21-09-2018 10:25

Eski başdanışman ve milletvekili Aydın Ünal`dan, gelinen noktaya ağır salvolar

Son seçimlere kadar, Başbakan ve Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı ile milletvekili olarak AKP`nin önemli isimlerinden olan, dahası Erdoğan`ın konuşma metinlerini yazan isim olan Aydın Ünal, Yeni Şafak`taki dünkü yazısında gelinen noktaya tam anlamıyla feryat ediyor, ağıt yakıyor. İşte Ünal`ın söz konusu yazısı...

Eski başdanışman ve milletvekili Aydın Ünal`dan, gelinen noktaya ağır salvolar

Hiç Yazasım Yok…

Aydın Ünal / Yeni Şafak

Pazartesi yazı günümdü, istirahat ettim. Bugünkü yazı için klavye başına geçince de hiç yazasım olmadığını fark ettim. Konu mu yok? Yüzlerce, binlerce konu var. Ama elim, zihnim hiç birine gitmedi…

3. Havalimanı inşaatındaki işçileri ve eylemlerini yazacaktım örneğin… Türkiye solunun en küçük işçi eylemine bile nasıl karabasan gibi çöktüğünü, nasıl istismar ettiğini, işçiyi nasıl eylemden eyleme hatırlayıp emek ve emekçiyi nasıl sadece provokasyon malzemesi olarak gördüğünü, en haklı emekçi eylemini dahi nasıl illegalleştirip haksız konuma sürüklediğini, nasıl istismar ettiğini; Türkiye sağının ise “emek en kutsal değerdir” diyerek başladığı nutuklarını nasıl âyet ve hadislerle “süslediğini”, ama pratikte işçi, emekçi, örgüt, sendikalardan nasıl korktuğunu, nefret ettiğini, hayali ihracat yapıp “Hz. Peygamber de bir ihracatçıydı” densizliğine baş vururken, 1’e aldığını 100’e satıp ticaret hadisine sığınırken, 2 bin 500 Asgari Ücret değerindeki lüks arabaya binip “at” edebiyatı yapar, İmam-ı Azam’a iftira atarken, ihaleye fesat karıştırıp “yakınları gözetin” âyetini cürmüne meze ederken, sınırsız bir hırsla ve kuralsızca kazandığını “Harp hiledir” deyip meşrulaştırırken “İşçinin ücretini alın teri kurumadan veriniz” hadisini nasıl olup da hiç hatırlamadığını, kendisine verileni “Rızk Allah’tandır” deyip emekçiye karşı kendisini nasıl Rezzak gördüğünü, aslında babası ya da dedesi işçi olduğu için, özünü unutmak adına işçiden, terden, alınterinden nasıl tiksindiğini yazacaktım… “Boşver” dedim sonra… Yazma…

Şu malum “Hz. Protezi öpenler” fotoğrafı üzerine yazacaktım örneğin… Hurafeler üzerine yazacaktım… Cemaatlerini çarşı-pazara çeviren, orada da durmayıp güç hırsıyla din uyduranlar üzerine yazacaktım… Her türlü sapkınlığı büyük bir kurnazlıkla meşruiyet dairesine dâhil edebilen ticari ve siyasi zekâdan bahsedecektim… “Yanlış anlarlar şimdi” dedim… Yazmadım…

Sokakta ve sosyal medyadaki “tesettürlüleri” yazacaktım örneğin… Ötekine benzeme zavallılığını, sefilliğini, kompleksini; lüks araçlarından yoksullara kibirle burun kıvıranları, sınırsız tüketenleri, “ne oldum” delilerini yazacaktım… 80’lerde, 90’larda verilen başörtüsü kavgalarını, eylemleri, mücadeleyi ve geldiğimiz yeri yazacaktım… Sosyolojinin, rollerin nasıl değiştiğinden, kavgamızın nereye evrildiğinden bahsedecektim. “Bunu istemişiz ki bu oldu” dedim sonra, “Değişimin önünde durulmaz” dedim… Vazgeçtim, yazmadım…

FETÖ ile mücadeleyi yazayım dedim… “Kininizi diri tutun” diyerek hatırlatma yapayım dedim… Mücadele sulandırılmasın, keyfileştirilmesin, kumpasa, karalamaya, tasfiyeye dönüşmesin diye uyarılar yapayım; suçun şahsiliğinden bahsedeyim, kardeşi FETÖ’cü olanın bakan, büyükelçi olabildiği, bunun da gayet tabii olduğu bir hukuk anlayışının herkese teşmil edilmesi gerektiğini söyleyeyim, öte yandan FETÖ’cülere daha düne kadar övgüler düzmüş, iş tutmuş kişilerin makamlardan uzak tutulması gerektiğini vurgulayayım, FETÖ ile mücadelede hâlâ suç-ceza orantısızlığı olduğunu, strateji eksikliğinin geleceğimiz adına ciddi bir tehdit olduğunu tekrar anımsatayım dedim… Yorulduğumu fark ettim, onu da yazmadım…

Buğday fiyatlarındaki fahiş artışı, market raflarındaki fırsatçı yükselişleri, kâğıt ve yayın piyasasındaki kaosu, faiz artışına rağmen dolardaki ateşi, ekonomi yönetimine güven tesis edilmeden suların durulamayacağını, reaksiyoner boykotların faydasızlığını, yerli üretim, yerli tüketim ve markalaşmada radikal değişim ihtiyacını yazacaktım… “Karamsarlık yaymayayım” dedim… Yazmadım…

Daha çok şey yazacaktım… İdlib’i yazacaktım, tarihe yolculuk yapıp “Lale Devri”nden bahsedecektim. Okullar açılırken milli eğitimin Kemalist, evrimci, bilimperest, ilerleme ve kalkınma takıntılı, Batıcı, seküler bir istikamete evrilmesi karşısındaki şaşkınlığımızı, yerel seçimler yaklaşırken şehirlerimizin sorunlarını, Ankaralının milyarlarını yutan ve paslanan büyük, çok büyük lunaparkı, af tartışmalarını, dönüşen devleti, memurların feryadını yazacaktım… Yazmadım… Hatta CHP’yi bile yazmak istemedi canım…

Karamsarlık değil umut zamanı… İçimdeki karamsarlığı yaymayayım dedim. Bugün hiç yazasım yok; onun için de yazmadım… Haftaya Allah Kerim…

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !