Yiğidin kamçısı: Borç
Son tahlilde hepimiz küresel finans ağalarına çalışan marabalarız. Evet, borç yiğidin kamçısıdır. Ancak bu söz çok yanlış anlaşılmaktadır. Hangi yiğit için kamçı yemek ar değildir ki?
Elif kaddi kimün kim bâr-ı deyn altında nûn olmaz
Çeküp âlâm-ı dehri kimseye hergiz zebûn olmaz
Ravzî
Arapça “din” kelimesi “deyn” kökünden isimdir. Bazı dil âlimleri mastar olduğunu da söylemişler. Dolayısıyla din ile deyn/borç kelimeleri bir biriyle çok yakın ve derin anlam ilişkisi içerisindedir. Her musalli Müslüman’ın, her namazda okuduğu Fatiha suresinde Cenâb-ı Allah : “Hamd, O Rabb’ul âlemin, O Rahmân-Rahîm, O din gününün mâliki Allah’ın(dır)” buyurmaktadır.
Haddimizi aşıp, konunun ehlinin alanına tecavüz etmeden, şu kadarını söyleyebiliriz ki: Din bir manada borçtur. Bize varlığımızı ve hayatımızı bahşedene karşı mükellefiyetlerimizin bütünüdür. O, bize, bahşettiği vücut ve verdiği nimetler karşılığında, bize emirlerine uyma ve yasaklarından sakınma borcunu yüklemiştir. “Din günü” bu borcun hesabının görüleceği gündür. Orada borç/alacak durumu ortaya dökülecek ve hesap eksiksiz görülecektir.
Hayatın temeli, ifâ ile mükellef olduğumuz işte bu borç üzerine kurulmuştur. İnsanın hayatında hiçbir yükümlülüğü/borcu bu temele aykırı olmamak durumundadır. Eğer bir yerde insanın insana, insanın toplumlara ya da kurumlara karşı borç/alacak ilişkisi temel borçluluk haline aykırı teşekkül etmiş ise, ortaya yeni bir deyn/din çıkmış demektir ki, bu elbette bir sapmadır. Bu sapmanın ise din gününde hesabını vermek oldukça müşkül olsa gerektir.
Borçluluk, beraberinde tabii olarak mükellefiyeti getirmektedir. Dolayısıyla insan borçlu olduğunu düşündüğü kişi ya da kurumlara karşı bir minnet ve mükellefiyet altına girer. Zamanla işin ölçüsü öyle kaçar ki; insanın ne yapacağına, nerede nasıl davranacağına alacaklılar karar verir. Hatta bazen öyle olur ki; alacaklılar neredeyse tanrı, borçluların/borçlu hissedenlerin uymak durumunda kaldıkları kurallar da bir nevi din halini alır. Kur’an’ı Kerim’in bize haber verdiği Firavun ve halkı buna güzel bir örnektir. Zira firavun halkına: “Ben sizin en yüce rabbinizim” demiştir.
Meselenin temeline böylece işaret ettikten sonra, gelelim insanlarla insanlar, insanlar toplumlar ya da kurumların borç ilişkilerine. Malumunuz olduğu üzere dinimiz borç-alacak meselesinde önemli kurallar ve tavsiyeler vaz’ etmiştir. İhtiyacı olan bir kimseye borç vermeyi, Allah’a borç vermek (Karz-ı Hasen) olarak addetmiştir. Borca ve akitlere sadakati emretmiş, borçlu borcunu ödeyemezse ona mühlet vermeyi ve eğer mümkünse bağışlamayı tavsiye etmiştir. Zira borç borçlu aleyhine ve alacaklı lehine fiili durum oluşturmaya çok müsaittir. Zaruret hali dışında borçlanmak hoş görülmemiş, Hatta bir rivayete göre Peygamberimiz ölen bir kimsenin borçları ödenmeden cenaze namazını kılmamıştır. Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz: “Faiz borçtadır.” buyurmuştur. Başka bir rivayette Nebi (sav): “Söz vermek borçtur” buyurmuştur.
Kültürümüzün önemli hazineleri olan Atasözleri ve Deyimler arasında da borçla ilgili epeyce veri mevcuttur. Mesela: “Borca baylık(zenginlik) bir aylık. Borç alan dert alır. Borçlunun döşeği ateşten olur. Borcun iyisi vermek derdin iyisi ölmektir.” Atasözlerimizden bazılarıdır. “Borç altında boğulmak. Borçlu gözü gibi yanmak. Borç bini aşmak. Borca batmak.” deyimleri de borçla ilgili deyimlerimizden bazılarıdır. Görüldüğü üzere borçluluk atasözü ve deyimlerimizde sıkıntılı bir durumu ifade etmektedir.
Ecdadımızın kurduğu ve altı asrı geçkin yaşayan Devlet-i Âliyye(Yüce Devlet)’nin çöküşünün en büyük amillerinden biri de, 1854 Yılında Kırım Savaşı için İngiltere’den aldığı 200.000 Sterlin borç ve ardından gelen sürekli borçlanmalar olmuştur. Nitekim alacaklı devletlerin baskıları sonucunda, 1881 Yılında II. Abdülhamit tarafından Duyun-u Umumiye(Genel Borçlar İdaresi) kurulmuş ve bu idare bir anlamda Devlet-i Âliyye’nin tasfiye sürecini yürütmüştür. Dikkat ettiğiniz üzere, “din” kelimesinin kökü olan “deyn” kelimesi burada Duyûn-u Umumiye olarak karşımıza çıktı.
Geçen hafta, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan partisinin gurup toplantısında konuşuyor: “Borç yiğidin kamçısıdır!” diyordu. Hem geçmiş hem de hali hazırdaki hükûmetler, halkın görülmesi gereken hizmetlerini görmek ve yapılması gereken yatırımları yapmak için borçlanıyorlar. Gelecek kuşaklar hesabına 30-40 yıl vadeli borçların, bono/tahvil vs. ihraç etmek suretiyle alındığını biliyoruz.
İstanbul’un yeni belediye başkanı, geçtiğimiz günlerde Avrupa’daydı. İngiltere, Almanya ve Fransa’dan kredi bulduğu yazılıp çiziliyor. Yeni ekibin iş başına gelmişken, şehrin, varsa atıl kaynaklarını harekete geçirmek, mevcut kaynakları iktisatlı kullanmaya gayret etmek yerine yabancı ülkelerden finans arayışına girmesi gayet tabii karşılanıyor. Kimse “Neden?” diye sormuyor.
Merkezi yönetimle birlikte bütün yerel yönetimler de yapılması gereken iş ve hizmetleri borçla yapma yolunu tercih ediyor.
Geçtiğimiz günlerde, İran İslam Cumhuriyeti, demir yolu yatırımı için Rusya’dan 5 milyar dolar kredi alacağını duyurdu. Rusya, İslam Cumhuriyeti faizi hazzetmez diyerek faizsiz borç vermeyecektir herhalde.
İşte ahval bu minvalde, insanlığın içi, dışı; sağı, solu borç oldu. Nasıl olmasın ki?
Ülkemizde paranın durumuna kısaca atfı nazar ettiğimizde görüyoruz ki: Dolaşımdaki toplam para miktarı: 143,2 milyar ₺’dir. (kâğıt ve madeni para toplamı) Buna karşılık ülkemiz bankalarındaki toplam mevduat: 1 trilyon 201 milyar ₺ ve bankaların piyasaya verdiği toplam kredi miktarı: 1 trilyon 595 milyar ₺’dir.
Yani, gerçekte ülkede var olan paranın 8,4 katı bankalarda sanal/kaydi para var ve bankalar ülkedeki tüm paranın 11,1 katı kadar kredi vermiş durumdadır.
Bunun manası şu: Devlet piyasada mal ve hizmet dolaşımını sağlayacak parayı üretmiyor. Çünkü TBMM, para basma yetkisini Merkez Bankası AŞ’ye devretmiştir. Merkez Bankası A.Ş işleyiş olarak uluslararası para sistemine bağlıdır. Cümle âlem “Devlet para basarsa enflasyon olur.” yalanına inandırılmıştır.
Yani, köşe başında gördüğünüz bankalar, devletin üretmediği parayı sanal olarak üretiyor. Mevcut paranın kat be kat fazlası kadar kredi verebiliyor.
Hülasa şu ki hanımefendiler, beyefendiler!
Bütün sistem borcun mecburi hale getirilmesi üzerine kurgulanmıştır. Piyasada mal ve hizmetlerin doğal dönüşümünü sağlayacak para olmadığından, yani para kısıt haline getirildiğinden, vatandaş ve devletler finans kuruluşlarının kapısına gidiyor. Bankalar buldukları yerli ve yabancı mevduatı mevcut Borca Dayalı Para Sistemi ve Kısmi Rezerv Sistemi sayesinde defalarca piyasaya satabiliyorlar. İşte bu surette yukarıda verdiğim rakamlar ortaya çıkıyor. Aslan payını ise her daim küresel para baronları alıyor.
Son tahlilde hepimiz küresel finans ağalarına çalışan marabalarız. Evet, borç yiğidin kamçısıdır. Ancak bu söz çok yanlış anlaşılmaktadır. Hangi yiğit için kamçı yemek ar değildir ki?
Kamçı yiğidin esaretinin/köleliğinin işaretidir.
Ravzî’nin dediği gibi: “Elif boyu kimin ki borç yükü altında nun olmaz/ Çekip zamanın acılarını kimseye hiçbir zaman muhtaç olmaz”
Vesselâm.
Şaban ÇETİN