Yusuf HAKSÖZLÜ

20 Şubat 2011

FARKIMIZI FARK ETTİRMELİYİZ

Farklılık; aynı türden iki varlığın bulunduğu yerde, birinin diğerinden özellikleri/nitelikleri itibariyle ayrılmasıdır.

Bu vesileyle insanlar arasındaki  farklılaşmayı  sağlayan faktörler  arasında iki tip etkenden sözedilebilir. Birincisi ahlâk, inanç, bilgi, kültür ve beceri gibi olumlu/iyi özellikler. İkincisi ise bunun tam zıddı olan ahlâksız, inançsız, beceriksiz, bilgi ve kültürden yoksun olma hâlidir. Bu iki özellik dikkate alındığında, kişiyi toplum içinde iyi-kötü bir yere/mevkiye  ait kılacak olan, kendi şahsında geliştirmiş olduğu, bu  olumlu veya olumsuz özelliklerin davranışlarına yansıması olacaktır.

Farklılıkla ilgili böyle bir genel tesbitten sonra,asıl üzerinde durmak istediğim konu, Müslümanlar ve Müslümanların Yüce Allah’ın göndermiş olduğu vahyi sayesinde, diğer insanlara nazaran şahıslarında oluşan farklılıklarını, yaşamış olduğu toplumda ne kadar fark ettirebildikleri konusudur.

İslâm'dan konu açıldığında hemen hemen söylemler hep aynıdır. Efendim! İslâm Dini ahlâk dinidir. Müslüman dürüst olmalı, temiz olmalı, yalan söylememli, güvenilir olmalı, bilgili, çalışkan ve topluma örnek olmalı vs. Bunlar uzun uzadıya devam eder.

Gel gör ki, bu durum pratik hayata; çarşıya, pazara, bakkala, sokağa, okula, hastaneye, postaneye, ticarete, siyasete yansımaz. Çünkü “O işler başka, bu işler başkadır!” Bu sebeptendir ki, çift karakterli insan ve Müslüman (!) tipleri ortaya çıkar. Dolayısıyla kişinin okuması başka olur yazması başka. Düşüncesi başka olur söylemesi başka. İçeride farklı dışarıda farklı. Evinde başka işinde başka. Düğününde başka cenazesinde başka olur. Pazara gidersin pazarcı çürük domatesi satmaya çalışır. Düğününe gidersin sana içki ikram etmeye kalkışır.

Bir üstadımız konuşmasında şöyle demişti: "Seminer salonlarında konuştuğumuz İslam'ı ve oluşan kimlik ve kişiliğimizi dışarıya da taşımalıyız.” Aslında bu cümle bütünüyle konuyu özetleyecek şekildedir. Toplum içinde söylem ve bu söylemimize uygun davranışlar sunamadığımız içindir ki insanlara kendimizi fark ettiremiyoruz.

Zamanla pratiğe aktaramadığımız bu söylemlerimiz, bir öfke yumağına dönüşüp hiç olmadık bir zamanda ve de hiç olmadık birisine “kor” misâli püskürtebiliyoruz. Bazen de anlatsak da nasıl olsa anlamayacak, ne diye boş yere kendimi yorayım mantığıyla düşünebiliyoruz.Bu düşünce,beraberinde bizi suskunluğa, yılgınlığa, karamsarlığa götürüyor kanaatindeyim.

Eskiden özellikle uzak mesafeli yolculuklarda, bugün olduğu gibi lüks, konforlu, her koltuğunda televizyon ekranı olan otobüsler yoktu. Onbeş-yirmi saatlik  bir yolculukta, yanınızda oturan kişi ya da birkaç kişiyle sıcak sohbetler oluşurdu. Yolculuk bitiminde de bu sohbetlerin ucu sıkı bir arkadaşlığa ve tekrar görüşmek üzere adres alışverişlerine kadar giderdi. Böyle güzel yolculuklar kim bilir birçok sorumlu Müslümanlar için tebliğde fırsat olmuştur.

Günümüzde durum nedir? Henüz araç haraket eder-etmez kulaklıklar takılır ve ancak yolculuk bitiminde (molalar hariç) çıkartılır. Uzun bir yolculuk olmasına rağmen, bırakın sohbet etmeyi yanınızdakinin adını dahi öğrenemeden yolculuğunuz bitmiş olur. Kaç kişi yanındakine “Kardeş! Çıkart şu kulaklığı kulağından da dişe dokunur iki çift söz edelim. Hem dinlemiş olduğun ve seyretmiş olduğun şeyler evlerimizi zaten işgal etmiş vaziyette. Hâla bıkmadınız mı? Kim bilir belki biraz konuşursak bu yolculuğun hayatın boyunca unutamayacağın bir yolculuk olabilir. İçine düşecek olan küçücük bir “vahiy” kıvılcımı tüm kalbini ve bedenini sararak Rabbimin hesabına teslim alabilir .İçinde bulunduğun seküler (dünyevi) kuşatmadan, zillet içinde olmaktan kurtulup, İslam izzet ve şerefine kavuşabilirsin.” şeklinde bir teklifte bulunuyor?

Eğerki diğer insanlarda olduğu gibi tebliğ, inşa, ıslah sorumluluğumuzu unutmuşsak, hiç boşuna “Biz Müslümanız; biz farklıyız” diye nutuklar çekmeyelim. Çünkü “Hepimiz aynıyız, yok  birbirimizden farkımız” sözünün yeri ve zamanı çoktan gelmiştir.

Demek isterim ki; İslâmi tebliği, dört tarafı duvarlarla çevrilmiş salonlarda yapmakla yetinilmemeli. Tebliğ; bağda, bahçede, çarşıda-pazarda, otobüste, gemide, uçakta, maaş kuyruğunda, ekmek  kuyruğunda hemen her yerde yapılmalıdır.

Buraya kadar yazdıklarımla paralelliği olduğu için bir meseleyi daha anlatmak istiyorum.

Bir tanıdığımla konuşurken, ikimizin ortak tanıdığı Hacı (!) abiden söz açıldı. Tabi başladı anlatmaya; “Hacı abi çok iyidir. Kendisini çok severim. Geçen hafta bir iş toplantısı yemeğinde beraberdik. Yemek haliyle içkiliydi. Haci abi henüz yerine oturmadan önündeki içkiyi yan tarafa doğru itekledi. Bunu gören garson “Beyefendi! Beğenmediyseniz menümüzde başka çeşit içkiler de var onlardan getirebilirim” dedi. Hacı abi “Yok istemez” dedi. Fakat garson bu sefer daha da ısrar edince Yavrum! Midem rahatsız, bu yüzden içki içmiyorum” dedi. Ben onun bu davranışını çok beğendim. Mevcut ortamı bozmadan yumuşak bir geçişle işi halletmiş oldu.”

Şimdi bir düşünelim; "Hacı abi" böyle mi yapmalıydı? Yoksa “Ben Müslümanım, Yüce Allah içkiyi Kur’an-ı Kerim'inde haram kıldığı için bende içmiyorum” demesi gerekmez miydi?

Yine her hangi bir toplulukta, bir bayanın uzatmış olduğu eli kalbi kırılmasın düşüncesiyle sıkabilen bir Müslüman kimleri / neleri kırdığının farkında mıdır? Ne dersiniz?

Girecekleri ortamın hakim havasını önceden sezinleyip de hakim olan havaya göre günaydın, tünaydın, by, by gibi sözcükleri kullanarak, Allah'ın selamını yaygınlaştırmaktan imtina eden Müslümanlar, nereleri ihmal edip gözden kaçırdıklarının farkında mıdırlar?

Sözün özü; Müslümanlar olarak, kimliğimize ve kişiliğimize katmış olduğumuz değerleri, günlük hayatımızın içine aktaramıyorsak, söz konusu bu değerler içimizde bir ”sır” olmaktan öteye geçmiyorsa, "Biz müslümanız, o halde farklıyız” sözü boş bir avuntudan ibaret kalır. Şâyet farklıysak, bu farkımızı yaşadığmız topluma fark ettirmeliyiz.

Toplum içinde edilgen, pasif değil, aktif ve etkileyen olmalıyız, vesselâm.

Selâm ve Dua ile.