Sümeyra AKDOĞAN
KIRMIZI
Yalpalayan kalemim, içimde taşan öfkenin siyah yüzünü çizebilir mi ufuklara? Ve Ben ne kadar öfkeliyim?
Harflerle olan barışıklığım, sahiciliğini yitirmiş salaş ritimlerde geziyor umarsızca…
Al eline kalemi, çiz; tüm kâfir zalimlerin üzerini; aman ha rengi kırmızı olsun fiyakalı bir duruşu var kırmızının… Kanını akıtmış gibi olursun öyle kalın kalın çizince ve dünya o çizginin gölgesinde rahat bir nefes alır bakarsın… Ve öfken inecek bir çizgi bulduğu için mütebessim silinir gider…
Oysa ben sabahsız gecelerin alacakaranlığında ışık gibi bir kelime arıyorum. Namluya sürüp arkasında sukutu mu güçlü bir sesle bozacağım…
Klavyenin, kalemi unutturan silik duygusallığına, kabaran ve içimi tahrib eden hüznü, salık vermenin bir çaresini arıyorum günlerdir… Hiç bir şey yapamadığımın acınası çaresizlinde kıvrılan ellerim, yitik kelimelerin koyu kayboluşunda sesizliğine ağlıyor… Ağlamak çare değil bilmiyor muyum; ya tutunduğum harfler ?
Yazmak acı veriyor; susmak bin beter. .
Yazmak bir deva değil benim için… Ürpertiyor umursamazlığın kör kuyularına kalbimin düşmesi kaygısıyla…
Yazmak öfkemi dindirecek diye korkuyorum. Rahatlatacak ve ellerim gözyaşlarını siliverecek yaşamak içime batmayacak diye…
Hâlbuki kırmızı Şam’ın kucağına kuruluvermiş… Acı, özgürlük savaşçılarının, kendilerine silah yapıp zalime, kurşun kurşun, sabır sabır ve şehit şehit “dur”u olmuş…
Ne zamandır senin çocukların bizimkilerden ayrıldı Şam? Ne zaman ‘biz’i unuttuk; sizli cümlelerle utanmadan konuşmaya başladık ki biz?
İstanbul, Şam, Mekke, Kahire kim çizdi bu sınırları? Şam demek ben demek olmalıydı o acı benim de lokmam olup yırtmalıydı boğazımı…
İdlib’e bir bomba düşüyor, uykularım bölünmüyor. Halep de bir bebek daha kırmızı olup cennete uçuyor. Saçlarımsa hala yerinde duruyor. Mutfağımda hala tatlı pişiyor ekmek kırmızı olurken bir sokakta… Ankara'da sokaklar ıssızları oynayabiliyor milyonlar şehit kahramanlar olarak kevsere koşarken…
Ya yüreğime kim çizdi bu sınırları? Kim içirdi ayrılığı bize? Kim öğretti bu umursamazlığı? Merhameti ve rahmeti nerelerde bıraktık. Ki hala sinema keyifleri uzun vakitlerde meşgul edebiliyor bizi…
Dua etmeyi de mi unuttuk ki halimiz içler acısı oldu. Sen kıpkırmızı rengini bayraklara verme mücadelesindeyken biz evlerimizden çıkıp “Kardeşiz biz!” demeye vakit bulamadık. Heyecanlı şahadet marşları söyleyen adamların düm tekli sözleri salonlar doldururken hınça hınç; sokaklar pankartsız ve kardeşsiz kaldı… Eylemci olmak boş iş olarak kabul görüldü… Ve bir avuç olup rezil olmak mazeretleri dağlar gibi önümüze sürüldü de sürüldü…
Çare mi sloganlar? Çare mi sokaklarda kardeşlik yumruklarının havalanması?
Ya sokaklara, çocukların top oynadıkları arsalara düşen binbir sesli bombaların, kaç çocuğun geleceğini yok saydığı, anneleri çocuksuz, çocukları kardeşsiz ve babaların omuzlarını düşürüp hayatlarını kaydırdığı kırmızı topraklarda, kardeşlerimize kardeşleri olduğumuzu hatırlamanın başka yolunu bulabilir miyiz?
Öyle şiirler okuyup acıklı ezgiler söylemekle ve internetin sosyal ağlarında kahrolsun paylaşımları yapmakla yetinebilir miyiz?
Salonları hınca hınç dolduran Müslümanlar, kısa bir süreliğine bile sokakların cehresini değiştirebilecek güce sahip değillerse Hak katında hangi mazeretin arkasına sığınmamız kurtaracak bizi?
Cennet ceplerimizi boşalttığımız bozuk paralarla alınacak kadar ucuz mu? Eski yırtık ve kirli eşyalardan kurtulduğumuz bir çöplük mü?
Kırmızı Gazze’ye de çöktü yine, yeniden… Yeryüzünde tek bir inanmış kalmasın diye topla tüfekle saldırıyorlar. Kimi şehirler kıpkırmızı oluveriyor.
Bir de televizyonlar, kiralık aydınlar, bulanık kitaplar, lüks vitrinler ve pahalı dünyalıklarla saldırılan şehirleri görmelisiniz. Sarılabilecek renk kalmamış… Renksizliğin garip, acınası, yıkık girdabında çırpınıp duran bir biz… Duyarsız, bencil, sadakatsiz yığınlar… Sokaklarımızdaki tahribat öyle büyük ki…
Ellerinden geleni ardına koymuyor kâfirler Gazze kırmızı, Şam kırmızı…
Ya İstanbul?
Ya Ankara?
Ellerimin alfabeden seçtiği yürek yangını satırlar kırmızı değil, , sadece bulanık bir gri…
Ne Şam, ne Gazze… Yanan bir Ankara’dan bir yardım çağrısı ellerimin ağladığı çaresizlik…
Affet kalemle yazmayı öğreten!