allah’la ve evrenle doğru ilişki kurmasını sağlayacak bir ilim vermesi yanında ayrıca insanın yaşamını kolaylaştıracak bir takım ilimler de vermiştir. Çünkü Rabbin insana gözlem yoluyla öğrettiği şeylerin yanında kalemle öğrettiği şeylerde vardır (96/4,5). Allah bir çok keresinde insanların tabiata bakmasını söyler (6/96,97-10/5). İnsanları anne karnında hiçbir şey bilmezken çıkardığını (16/78) ona işitme, görme ve gönül verdiğini anlatır. İnsanların ve hayvanların renklerinin değişik değişik yaratılması (35/28), alim olanların yani vahyi ilme sahip olanların tefekkürünü artıracak şeyler olduğunu söyler. Yusuf’a rüyaların yorumunu öğretmesi (12/6), Süleyman’a kuşların dilinin öğretilmesi (27/16), rüzgar gücünden faydalanmayı öğretmesi, bakırdan heykeller, sabit kazanlar yapmayı öğretmesi (34/12,13) Davud’a demirden zırh yapılmasının öğretilmesi (21/80-34/10,11), ve daha bir çok ilim de yine Allah tarafından öğretilmiş ilimlerdir.

Bugünkü  medeniyet tıpkı Karun gibi (28/78) her şeyi kendi bilgisi sayesinde elde ettiğini düşünmektedir. Oysa Allah insanı bir alaktan (96/1) yarattığını söyleyerek onun hiçbir şey bilmezken bilir olduğunu bunu da ancak Allah’ın eşyanın ismini ademoğluna öğretmekle meydana geldiğini anlatmaktadır. Yani her ilmin kaynağı Allah’tır. Bugünkü mevcut ilim denilen şey yani bilimsel buluşlar ancak Allah’ın mevcut ilminden küçük küçük keşfetmelerdir deriz. Yoktan varetme değildir, zaten varolan bilgiye ancak ulaşmadır. Bilim, fiziki ve doğal evrenin yapısının ve davranışlarının deney ve gözlemler aracılığıyla sistematik bir şekilde inceleyen entellektüel ve pratik çalışmalar bütünüdür. Bilim insanın doğayla olan ilişkisini kolaylaştıracak ve insanların hastalıkların tedavisi gibi bir çok konuda fayda sağlayacağı çalışmalar bütünüdür. İlim ise bundan farklı olarak insanın kendi iç dinamiğini ayrıca insanın toplumla olan ilişkisinde ona sınırlarını gösteren ve yine insanın ve toplumların Allah ile olan ilişkilerini düzenleyen temeli vahye dayanan bir bilgidir.

Bilimsel buluşlar Allah’ın doğada işlettiği sünnetullahın işleyişinin bir kısmını keşfetmek ve ondan faydalanmak demektir. İşte bu sebepten insanlar her yeni buluşta, keşifte Allah’a daha çok şükretmesi gerekirken maalesef kendi ilahlığını daha baskın şekilde haykırmaya başlamıştır. Çünkü insan her yeni buluşta kendini kendine yeterli gördüğü için azgınlaşmaktadır. Batılı düşünce tanrıyı öldürdüğünden bu yana Prometus’un intikamını alırcasına tanrıya ait ne varsa hepsini elde edebileceğini düşünmekte ve evreni kendi kontrolünde tutacağını düşünmektedir. Oysa en basit bir tabiat olaylarında bile çaresiz kalmakta ve tüm teknolojisine ve tanrılık oyununa rağmen elinden bir şey gelmeden seyredebilmektedir. Japonya’daki tusunami, Marmara depremi, ABD’de ki tayfunlar ve yanardağ patlamaları bunlara örnektir. İnsan Allah’ın önünde secdeye kapanmak zorundadır. Çünkü insana verilen ilim sınırlıdır: “Bu, Allahın lütfudur; ve hiç kimse Allahın sahip olduğu bilgiye sahip olamaz (4/70). “onun için sen bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselere yüz verme işte onların erişebilecekleri bilgi budur. Şüphesiz senin Rabbin , evet, O, yolundan sapanı daha iyi bilir, O, hidayette olanı da çok iyi bilir” (53/29,30). Hiçbir zaman da insan Allah’ın ilmine ulaşacak değildir. Öyleyse tanrılık oyununu bir kenara koyarak alemlerin Rabbine teslim olmalıdır.

Netice itibariyle eğer konuyu özetleyecek olursak Allah ilim konusunda insanları ikiye ayırır; bilenler ve bilmeyenler olarak. "Bilmeyenler", konunun en başında belirttiğimiz gibi basitçe bilmeme konumunda olmayıp Allah’ın ilmine vakıf oldukları halde bu ilme sırt çevirenlerdir. Yani kendi nefsine hoş gelen şeyleri yaşayan hazperestlerdir. Kur’an’ın; bilen, bilgin, alim olarak bahsettiği kimselerse bugünkü çağın anlamlandırdığı şekliyle pozitif bilimleri bilen, felsefeyi bilen vs. olmayıp vahyin bilgisiyle kuşanmış ve bu ilmi hayat rehberi yapan kimselerdir. Örneğin Musa’nın Firavun’la olan diyaloğunda dikkati çeken şey, Firavun’un bütün bilgin büyücülerin (7/12) toplanmasını arzu ettiğinde ve Musa’nın büyücülere karşın vahyin bilgisiyle galip geldiğinde Firavun’un ileri gelenleri Musa için bu çok bilgin bir büyücüdür demeleridir (7/109). Oysa Allah büyücüler ile ilim sahiplerini orda net bir şekilde ayırmıştır. Büyücüler, yani herhangi bir vahyi ilme dayanmadan hayata dair öneri getirenler yenilmiş Musa gibi hayata dair çözüm ve önerilerini vahiyle dile getiren ilm sahipleri galip gelmiştir.

Allah, peygamber olarak olarak dünyaya gelecek olanlar için de yine ilim sahibi/bilgin bir çocuk ifadesini kullanmaktadır(15/53-51/28). Allah’ın bilgisiz olarak tarif ettiği kimselere baktığımızda hepsinin vahyi bilgiye sırt çevirmiş, yaşadıkları hayata vahyin dışında çözümler getirmeye çalışan kimseler olduğunu görürüz dolayısıyla ilim sahibi olanlar, hayatına Allah’ın bak dediği yerden bakanlar ve gör dediği yerden görenlerdir. “(Allah) Dedi ki: "İkinizin duası kabul olundu. Öyleyse dosdoğru yolda devam edin ve bilgisizlerin yoluna uymayın" (10/89), “Size Rabbimin mesajlarını duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve Allâh tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum" (7/62)

Yine iyi bir örnek olması açısından Yusuf’a erginlik çağına erişince hikmet ve ilim verilmesi sonucu(12/22) Mısır’ın maliyesini yönetme isteği ki ben bilenim diyor(12/55) ve devamla babasıyla buluşması  sonucunda rüya gördüğü yıldan bu zamana kadar geçmiş  tüm süreci Rabbin ilmiyle yönettiğini(12/100,101) söylemesi ilmin yalnızca Rabbin takdir ettiği şey olduğunu bize gösterir. Yine Kur’an’da bilmiyorsanız ilim ehline sorun(16/43- 21/7) diye işaret ettiği ve Musa’nın kendisine Rabbin katında ilim verilmiş bir kul ile yolculuğu(18/65) ve o kuldan kendisi de bir ilim sahibi olmasına rağmen Allah’ın kendisi için murat ettiği başkaca bir ilmi öğrenmek için ona tabi olma isteği(18/66) yine ilmin adresinin Allah olduğunu ve ilmin nevini bize göstermektedir. Doğal olarak bu ilme vakıf olana Allah bilgin/alim/ilim sahibi demektedir.

Allah, tüm ilimlerin sahibi olduğunu bir çok ayette ifade etmektedir. Rabbin bilgice her şeyi kuşattığını(7/89), bilenin yalnızca o olduğunu(4/147,148- 5/109- 22/70- 27/78), her şeyin önündekini ve sonundakini yalnızca onun bileceğini başkalarının ise onu kavrayamayacağını(20/110-24/19) daha bir çok ayetlerde sürekli hatırlatmaktadır. Bütün bu hatırlatmalara karşın bir takım bilgisizlerin her hangi bir kanıta dayanmaksızın Allah adına bir takım yalan sözler ihdas ettiğinden bahsetmektedir; meleklerin dişi olarak ve Allah’ın kızları olarak takdim edilmesi, cinleri Allah’a şirk koşmalar, Alllah’a çocuk isnat etmeler, Meryem oğlu Mesih’in durumu(5/116- 6/100- 10/68) gibi. Allah, insanları alim olmaya çağırmaktadır. Onun içindir ki hak kitaplar göndermiş, ayetlerini açıklamış ve elçilerle de ayetlerin paratiğini insanlığa göstermiştir(9/11- 11/14- 13/37- 13/43- 22/52,54- 41/3). Tüm bunlara rağmen vahyin dışında kendi hevalarına göre yaşamak isteyenler çoğunluktadır. Allah o kimseleri şiddetle kınamaktadır.

