Lâ diyememek! -II-
Gerçektende bu sapık kavim, şimdiye kadar hiç bir toplumun yapmadığı sapıklığı kendilerine ilke olarak görmüşlerdi. Lut (as)’ da, lâ bilincini bu sapık kavme sürekli hatırlatıyordu. Maalesef kendileri bile pis bir toplum olduklarını kabul ediyor, Lut (as)’a “fazla temiz insan” diyorlardı. Allah’tan bu kadar uzak olan bu topluluk, illallah sarayını hiç mi hiç merak dahi etmiyorlardı ki, “Lâ” desinler. İşte bu kavme azap hak olmuştu.
Lut (as), lâ bilincini hiçbir zaman kavrayamamış, sapık ideolojiye sahip, sapık bir kavme Resul olarak gönderilmiştir.
Lut (as), İbrahim (a.s) ile amca çocuklarıdır.
Gerçektende bu sapık kavim, şimdiye kadar hiç bir toplumun yapmadığı sapıklığı kendilerine ilke olarak görmüşlerdi. Lut (as)’ da, lâ bilincini bu sapık kavme sürekli hatırlatıyordu. Maalesef kendileri bile pis bir toplum olduklarını kabul ediyor, Lut (as)’a “fazla temiz insan” diyorlardı. Allah’tan bu kadar uzak olan bu topluluk, illallah sarayını hiç mi hiç merak dahi etmiyorlardı ki, “Lâ” desinler. İşte bu kavme azap hak olmuştu.
Lut (as)’a, ailesi dışında iman edenlerin sayısı az idi. Hatta hanımı da iman etmeyenlerin safında idi. Yüce Allah’ın en şiddetli azabına uğradılar. İnsan suretinde gelen melekler, o şehri yerinden söküp yere çaktığı rivayet edilir. Dünyanın en alçak yeridir. Lut gölü, deniz sıfır kotundan 400 mt. aşağıdadır.
O zamandan bugüne, aynı sapıklıklar hala devam ediyor, devam edecekte. Biz inananlar olarak, bu tip sapık toplulukları sürekli uyarmak ve hem kendimizi hem de ailemizi bunlardan uzak tutmak zorundayız. Uyarma görevi yapmayan bazı sözüm ona insani dernekler bunlara destek verip yürüyüş yaptılar. Hâlbuki yaptıkları işlerin kötülüğünün farkına varıp onları uyarsalardı daha doğru iş yapacaklardı.
Birde çok yanlış bir söylem geliştirilmiştir. “Lutilik” diye. Bu söylem, Lut (as)’a hakarettir ve iftiradır.
Toplum Allah’ın dininden ne kadar uzak ise, sapıklık dereceleri sürekli artmaktadır. Islahatçılar, görevlerini yerine getirmiyor, getirenlere de fırsat verilmiyor. Hapishaneler ıslah edilenlerle dolu, işler tersine çalışıyor.
Mevcut düzen, İstanbul sözleşmesi ve Avrupa yasaları gibi gayri ahlaki sözleşme ve yasalara fırsat veriyor. Bu insanlar yanlış yaptıklarını nasıl anlayacaklar?
Babası İbrahim (as) tarafından “kurban etme” imtihanında, “emrolunduğun şeyi yap. Şüphesiz beni sabredenlerden bulacaksın” diyen İsmail (as), aslında “lâ” diyerek, neye “hayır” neye “evet” diyeceğini iyi biliyordu.
İbrahim (as), İsmail (as) ile birlikte, şu anki Mescid-i Haram olan Kâbe’yi inşa etmişlerdir. İnsanları kula kulluktan kurtarıp Allah’ın birliğine çağırmışlardır.
Hacc ibadeti, mahşerin küçük bir provasıdır. Orayı ziyaret eden müminlerin, “lâ” diyerek, kendi nefislerinde bulunan yanlış inançlarını, memleketlerinde bırakıp özgür kimlikleri ile, “illallah” sarayı olan Mescid-i Haram’ı tavaf etmesi ve imanın zirvesini yakalaması kişiye izzet kazandırır.
