Bünyamin ZERAN
BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ
Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal iken pireler berber imiş. Ola ki bir zaman içinde küresel güç diye bir canavar yaşarmış. Öyle obur öyle gözü doymazmış ki dünyayı parmağına takıp çevirirmiş. Her şeyi kendisinin sayar, her şeyi gasbetmekte sınır tanımazmış. Kanla beslenir, gözyaşlarıyla susuzluğunu dindirirmiş. Küresel güç canavarının dünyanın dört bir yanında adamları varmış. Dünyayı bölgelere, bölgeleri şehirlere ayırırmış. Bir sınırdan öte sınıra geçmek bu küresel güç canavarının emriyle olurmuş. Herkes ondan korkar herkes ona itaat edermiş. Ama bir güç varmış ki ondan korkmazmış tüm insanlık bu gücü bilir ama küresel canavarın korkusundan sahip çıkmak istemezmiş. Bu gücün adı İslam’mış. Ona sahip çıkıp, onu korkusuzca savunanlara da Müslüman denirmiş. Ama Müslümanlar güçsüz, takatsiz ve küresel canavara boyun eğdirecek ne altyapıya ne de bir üst yapıya sahipmiş. Onun için İslam suskun, onun için mahzunmuş. Küresel canavar onun bu mahzun halinden bile ürkermiş, ama kendi gücünün ve İslam’ın çaresizliğinin farkında olduğu için onun gıdalanmasını, gelişmesini sağlayacak her şeyin önüne geçmek için çabalarmış.
Birçok hinlik varmış onda. Mesela İslam’ın kılığına girer, Müslümanları kendi etrafında toplayarak radikal unsurları budarmış kimi zaman. Kimi zaman tavrını net belli eder yüklenirmiş de yüklenirmiş gariban Müslümanlara. Bunu her zaman kendi eliyle yapmayıp dünyanın dört bir yanındaki işbirlikçileriyle yaparmış çoğu zaman. Müslümanların içinden bir adamı temsilcisi yapar! O ülke senin bu ülke benim gezdirir. Müslümanlar adına o ülkeye afra bu ülkeye tafra yaptırır, böylece Müslümanlar nazarında adamının güven kazanmasını sağlarmış. Derken ona güvenmeye başlayan Müslümanlar küresel canavarın dişlerinin arasına girer ve kutsallarını bu adama teslim ederlermiş.
Bu adam rolünü o kadar iyi yaparmış ki Müslümanların en radikal unsuru olarak göze çarpan grupları bile tüm dünyaya rağmen savunurmuş. Yeni bir din anlayışı gelirmiş bu adam eliyle. İslam cihat mantığından uzaklaşır, küresel gücün projeleri bu adamın eş başkanlığıyla yürürmüş. Bu projelerin içinde öncelikli hedef Müslümanların tüm dünya üzerindeki ıslah hareketinden vazgeçmesi, otoritenin Allah’a değil küresel canavarlara devredilmesi varmış.
Küresel canavarın Müslümanlar için seçtiği bu esas adam bu projelerin hayata geçirilmesi için çok yetenekliymiş. Çıkar, İslam karşıtlarına herkesin gözü önünde bağırıp çağırırmış. Ama ülkesinde küresel gücün hegemonyasını artıracak silah anlaşmaları, eğitim anlaşmaları, modernizasyon anlaşmaları yapar onlara güçlerini pekiştirecek yeni üsler bile verirmiş. Ama Müslümanların büyük bir kısmı bunları görmez İslam’ın düşmanlarına şöyle göstermelik bağırıp çağırmasından nasılda keyif alırlarmış bir bilseniz. Çok safmışlar hemen de inanırlarmış böyle şeylere. Hatta o bölgenin dışındaki başka bölgelere ait İslam’a mensup insanlarda gurur duyarlarmış bu yeni esas adamın tavırlarından. Her ne kadar onlarda kabilecilik baskında olsa yinede küresel gücün bu işi yönettiğini çakmazlarmış.
Bu bölgede ayrıca bir grup daha varmış ki onlarda İslam’mış. Ama onların İslam’ı diğerlerinden farklı ve daha cesurcaymış. Aslında küresel gücün dertlerinden biri de o grubu sindirmek ve başka bölgelere bu grubun etkin olmasını önleyerek o grubu bölgede yalnızlaştırmakmış. Müslümanlar böylesi bir oyunu fark edemedikleri için birbirlerine omuz vermek yerine aralarındaki farklı düşünmelere takarak birbirlerine hasımlıklarını bilerlermiş. Bu farklılıklarını da çatışma unsuru yapan yine küresel canavarmış. Küresel canavar projelerini yalnızca bu esas adamla yapamayacağını biliyormuş. Bu esas adam işin bir yönünü halledebilirmiş ama diğer yandan işin dini önderlik boyutunu yapacak başka bir esas adama ihtiyaç varmış. Bu adam öyle radikal şeylerden konuşmayacak, geleneği din olarak karıştırıp biraz elçinin sözünden biraz kendi nefsinden katacakmış. Böylelikle ortaya buzağının böğürmesi kadar enteresan, garip, ucube bir din çıkacakmış.
