Davet sorumluluğumuz: Küçük adımlar büyük dünyalar
Evvel emirde müslümanların kendi çocuklarına, ev halklarına, yakınlarına dönük sorumlulukları var.
Davet sorumluluğumuz: Küçük adımlar büyük dünyalar
Ahmet ÖRS
Hepimizin bildiği ama belki de hayatın koşturmacası, günlük yaşamın, siyasal duruşun içinde pek de üzerinde düşünmeye, çalışmaya fırsat bulamadığımız sorumluluklarımızdan bahsedelim.
Müslümanlar olarak en büyük ve en temel sorumluluğumuz Allah’ın dinini yaşamak ve insanlara aktarmaktır. Dolayısıyla bütün çalışmalarımız, bütün hayatımız ancak bu çerçevede anlam kazanabilecek.
Son birkaç yıldır geldiğimiz nokta, güzel çabalar, şahitlikler yaşansa da genel itibariyle pek parlak görünmüyor. İslam düşüncesini, inancını insanlara ulaştırmada yeteri kadar gayret sarf ettiğimiz söylenemez, yeni yol ve usuller, projeler üzerinde olması gerektiği kadar yoğunlaştığımız söylenemez.
Türkiye’de İslami birliktelikler lokal pozisyonlarını aşıp büyük organizasyonlara dönüşemedi. Farklı zaman ve yerlerdeki uygulamalar örnek alınsa, yayın ve ziyaretler yoluyla tecrübe ve düşünsel kazanımlar oluşsa da nihayetinde her çevre, her çalışma grubu kendi inisiyatifi ve tercihiyle İslami çalışmaları yürütmek durumunda kaldı.
Bu kopukluk ve bölgesel farklılıklar İslami gelişmeyi yerine göre olumlu veya olumsuz etkiledi. Bunun çeşitli sonuçları başka platformlarda tartışılabilir. Ancak üzerimize düşen tebliğ sorumluluğu ihmal kabul etmez bir yükümlülükse eğer, mutlaka bunun üzerinde konuşmak, yapabileceğimiz çalışmaları paylaşmak, ulaştığımız sonuçları birbirimize önermek durumundayız.
Kur’an bilincine gönlünü ve zihnini açmış genç kuşakların nicel çoğunluğunda bir azalma görülüyor ve bu herkesi üzüyor. Seksenlerin ortalarından doksanlı yılların ortalarına kadar üniversitelerde, liselerde ve halkın farklı katmanlarında görülen İslami yoğunluğun bu gün aynı seviyede olmaması bunun en açık delilidir. Türlü eksikliklerine rağmen gerek imam hatiplerden, gerek farklı İslami tanışıklıklardan üniversiteye taşınan potansiyel azaldıkça toplumun en dinamik unsuru olan üniversiteliler arasında İslami düşünceyi benimseyen insanların nicel ve nitel yoğunlukları azaldı.
İslam’ı insanlara taşımanın elbette muhatap, zaman ve şartlara bağlı olarak farklı usulleri vardır ve olmalıdır. Başta da bahsedildiği üzere ülkede büyük organizasyonları tam manasıyla teşekkül ettirememe problemi de ortadaysa lokal çalışmalar kendi usulleri ekseninde yol almalıdır. Tabii bu çabalar istişari çerçevede, başka/benzer çalışmaların örnekliği de dikkate alınarak yapılmalıdır.
Evvel emirde müslümanların kendi çocuklarına, ev halklarına, yakınlarına dönük sorumlulukları var. Ertelenen, unutulan sorumluluklar özeleştiriye tabi tutulmalıdır. Uzun yıllar boyunca edindiği birikimi çocuklarına, evlerine aktaramayan bir tutum mutlaka sorgulanmalıdır. Olumsuz sonuçlardaki en büyük sebep eğer kaybolan motivasyon ise öncelikle insanlar kendilerine yoğunlaşmalıdır. Bu yoğunlaşma inzivaya çekilerek yapılan bir muhasebe şeklinde olmamalıdır elbette. Ancak başka insanlarla oluşturulacak birliktelikler, gösterilecek çabalar bu motivasyonu sağlayacaktır. Kendimizi yenilememizi sağlayacak okuma eylemi bir hareketliliğin içinde yer alan kişiler için oluşacak bir ihtiyaçtır. Bu nedenle yetişmiş her bir müslüman kendini gözden geçirmek, efkârlanmak için değil de yeni açılımlar yapmak için özeleştiri yapmak zorundadır.