İbrahim (as), kendisinden sonra gelecek peygamberlerin atasıdır. İshak (as) ise, babası İbrahim (as)’ın yolunda neslini çoğaltmıştır. İsrailoğulları’nın soyu ve İsrailoğulları ile beraber imtihanın en zorlu süreci başlamıştır. Bu topluma insan suretinde bir şeytan lazımdı. Yahudi kavminin aydınları olan Siyonistler, insanlığın düşmanı oldular. Düşmanlıkta ve ifsatta o kadar ileri gittiler ki, bu ifsat, Peygamberleri öldürmeye kadar gitti. Apaçık mucizeler gördükleri halde, kalpleri hasta bu tipler, “inanmama hastalığını” sürekli sürdürdüler. Hala insanlığın baş belası olarak devam etmektedirler. Rabbim şerlerinden muhafaza eylesin İnşaAllah.
Yâkub (as), en çok, çocukları ile ağır imtihandan geçirildi. Çok sarsıldı ama “illallah” sarayını hiç terk etmedi. Oğlu Yusuf ve Bünyamin’e karşı ayrı bir bağlılığı vardı. Daha sonraki süreç, onun haklılığını ortaya çıkaracaktı. Çocuklarından Bünyamin ve Yusuf (as), babaları Yakup (as)’ın öğütlerini ve emirlerini en çok dinleyen ve itaat eden iki çocuğu oldu. Diğer çocukları ise, öğütten ziyade, kıskançlık girdabına girmişlerdi. Peygamber olan babalarının kıymetini ve yaptıkları kıskançlıklarının ortaya çıkardığı sonuçları daha sonra anladılar. Yusuf (as)’ı öldürerek veya uzaklaştırarak, babalarının yanında izzetli olacaklarını düşündüler. Ancak, unuttukları bir şey vardı, Allah Azze ve Celle. Allah’ın, kendilerini her hal ve ortamda gördüğünü ve kalplerinden geçen tüm hile ve tuzakları bildiğini hesaba katmamışlardı.
“Lâ” diyemeyen bu kardeşler, yalan söyleyerek, peygamber olan babalarının yanında izzeti yakalayacaklarını sanıyordu. Kuyuya attıkları kardeşleri Yusuf’u, yok ettiklerini sanan bu zavallılar, planları ve tuzaklarının boşa çıkacağını ilerde anlayacaklardı.
İnsanoğlu, bencil, kendini düşünen, Allah’ı hesaba katmayan bir yapının içinde hep olagelmiştir. Yalan ve hile ile kurulması düşünülen bir hayat, kişiliksiz, berbat bir hayattır.
Allah’ı vekil bilen bir insan, her zaman izzetli, onurlu, mutlu bir hayatın içindedir. Velev ki kuyuda olsa bile, “tevekkül” ile dünya saraylarına ulaşır. Ulaşamazsa bile, Allah’ı “vekil” bildiği için, ona ne korku ne de üzüntü vardır. Vaad edilen sonsuz yurt olan cennet onu beklemektedir.
Yusuf (as), hayatı boyunca “lâ” bilincine sahip olduğu için, Rabbi onu hiçbir zaman ve zeminde terk etmedi. Ne kuyuda, ne köle pazarında, ne de tüm güzelliği ve ihtişamı ile Züleyha’nın karşısında. Kuyudan çıkması, farklı bir memlekete değil, zamanın en büyük uygarlığı olan Mısır’a gitmesi, köle pazarında açık artırmayla satılırken sıradan birinin değil, saray halkından birisinin onu satın alarak sarayda yetiştirmesi ve Züleyha’nın karşısında, “tam ona meyledecekken”, Rabbi’nin “burhanını” görerek ondan kaçması, kısacası hepsi, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah’ın, “la” diyen Yusuf’a hikmet vermesinin bir diğer adıydı. Evin hanımı, Yusuf (as)’a musallat olunca, Yusuf (as), dünya sarayına ve kadına meyletmedi.
“Lâ” bilinci, bir insanı kuşatınca, zindan bile o insan için, medreseye dönüştürdüğü “illallah sarayı” olur. Çünkü Allah Azze ve Celle, zindan arkadaşlarına her fırsatta Allah’ın hükmünü anlatan, “lâ” bilinci ile Allah’ın birliğini tebliğ eden Yusuf (as) için, zindanı “yusufiye medresesine” çevirmiştir.