Allah, kendi göndermiş olduğu vahye iyi kalpli bir düşünceyle dahi olsa aykırı hareket edenleri de hemen uyarmıştır. Nuh’un durumu buna örnektir(11/46,47). Allah, Nuh’un oğluyla ilgili kendinden isteği konusunda onu uyarmakta ve hakkında bilgi sahibi olmadığı bir şeyi kendisinden istememesi gerektiğini hatırlatarak cahillerden olmamaya davet etmektedir. Ve Nuh, hatasını görerek affını istemektedir. Herkes Nuh (as) gibi hatasından dönenlerden olmuyor aksine hatasında ısrar ederek Allah’ın vahyinin aksi istikametinde yaşamayı tercih ediyor. Allah bu kimselere bilgisizler, cahiller, nefsini ilah edinenler ve zanna göre hareket edenler demektedir.

Allah, insanları tevhide davet etmekte ve kendisine şirk koşulmasına ise öfkelenmektedir (7/24- 23/88- 47/19). Oysa modern insan, Allah’ı yalnızca göklere hapsederek yeryüzüne müdahil kılmak istememektedir. Atalarından kalan bilgiyle yollarını bulacaklarına inançları tamdır(12/40) ve atalarının şirklerini olduğu gibi üzerinde taşımayı bir üstünlük saymakta ve ilmini kuşatamadıkları şeyi ise reddetmektedirler(10/39). Bilgisiz insan, dünyanın yalnızca görünen kısmını istemekte ahiretten ise pay sahibi olmayı dilememektedir(30/7). Oysa Allah yerde ve gökyüzünde ilah olduğunu(19/65) ve her şeyi ilmiyle kuşattığını ve herşeyin yine kendi ilmine göre hareket etmesi gerektiğini deklare etmektedir. Tüm bu uyarılara rağmen kulaklarını tıkayanları Allah ilminden geri koyacağını ve onların iman etme ihtimalinin kalmayacağını söylemektedir. (30/56,59)

Allah, vahyini göndererek bilenlerle bilmeyenleri/bilmek istemeyenleri ayırmıştır. “Allah'a ve O'nun Resulü'ne iman edersiniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz (61/11). Allah, bu ayette olduğu gibi ilim sahiplerinin Allah’a ve resulüne imanla birlikte malları ve canları ile cihad ettiğini, ahirete kesin bir bilgiyle iman ettiklerini(31/14) ve bunların geceleyin kalkarak secde ettiklerini ve bu kimselerin bilmeyenler gibi tutulmayacağını(39/9) ve ancak ilim sahiplerinin düşünüp öğüt alacağını söylemektedir. Onun için Allah, vahye kulak verenleri sürekli uyarmakta ve bilmeyenlerin hevasına uymamak gerektiğini(45/18), eğer insanlar gerçekten bilmek isterlerse inanmayanlara vaadedilen çılgınca ateşi ölmeden de görebileceklerini(102/3,4,5,6) hatırlatmaktadır. İnsanlar yüzünü hanif olan dine yani fıtratlarına uygun olan vahyin çağrısına/ilme çevirmelidirler(30/30). Eğer insan tüm uyarmalara rağmen yüzünü hevasını ilah edinmeden yana çevirirse elbette ki Allah ahirette bilen ve bilmeyen arasında hükmünü verecektir(34/26)

Allah, vahyini elçileri aracılığıyla insanlara duyurmaktadır. İnsanların vahye kulak tıkamamaları gerektiğini, zorbalık yapmamaları gerektiğini ve Allah’tan korkarak hareket etmeleri gerektiğini hatırlatarak; “Size bildiğiniz şeyleri veren, size davarlar, oğullar, bağlar, pınarlar ihdas edenden korkun!” (26/132,133,134) demektedir. Çünkü Allah “…Böylece, helak olacak kişi apaçık bir delilden sonra helak olsun, diri kalacak kişi apaçık bir delilden sonra hayatta kalsın. Şüphesiz Allah, gerçekten işitendir, bilendir” (8/42) buyurmaktadır. İman edenlere ise bilgi sahibi oldukları halde kendilerine emanet edilen vahye ve onu tebliğ eden elçiye ihanet etmemeleri uyarısında bulunmaktadır(8/27). Çünkü aklı erenler alimlerdir(29/43). Allah, ilim üzere akledebilmeyi ve bilgisizce insanları saptırarak onların da veballerini taşımamayı öğütlemektedir(16/25). Zira, kendilerine ilim verilenler bilir ki ahiret günü bilgisizce saptıranlar için rezillik günüdür(16/27).

“De ki: Herkes gözetlemektedir; siz de gözleyip durun. Sonunda, dümdüz (dosdoğru) yolun sahipleri kimlermiş ve doğru yola ulaşan kimlermiş, pek yakında bileceksiniz." (20/135)