Yaşadığımız, çalıştığımız her yerde az ya da çok ama mutlaka insani ilişkilerimiz oluyor. Yıllardır bir şehirde/çevrede yaşayıp da İslam düşüncesine insan kazandıramayanlar veremeyecekleri bir hesabı biriktirmekten başka bir şey yapmadıklarını artık kavramalıdırlar. Yeni insanlarla tanışmak; onlara inancı, vahyi taşımak; onları kendi dostluklarımıza kazandırmak çok da zor olmayan bir etkinliktir. Bunları yapamayanların acaba ileri sürebilecekleri hangi mazeretleri vardır?
Birlikte aynı binalarda yaşadığımız komşular ve onların çocukları bizim için önemli bir potansiyeldir. Onlarla kurduğumuz veya kuramadığımız ilişkiler son derece önemlidir. Aynı katta dört ailenin yaşadığı bir binada insanlarla ilişki kuramamak, bir şekilde onların çocuklarına inancı taşıyamamak, en azından böyle bir sorumluluğu denememek hakikaten bizim için tembelliği de aşan bir zaafiyet tablosudur.
İlk ve orta öğrenim okullarının etrafında oturan insanların bu kadar büyük potansiyelleri değerlendirmedeki yetersizlikleri mutlaka sorgulanmalıdır. Müslümanlar ne zaman ve hangi şartlarda, kime İslam’ı götürecektir? Hz. Peygamber’in tebliğ için Mekke’de kurulan panayırlarda yer alan çadırları türlü hakaret ve engellemelere rağmen bıkmadan dolaştığı düşünülürse ilgisiz duruşumuzun herhangi bir izahı olamayacaktır.
Kendi çocuklarını kendi evlerinde, kendi elleriyle ihmal eden bir süreci yaşıyoruz. Kapitalist cahili yaşam tarzının ifsad edici baskın karakteri maalesef bütün unsurlarıyla bize ve çocuklarımıza saldırıyor. Onların hakikatten uzak kalmaları için her imkânı seferber ediyor ancak müslümanlar buna mukabil yeterli bir direnç oluşturamıyorlar. Gerek post modern darbelerin yapmış olduğu tahribatlar, gerekse de diğer sebeplerle zayıflayan müslüman bilinç, saydığımız alanlarda açılım ve atılım yapabilecek kudreti kendinde göremiyor ve bu nedenle de birçok alanda geri çekilmeye devam ediyor.
Bahsettiğimiz geri çekilmeyi durdurmanın yolu bellidir. Hareketlilik olmadıkça mevcudu korumak gibi iyi niyetli yaklaşımlar bile üzülerek belirtmeliyiz ki hüsrana uğramaktan kurtulamayacaktır. Kendi usullerimizle olsun, başka örnek modellerle olsun mutlaka bir yerden başlamak gerekiyor. Allah’ın dinini insanlara ve kendimize anlatmak, hakikatin şahitliğini yapmak için fazla söze gerek yok.
Kur’an’ın aydınlık mesajını insanlardan daha fazla esirgememeliyiz. İnsani ilişkilerimizin temeline güler yüzü ve geleceği hedefleyen bir anlayışı koymalıyız. Kendimizi büyük teori ve endişelerin esiri kılıp da manevra alanından fazlaca mahrum etmemeliyiz. Kendi nefesimizi tazelemenin yolu başka nefslere yeni nefesler kazandırabilmekten geçiyor. Kur’an temelli bir düşünce dünyasını kuranlar için çıkılacak yol belirsiz değildir. Aileden, konu komşudan, öğrenciden, akabadan başlayarak en temel sorumluluğumuzu yerine getirmekten artık imtina etmeyelim. Dünyada yalnız kalmak gibi bir duruşu emretmiyor inancımız bize. Dolayısıyla teorik tartışmalar farklı aşamalar için söz konusu olsa bile tebliğ için fazlaca bir teoriye ihtiyaç yoktur.
Birliktelik temelinde olsun, bireysel temelli olsun atılacak her adım, tevhidle buluşturulacak her yürek büyük bir kazanım olacaktır. Vahiyle tanıştırılan her zihin ve gönül tek başına büyük bir dünyadır. Muhataplarımıza, dostluklarını kazandığımız insanlara kitap, dergi, meal hediye etmekle işe başlayabiliriz. Seviyeye göre uygun eserleri, makaleleri okutarak insanların hakikatle tanışmalarını sağlayabiliriz. İnternet çağında insanların rahat ulaşabilecekleri malzemeleri onlara gösterebiliriz.
Atacağımız her küçük adımın, içerisinde dev mesajlar taşıyacağını unutmamalıyız.
-
nuri 27-01-2011 15:10
Ne zamandır yazınızı görmüyordum,ama arayan Mevlasınıda buluyor abisinide.Yüreğine kalemine sağlık. İnşallah yine yazılarınızı yazdıkça takip edeceğim,benim için çok verimli oldu bu yazı tekrar görüşürüz İnşallah...