“Ey iki zindan arkadaşım! Birbirlerinden ayrı olan çokça Rabler mi hayırlı, yoksa bir ve kahredici olan Allah mı?” (Yusuf Suresi, 39)
“Allah’ın dışında taptıklarınız yalnız sizin ve atalarınızın isimlendirdiği şeylerden başka bir şey değildir. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’ındır. O kendisinden başka herhangi bir şeye tapmamanızı emretmiştir. Dosdoğru din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf Suresi, 40)
Bu güzel sabır ve tevekkül neticesinde Allah ona, Mısır’ı yönetme imkanı verdi. Mısır kralı, gördüğü rüyanın tabirinde, etrafında bulunan o kadar din adamının ve ilahlarının aciz kaldığını açık bir şekilde görünce, Yusuf (as)’a yönetme yetkisi verdi. Yusuf (as)’da, kendisine atılan iftira temize çıkınca, ülkeyi adaletli bir şekilde yönetti. Halk ise bu akıl dolu ve adil yönetimden oldukça memnun kaldı.
Nasıl memnun olmasınlar ki, yeryüzünün halifesi kılınan insan, Allah’ın emri ile yönetince orda zulüm olmaz, haksızlık olmaz, aşağılanma, tahkir olmaz, edepsizlik, hayâsızlık olmaz. Herkese adil dağıtım olur. Fıtrata uygun yaşamın güzelliğini tadar insanoğlu. Ve bunun neticesinde, cennette daha da güzel bir yaşama hak kazanmış olur.
Rab’inizin affına, genişliği gökler ve yer kadar olan, takva sahipleri için hazırlanmış bulunan cennetine koşuşun. (Al-i İmran Suresi, 133)
Beşer kanunları ile yönetilen halklar, tarih boyunca hiçbir zaman mutluluğu yakalayamamışlardır. Zahiren mutlu görünse bile, kısacık dünya hayatında, iç dünyası sürekli streslidir. Söz konusu yönetim şekillerinde adil dağıtım olmaz. Haksız rekabet alabildiğine çoktur. İnsan fıtratına aykırı olan haramlar serbesttir. Güçlüler güçsüzleri ezer. Sürekli savaş, kavga, kaos, zulüm, ifsad hakimdir. İnsanlara kaos hayatı yaşatanlar, kendileri cehennem hayatı yaşayacaklar, tabi buna yaşamak denirse! Müntesiplerini de oraya davet ederler. Müntesipleri de iştahlı bir şekilde onlara tabi olurlar.
O gün azâb onları üstlerinden ve ayaklarının altından kaplayacak (Allah onlara:) “Yaptığınız şeyleri tadın” diyecektir. (Ankebut Suresi, 55)
Yusuf (as), Mısır’ı, tağutun hükmü ile değil, Allah’ın yasalarıyla adaletle yönetti. Melik bu âdil yönetime hayran kaldı. Kim hayran kalmaz ki! Hem bollukta ki hem de kıtlıkta ki idaresi övgüye değerdi. Kıskanç kardeşleri, Yusuf (as), ülkenin yönetiminde olduğunu görünce hatalarını anladılar. Hem de ne anladılar. Allah’ı hesaba katmayan insan, izzeti, çölde serap gören susuz insan gibi dünyada aradı. Hâlbuki müminler izzeti ve şerefi Allah ve Resulü’nün yanında bulurlar.
Babaları Yakup (as), bu kadar imtihandan sonra, Resul olmuş Yusuf’una kavuşur. Uzun müddet refah içinde yaşarlar. Yusuf süresinin bize anlattığı bu güzel kıssadan çıkaracağımız çok ibretler vardır.
Yâkub (as) ve Yusuf (as), neyi reddedip neyi kabul edeceklerini çok iyi biliyorlardı. Birde içine, güzel sabr-ı cemili ekleyince imtihanı geçtiler. Rabbim tüm Resullere, rahmet etsin. Bizlere de yollarından yürümeyi nasip etsin. Sonsuz yurt olan cennette, beraber olma şerefine erdirsin İnşaAllah.
Kim, Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle ve sâlih kimselerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştırlar.(Nisa Suresi, 69)
Hızır Yıldırım