Herkesin bu dine inandırılması için çaba sarfedilecekmiş. Bu adamın kullandığı argümanlar daha çok sevgi, hoşgörü ve insan hakları olacakmış. Oysa bu adamın küresel canavarın bombaları altında, küresel canavarın oluşturduğu kıtlık içinde müslümanlar ölürken sesi hiç çıkmayacak, çıkarsa da cihada teşvik etmeden sabrı ve kabullenmeyi salık verecek cümlelerle konuşacakmış. Dünyanın dört bir yanına eğitim kurumları açarak bu rolünü eksiksiz yerine getirecekmiş. Küresel canavar bu adamı o kadar tutarmış o kadar severmiş ki kendi sofrasında yedirir, kendi yatağında uyutur kendi ülkesinde yaşatırmış. Bu iki esas adam rollerini eksiksiz yerine getirdikleri için topluma model olarak sunulurmuş.
Küresel canavar konjöktöre göre yeni senaryolar yazarmış. Hatta yıllarca köle diye yüzüne haykırdığı adamları bile yeri gelir kral yaparmış. Ama bu köle kral olduktan sonra kendisine köle muamelesi yapanları cezalandırmak şöyle dursun minnetle onlara hizmet etmek için çabalar da çabalarmış.
Gelin görün ki dünyada köleleştirilmiş diğer halklar köleden kral oldu diye umutlanıp her yerde bayramlar yaparlarmış. Davullar, zurnalar çalınır, kurbanlar kesilir, hediyeler takdim edilirmiş bu yeni krala. Ama köleler pek düşünmezlermiş bir işin önünü sonunu. Günü birlik hayal kurar, günü birlik mutlu olurlarmış. Hele ki bir adamı tuttular mı köleliklerini unutur, kendilerine yapılan zulmü unutur şevkle, istekle köleliğe devam ederlermiş. Küresel canavar keyifle en yüce tahtına oturur ben bu alemin tanrısıyım der gerim gerim gerilirmiş. Ama küresel canavar bir türlü huzurlu olamazmış. Sanki tahtı ateş altında da sabah akşam ateş ona sunuluyormuş. Her an kaybetme korkusu her an mağlubiyet endişesiyle yaşarmış. Onun için dünyanın dört bir tarafını karıştırmaktan geri durmaz, öfkesiyle herkesi acılar içinde yaşatırmış.
Bu hikayenin içinde başka kimseler de varmış. Küresel canavarın hiç hesaba katmadığı akli selim müminler varmış. Bunlar çok azmış ama az oldukları kadar da dolu doluymuş. Kendilerini donatmakla uğraşırlar yaşamlarıyla örnek olurlarmış. Pek fark edilmezlermiş. Ancak bu şahsiyetleri gören kimileri bunlardan etkilenir mesaja kulak verirlermiş. Bir kalburun üzerindeki taneler gibilermiş. Kalbur sallanır taneler düşermiş. Elene elene sağlam tohumlar kalırmış. Bu tohumlar dünyanın dört bir yanına rüzgarla dağılır ve toprağa karışırmış. Dünyanın dört bir yanında yeni fidanlar yeşerirmiş. Tıpkı ayrıksı otlar gibi pek fark edilmez fark edildiklerinde ise küresel canavarın vahşi köpeklerince ya katledilir ya da vahşi gardiyanlarınca tutsak edilirmiş. Ama yinede tohumlar dağılır yeni tohumlar toprakla bütünleşirmiş. Küresel canavar anlayamazmış bu olanları.
“Ben öldürdükçe onlar çoğalıyor, ben hapsettikçe onlara ilgi artıyor neden böyle oluyor” diye hayıflanırmış. Oysa küresel canavar Allah’ı hiç hesaba katmazmış. Oysa Allah küresel canavara şöyle dermiş “onlar bir tuzak kuruyorsa Allah’ta bir tuzak kuruyor…” bunu o rüzgarla bereketlenen tohumlar bildiği için umutla ve sevinçle karışırlarmış toprağa. Her yeni ölüm yeni bir doğummuş onlara. Her yeni doğum umutmuş dünyaya. Bu hikaye Müminlerin elleriyle küresel canavarların cezalandırılacağı güne kadar böyle devam edecekmiş.