Sümeyra AKDOĞAN

24 Mayıs 2012

DEĞİŞİMİN REÇETESİ

 

Zaman eriyip gidiyor, her nefeste… Yıllar eskiyor… İnsanlar eskiyor…

Ya kalpler? Ya ameller? Ya imanlar? Buruşup giden derilerin altında genç kalabildiklerini söyleyebilir miyiz? Maalesef saniyelerden daha çabuk eskiyorlar.

 
Gençliğindeki heyecanı, dik duruşu özlediğini söylediği halde, olması gerekenin bu olduğuna inandırılmış nice eski dillere rastlamadık mı? 


Aynada, artan ak telleri, bükülen beli, titreyen elleri, aksayan ayakları fark edebilirken yitirilen amellerden, göğüslerden kaçıp gitmiş heyecanlardan bahsedilebilir mi? Evet; belki de bahsedilebilir… 
Bahsedilse ne çıkar? 


Olması gereken buymuşcasına, küçümseyen bir tebessümle, bu kelimeleri okurken “bizde bu zamanlardan geçtik …” denilir; sonunda olacak hale örnek gösterilir nefisler… Yıllarla birlikte eskiyen imanlar, kalpler, görüşler, tesettürler… Ve bu hallerinden rahatsız olmayan nefisler… 

Kelimelerimi hüznüme kardeş etmesem içimde parlayan bu ateşi söndürmem mümkün olmayabilir… Hayatımın yakın tarihinde, kendilerini iyi örnekler olarak gördüğüm büyüklerimi uzun bir aradan sonra hayretle müşahede etmek yüreğimi zora soktu.

Yıllar, akıp giden nehirler gibi; üzerinde ne taşıdıkları onları pek de ilgilendirmiyor. Onlar kendilerine tayin edilmiş vakte kadar bu işi yapmakla memurlar. Taşınanlara gelince, üzerlerinde aktıkları yılların, uğradığı her bir durakta, kimliklerinin aşınmasına vesile olacak tanışıklıklarda bulunacakları, bir imtihan süzgecinden geçiriliyorlar. Kuşanılan kimlikleri vahyin dik duruşuyla, başları dik tamamlayan öyle az kimse var ki… Etraf tavizkar tavırların kemirdiği kimliklerle dolu. Oysaki dava omuzlarında yükselecek umudu taşıyordu tüm yürekler… Asla değişilmeyecekti; inmeyecekti yumruklar, kısılmayacaktı sesler, hiç bitmeyecekti söylenilen marşlar… Ama değişildi… Önce kalpler sonra eylemler değişti… 

Bense bu portrenin kenarına oturmuş, kalbimi kötü örnekleri, örnek almaması yolunda eğitmeye çalışıyorum. Geleceğim, şu iki elimin işledikleriyle siyah bir gölgeye mi dönüşecek? Yoksa bir dua gibi yükselecek mi? Korkuyorum ve sığınıyorum… 

Kurbağayı kaynar suya atmışlar. Zıplamış ve kurtulmuş. Başka bir kurbağayı da soğuk suya koymuşlar, altından ateşi harlayıp, beklemişler. Zamanla ısınan suyun tehlikesini hissedemeyen zavallı, ölüp gitmiş…Tüm bu değişim rüzgârları, aynı bu küçük hikâyeye benziyor. Tehlikesi daha büyük…

İslam’a olan ciddiyeti kaybetmekle, takva uzaklarda mahzun kaldı.. Önce kelimelerde yitirildi; sonra hayatta asıl anlamını kaybetti… Fark edilmeden yavaş yavaş nerden, nereye gelindi… Kendilerine hayat verecek olana olan ciddiyetsiz tutum, fark edilmeden damarlara şırınga edildi… Kelimelerime ciddiyetini yitirmiş bu toplumda, ciddiyeti nasıl öğretebilirim? Ya ciddiyetsiz kelimelerle nasıl ayakta kalırım? Nasıl anlatırım hakkı? 
 

Heybemde anlamam gereken bir kelime var; koca bir hayatı sarmalayacak bir kavramın şekilsel hali…Vakar… 

“Bu değişimi engelleyecek olan kelimen, bundan mı ibaret? “diye düşünecek olanlar olacaktır muhakkak. “Evet, budur.” diyecek cesaretim var. Kaybedilen vakarın düşürdüğü bu zilletin, süslü yansıması bu; işte tam karşımda duran… 
 

Nedir vakar? 
 

Vakar içinde bulunulan konumun ciddiyetine uygun davranmak demektir. Kimsen, neysen, neyi temsil ediyorsan, ona yakışır bir tutumu ortaya koymak demektir. Hafifliğin tamda zıddıdır vakar. Kâfire karşı dik duruşun, Rabbin önünde acziyeti yere serişin adıdır vakar. Cennete olan ciddiyetin, gözlerden okunuşunun adıdır. Kendini ilgilendirmeyen her şeyin lüzumsuzluğunun bilincinde olmak, gözlerini, dilini, ellerini, kulaklarını yaratılışının hikmetine uygun kullanmaktır. Kahkahaları cennete saklamak, tebessümü hayırda kullanmaktır. Ağırbaşlı bir hayatın, cennete doğru hızla yol almasıdır. Olması gereken yerde eğrelti oturan topluma, yeniden dik duruşunu kazandıracak kelimemdir vakar… 
 

Vakar bakışlarda, duruşlarda, kelimelerde yitirilince; kıyafetlerle yalancı bir vakar elde edilme gayreti içinde bulunuldu. Takım elbiseleri ve kravatlarıyla parıldayan adamların karşısında bu çakma heybet kayıplara karıştı. Zira her güzel elbisenin üstünde daha güzel bir elbise olacaktı… Üstüne bulaşan zilleti heybette çevirmek için kıyafetler, evler, binekler değişti. Ama kaybedilen vakarın, kibirli ve asık suratlı derin boşluğu değişmedi.

Hâlbuki yamalı kıyafetleriyle önünde heybetinden titrenen nice büyük adamlara şahit olmuştu yeryüzü, gökyüzü ve melekler… 

"Rahmân'ın öyle kulları vardır ki, onlar, yeryüzünde sükunetle (vakarla) yürürler" (Furkan, 25/63)

İşte böylesi yürüyüşünde bile Allahın halifesi olduğunu hatırlatanlardan olmak duasıyla…

VESSELAM…