Elyevm baskın olan; dinlerle uyumlu kapitalizm değil, kapitalizmle uyumlulaştırılmış dinlerdir
Süleyman S. Öğün, `Virüs Tarihi Değiştirir mi?` başlıklı yazısında kapitalizme dair önemli çözümlemelerde bulunuyor. `Lâikleşmenin ve sekülerleşmenin feriştahı evvel emirde ekonomidir. Ekonominin lâikleşmesi, yâni dinlerin icaplarından kopması mutaddır ve bu hudutsuz bir eksende cereyan eder` ifadelerini kullanan Öğün, `Dindarlık ile kapitalizmin harmanlanması, kapitalizmin gerekleriyle uyumlu dinsel sekteryen yorumların tutkallarıyla yapıştırılmıştır. Hâsılı, elyevm baskın olan, dinlerle uyumlu kapitalizm değil; kapitalizm ile uyumlu, değilse uyumlulaştırılmış dinlerdir` diyor.
İslam ve Hayat
Süleyman S. Öğün, "Virüs Tarihi Değiştirir mi?" başlıklı yazısında kapitalizme dair önemli çözümlemelerde bulunuyor. "Lâikleşmenin ve sekülerleşmenin feriştahı evvel emirde ekonomidir. Ekonominin lâikleşmesi, yâni dinlerin icaplarından kopması mutaddır ve bu hudutsuz bir eksende cereyan eder" ifadelerini kullanan Öğün, "Dindarlık ile kapitalizmin harmanlanması, kapitalizmin gerekleriyle uyumlu dinsel sekteryen yorumların tutkallarıyla yapıştırılmıştır. Hâsılı, elyevm baskın olan, dinlerle uyumlu kapitalizm değil; kapitalizm ile uyumlu, değilse uyumlulaştırılmış dinlerdir" diyor.
Öğün'ün Yeni Şafak'taki makalesini paylaşıyoruz:
Corona virüsü üzerine çok sayıda siyâsal senaryo üretiliyor. Bu virüsün “beklenen” biyolojik savaşın göstergelerinden birisi olduğu ve kasıtlı bir şekilde Çin’e sokulduğunu iddia edenler var. Düz bir akıl yürüttüğümüzde bu iddiaların “doğru” olabileceğine dâir bir kanaât sâhibi olunabilir. Ama yine de soğukkanlı olup, bu düz akıl yürütmelerin gizli ceplerini, eğilip büküldüğü yerleri anlamaya çalışmak daha doğru olacaktır.
Evet, Çin, kapitalist kârlılık ilkesince idâre edilen karar alma süreçlerinin büyüttüğü ve dünyânın ekonomik hâkimi olmak doğrultusunda ilerleyen bir büyük merkez. Evvelâ prensipte bunun kapitalist dünyâ görüşü açısından sorunlu bir değişim olmadığını vurgulamalıyız. Kapitalizmin icapları açısından sermâye ve üretimin Katolik nikâhı ile evli olduğu hiçbir coğrafya yoktur. Kapitalizm yersiz yurtsuz bir dinamiktir. Sâbit bir evi yoktur. Kapitalizmi, sindirilmemiş bilgiler ve aceleci değerlendirmelerle düşünmeyi îtiyad hâline getirmiş bâzı çevrelerin yaptığı gibi belli bir kültür veyâ inanç ile evlendirmek de mümkün değildir. Dünyada sermâye birikimi ile dinler arasında kurulan bağlar ufuk açıcı olduğu kadar , ufuk daraltıcı da olabilir. Meselâ Weber’in kapitalizmin gelişmesini Püritan ahlâk ile irtibatlandırması teolojik değil, târihsel-sosyolojik seviyedir. Burada belirleyici olan bizzat dinler değil; onların yorumları üzerinden yapılanan zihniyet örüntüleridir. Kapitalist karar alma süreçlerini teolojik öncüller ve senaryoların idâre ettiğini söylemek en başta kapitalizmin mâhiyetini idrâk yoksunluğu ile açıklanabilir. Lâikleşme ve sekülerleşmeyi siyasal bir meseleye indirgemek ve bununla sınırlı görmek son derecede eksik bir değerlendirmedir. Lâikleşmenin ve sekülerleşmenin feriştahı evvel emirde ekonomidir. Ekonominin lâikleşmesi, yâni dinlerin icaplarından kopması mutaddır ve bu hudutsuz bir eksende cereyan eder. Girişimcilerin, husûsen de sayıları onu geçmeyen bâzı âilelerin dindâr, hattâ sekteryen mânâda dindar olmalarını, evet, mühim bulurum. (Kıymetli büyüğümüz Alev Alatlı’nın başlattığı geniş soluklu son dizi, bu teolojik odlarda bizi baş döndürücü bir geziye çıkarıyor). Bu sekteryen teolojik yapı ve yorumlar, onların eylemlerinin ahlâk seviyede engelleyecek hususları ortadan kaldırır. Hattâ onları cesâretlendirir. Ama teolojik sâbiteler ile ekonomik aklın gerekleri çatışırsa ne olur? Hiç şüphesiz ilkini fedâ etmekten bir lâhza tereddüt etmezler. (Siyâsette Kardinâl Richelieu sendromu, ekonomide haydi haydi vâristir).Bu manâda modern dünyâda dinî maslahat ekonomik maslahatın fonksiyonudur. Dindarlık ile kapitalizmin harmanlanması, kapitalizmin gerekleriyle uyumlu dinsel sekteryen yorumların tutkallarıyla yapıştırılmıştır. Hâsılı, elyevm baskın olan, dinlerle uyumlu kapitalizm değil; kapitalizm ile uyumlu, değilse uyumlulaştırılmış dinlerdir. Eğer böyle yaparsak, pek çoğu tuhaf, hattâ sapkın mesihçi iddialarla taçlanan dinsel senaryoları ekonomik senaryolarla karıştırmayız.
Modern devlet ve genel mânâda siyâsetler belli bir coğrafya üzerinde lâikleşir. Bunu “içeride moralpolitik” -ulusa, yer yer de sınıflara egemenlikte yer açmak”, dışarıda ise reelpolitik- diğer ulus-devletlerle rekâbet etmek- üzerinden yapar. Bu gâyelerine vâsıl olmak ve onları devam ettirmek için kendisini sermâye ile çeşitli kombinezonlarda irtibatlandırır. İstediği her şekilde sermâyeyi kontrol etmektir. Devletler ne uluslardan ne de toplumsal sınıflardan çekinir. Teb’ası ile nasıl başa çıkacağını bilir devletler. Devletlerin gerçekte ürktüğü ekonomidir. Devlet bizâtihî ekonomik bir varlık değildir. Ama ayakta kalması, mâliye veyâ hazinesinin gücüne bağlıdır. Mâli süreçler, vergi üzerinden modern ekonominin canını yakar. Ekonominin aklıyla mâliyenin aklı çelişkilidir. Bu ikisinin uzlaşması çok zordur. Bu uzlaşma karşılıklı çıkarlara dayanan; uzun ömürlü olmayan, çetin ve büyük pazarlıklar üzerinden şekillenen bir müteahhitlik ve mühendislik bir meseledir. Kendi hâline bırakırsanız sermâye evden kaçacak, devlet ise onu kovalayacak ve yakaladığı yerde eve kapatacaktır.
Sermâye târihi kronolojik olarak, 13-16. asırlarda; Haçlı Savaşları temelinde evvelâ Doğu Akdeniz’de İtalya’da başladı. Ama 16.Asır’dan sonra, Atlantik dünyâsına, evvelâ Hollanda, daha sonra da İngiltere’ye kaydı. Oradan ABD’ye geçti. Almanya ve Japonya’da konuşlandı. Yetmedi; Güney Kore, Singapur ve Tayvan’a yerleşti. Nihâyet Çin’e demir attı. Farklı Hristiyan mezheplerinin ve Asyagil pagan inançların hüküm sürdüğü coğrafyalardır buralar. Çin ile ABD arasındaki mücâdele ne dînsel olarak bir Paganlık-Hristiyanlık ; ne kıt’asal olarak Amerika -Asya; ne de iki devlet olarak Çin-ABD mücâdelesidir. Bu, kendi gözünde “özgür”; ama devletin gözünde “uçucu”, “feminen” karakterli görünen sermâye ile ,kendi gözünde “sahiplenici”; ama sermâyenin gözünde “baskıcı”, “maskülen” karakterli görünen devletin kavgasıdır. Başka bir eve kaçan kadını geri getirmek için, o evi virüs sokarak yaşanmaz hâle getirmek iddiası, ıspata muhtaç olmakla berâber teorik olarak yadırganmamalıdır. Evet ,bunun neticesinde sermâye Çin’den kaçabilir. Ama geldiği yere geri döner mi; zannetmiyorum. Gideceği yer, başta düşük vergiler olmak üzere bir kaç ekonomik parametrenin optimal kılacağı bir yer olacaktır.
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !