Değişimle yozlaşma arasında muhafazakarlık
Anadolu`nun ekonomik pastadan pay almaya başlamasının muhafazakar kesimde ne türden sonuçlar doğurduğunu görmek için sosyal araştırma yapmaya gerek yok. Gündelik hayatta insan davranışlarında, hayat tarzlarında gözlemlenen değişim bile sürecin nereye doğru evrildiğine dair yeterince fikir veriyor. Bayram vesilesiyle daha farklı mekan ve kesimlerle karşılaşınca ister istemez yeni muhafazakar sınıfın zıddına benzemeye başladığına, daha önce eleştirdiği davranış normlarını aynen benimsediğine bir kez daha tanık oldum.
Değişimle yozlaşma arasında muhafazakarlık
Akif Emre / Yeni Şafak
'Her şey zıddıyla kaimdir' derler. Zıddına benzeyen aslını yitirir...
Toplumun yozlaşmasından şikayet etmek yeni bir olgu değildir. Her nesil kendinden sonrakilerin ne kadar değiştiğinden şikayet eder. Toplumsal değişimle toplumsal yozlaşmanın arasındaki ince çizgiyi genelde pek fark edemeyiz.
Kimine göre toplumun değişmesi kaçınılmazdır; bu var olan dinamizmi gösterir. Değişimin doğasını anlamak, çözmek için sosyal bilimler tüm çabalarıyla yeni kuramlar geliştiriyor. Bu yönüyle toplumsalı kontrol altına almanın ideolojik aygıtları olarak da bakabiliriz sosyal bilimlere. En azında modern zamanların toplum mühendisliği için devletin ideolojik aygıtı oldu...
Toplumun değişmesini mutlaklaştıran, yücelten, her değerden önce 'değişimi' esas alan söylem kulağa hoş geliyor. Göreceliğe dayanan bir değer algısı bu yoruma götürüyor ister istemez.
Diğer tarafta gelenek ve alışkanlıklarla yozlaşmayı birbirine karıştıran tutucu tavır toplumda yaşanan dinamizmi anlamak yerine şikayet etmeyi yeğler. Bu tutucu tavır ahlaki olandan çok alışkanlıklarını öne çıkarır, alışkanlıklarının elden gitmesine hayıflanır.
Toplumsal değişimin olduğu kadar tutuculuğun sosyolojisi de vardır. Sosyal bilimciler her ikisini de toplumsal ve bireysel değişimin nesnesi olarak ele alır. Her iki tavır da toplumu, bireyi ilgilendiriyorsa siyasal sistem bu tavırları doğru okumak, doğasını çözmek, bunlara yönelik argüman geliştirmek isteyecektir. En azından sosyal bilimlerin doğuşunun, August Comte'dan beri, bir toplum mühendisliği, yeni bir insan tipi inşa etme projesi olduğunu söyleyebiliriz.
Zaman zaman içinde yaşadığımız toplumun, çevremizin, yakınlarımızın eğilimlerine; din, ahlak, değerlerle ilişkilerine bakarak endişe ettiğimiz olur. Bir tür tedirginliktir halidir. Bu anlamda değer sahibi olmak bir şeyleri muhafaza etmeyi gerektirir. Batı'daki 'conservatism' anlamında değil ama ilahi emaneti muhafaza etmek, şahitlik etmek misyonuyla çevredeki olup bitenlere karşı tedirginlik hissi, aynı zamanda da topluma karşı sorumluluk duygusuna işarettir.
Türkiye'de siyasal iktidar erkinin değişiminin, biyolojik ömrünü tamamlamış bir zihniyetin devre dışı kalmasının sosyo-ekonomik ilişkileri de etkilediği ve bu durumun ortaya çıkardığı siyasal mücadelenin sadece yönetim erki ile sınırlı olmayıp toplumsal gerilimi de tetiklediği hususunda hemfikiriz. Şüphesiz hiçbir iktidar, kendini ayrıcalıklı sayan toplumsal katman bu konumundan vazgeçmek istemeyecektir. Zaten kendiliğinden vazgeçen erdemli bir iktidar olsaydı bu ayrıcalıkları ötekileştirdiği sessiz çoğunlukla paylaşırdı.
Siyasetle beraber toplumsal ve ekonomik kaynakların, imkanların el değiştirmesine, daha doğrusu farklı kesimlerin de bundan pay isteyecek hale gelmesine dair ve hem iktidar-sermaye, hem devlet-halk ilişkisinin yeniden düzenlenmesine dair yapılan çözümlemelerden çıkarılacak sonuç; mesela liberal yahut sınıf temelli bakış açımıza göre değişecektir.
Ancak tüm siyasal bilimler ve toplum bilimleri açısından yapılacak çözümlemelerden nasıl sonuç çıkarılırsa çıkarılsın, 'değişimin ahlaki temelleri nedir?' sorusuna verilecek cevabı hepsinden daha çok önemserim.
Anadolu'nun ekonomik pastadan pay almaya başlamasının muhafazakar kesimde ne türden sonuçlar doğurduğunu görmek için sosyal araştırma yapmaya gerek yok. Gündelik hayatta insan davranışlarında, hayat tarzlarında gözlemlenen değişim bile sürecin nereye doğru evrildiğine dair yeterince fikir veriyor.
Bayram vesilesiyle daha farklı mekan ve kesimlerle karşılaşınca ister istemez yeni muhafazakar sınıfın zıddına benzemeye başladığına, daha önce eleştirdiği davranış normlarını aynen benimsediğine bir kez daha tanık oldum.
İnsanların kazanıp helalinden harcamaları ile lümpen, saygısız bir şekilde servetini gösteriş vesilesi yapması arasında fark var. En azından toplumsal planda sergilenen sonradan görme zenginlik alametlerinin değişimden çok yozlaşma işareti olduğunu söyleyebilirim.
Statüko dediğimiz yapının seçkinlerine özgü ayrıcalıklılar arasına karışanlar, -Batı'daki gibi toplumsal temeller, söz gelimi aristokrasi gibi yerleşik sınıfsal yapılar olmadığı için- kolayca sosyeteye, elitler zümresine dahil oluyor; önemli olan sahip olduğu serveti.
Henüz bu çapta bir muhafazakar zenginler sınıfı oluşmasa da gelir düzeyi bir şekilde artan, daha farklı semtlerde, sitelerde yaşamaya başlayan bir kesimin oluştuğu kesin.
İnançlarından dolayı taşıdıkları üstünlük duygusu ile güç ve iktidar sahibi olmanın getirdiği kibir görüntüsü toplumsal hayata hemen yansıyor. Üstelik daha önce karşı çıktıkları tüm davranış normlarını sergileyerek...
İşte bu toplumsal değişim değil bir ahlaki çürümedir. Servetin nasıl kazanıldığı kadar nasıl harcandığı da Müslüman için sorgulanması gereken ölçüdür. Gösteriş, başkalarını yok sayan kibir, büyüklük ve de her taraftan taşan görgüsüzlük... Bu göstergeler bile değişim denilen şeyin mutlaka iyi olmadığını, tutuculukla erdemin, ahlakın korunma kaygısının farklı olduğunu gösterir.
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !