Allah kullarını zorlukla da rahatlıkla da imtihan eder, şeytan ise imtihanda başarısız kılmaya çalışır
Mehmet Pamak`ın bir yıl önce yazmış olduğu makaleyi tam da yaşadığımız sürece hitap etmesi sebebiyle tekrar paylaşmak istedik. Rabbimiz, ibret alıp sorumluluklarımızı idrak etmeyi ve gereğince amel edip mübarek rızasını kazanmayı hepimize nasip etsin İnşaAllah.
Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah (c), her ümmete bir Rasûl göndererek kurtuluş ve izzet yolunu göstermiştir. İnsanları, mustaz’afları; zillet, sömürü, esaret ve adaletsizlikten kurtarıp izzet, adalet ve hürriyete ulaştıracak; şeytan, heva ve tağutların egemenliğindeki karanlıklardan alıp vahyin hâkimiyetindeki aydınlığa çıkaracak Hak yolunun ölçü, hüküm ve ilkelerini bildirmiştir. İşte kullarının hidayeti için rehber ve şahid/örnek olarak Kitap ve Rasûl gönderen Rabbimiz, kullarını darlık ve zorluklarla da, bolluk ve rahatlıkla da imtihan eder. Her iki hâlde de imtihanı kaybetmeleri için hemen şeytan devreye girer ve “yaptıklarını süslü göstererek” onları isyana yönlendirir.
Allah (c), Kullarına Darlık ve Sıkıntılar Verip Hidayete Yönelmelerini İster, Şeytan İse Yaptıklarını Süsleyerek Bundan Alıkoyar
Rabbimiz kurtuluş yolunu göstermek üzere Kitap ve Rasûl gönderdiği toplumlara türlü zorluk ve sıkıntılar vermek suretiyle de, onların Rasûllerin mesajına kulak verip yalnız Allah’a kulluğa dönüş yapmalarını kolaylaştırmak istemiştir.
– “Andolsun, senden önce birtakım ümmetlere de Rasûller gönderdik. (Rasûllerini dinlemediler.) Sonunda, yalvarsınlar da tevbe etsinler diye onları şiddetli yoksulluk ve darlıklarla yakaladık.” (En’am, 6/42). – “Biz hangi memlekete bir Rasûl gönderdiysek oranın halkı yalvarıp yakarsınlar diye, mutlaka onları dayanılmaz bir darlık (yoksulluk), zorluk ve sıkıntıyla yakalayıvermişiz.” (Â’raf, 7/94).
Kur’an-ı Kerim bu tür toplumların uğratıldıkları felâket ve sıkıntılara, Firavun ve kavminin ileri gelenlerinin kıssasında belirgin bir örnek vermektedir: “Andolsun ki, biz Firavunoğulları’nı, ola ki akılları başlarına gelir diye, yıllarca süren kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık.” (A’raf, 7/130) “Onlar bir iyilikle karşılaşınca ‘Bu kendimizden kaynaklanıyor’ derler. Fakat eğer başlarına bir kötülük gelecek olursa bunu Musa ile arkadaşlarının uğursuzluğuna yorarlar. Biz de onlara, ayrı ayrı birer mucize olarak su baskını, çekirge sürüsü, zararlı böcek salgını, kurbağalar ve kan gönderdik. Yine de burun kıvırarak günahkâr bir toplum oldular.” (A’raf, 7/131-133).
Bütün bu âyetlerden de anlaşılacağı üzere, Allah (c), bâtıl yoldan, yani şeytana, tağuta ve hevaya kulluk yapmaktan kurtulup Hak yoluna dönsünler, akılları başlarına gelsin, Allah’a sığınıp tevbe etsinler, hâllerini sorgulayıp Allah’a yalvarsınlar diye onlara belâlar, sıkıntılar gönderdiğini bildiriyor. Amaç, fesada ve fücura yönelen fıtratın, bu sıkıntılar ve zorluklar vesilesiyle hâlini sorgulayıp Rabbine dönmesini temindir. Aslında insanın ve fıtratın daha zor olandan daha kolay olana yönelmesi sağlanmak istenir. Çünkü fücura yönelmek ve bâtıl yollarda olmak fıtrata aykırı ve zor olan iken, bütün evrenin ve fıtratın Hakk üzere yaratılmış olmasından dolayı fıtrata uyumlu olan Hakk’a yönelmek ve Hak yolda yaşamak çok kolay olandır. Ancak şeytanın süslü göstermesi (Hicr, 15/39), fücuru tercih eden (Şems, 91/8) hevanın fıtrata hükmetmesiyle (Furkan, 25/43) ve yapılan Hakk uyarıları dinlemeyip şeytana uyanlara Rabbimizin “zor olanı kolaylaştırması” (Leyl, 92/10) sonucunda insanların çoğunluğu, hatta “müslümanım” diyenlerin bile çoğunluğu şeytanın adımlarını izler, şeytanın aldatmasıyla onun vaadlerine kanıp zor olanı tercih ederler. Sonuçta da, Allah’ın “zorluk ve sıkıntılar” imtihanında sınıfta kalıp tevbe etmeye yönelmezler. Halbuki, Allah (c) tevbeleri kabul etmek üzere Kendisine sığınıp yalvarmalarını istemektedir. Şehvetlerine uyan şeytan ile onun “cinler ve insanlar” içindeki dostları ve işbirlikçileri ise, insanların tevbe etmek yerine büyük bir sapma ile sapmaları için uğraşırlar: “Allah, tevbelerinizi kabul etmek ister; şehvetleri ardınca gidenler ise, sizin büyük bir sapma ile sapmanızı isterler.” (Nisa, 4/27).
Mehmet Pamak'ın makalesinin devamını okumak için tıklayın...