Hasan BAKIRCI
HAYAT DİNİ İSLAM’I ÖZEL GÜN VE GECELER DİNİNE DÖNÜŞTÜRMEK!
Kur'an ve onun Allah Raulü (a.s.) tarafından pratiğe aktarılmış hali olan Sünnet'teki yerinin ötesine taşırılarak adeta "Cennet tapusu dağıtma sezonu" gibi algılanmaya başlanmış olan, geleneksel kültürde “üç aylar” şeklinde nitelenen zaman dilimine girmiş bulunuyoruz.
Üretilen kültüre göre bu zaman diliminde yapmamız gerekenler (!) şunlardır:
Birincisi, normalde "müslüman" olduğumuzu iddia etmemize rağmen Rabbimiz'in ilk ve en mühim emri olan "Yaratan Rabbin adına oku" emrinin gereği olarak, bizim için "hidayet, furkan, şifa, rahmet, beynine, zikir vb." kılınan ve nefislerimizden ve ailelerimizden başlayarak bütün dünyada onun hükümlerini hakim kılmamızın icap ettiği Kur'an-ı Kerim'i işten-güçten vb.fırsat bulup bir türlü okumuyor/okuyamıyor isek (!) sorun değil en azından bu gece Kur'an'ın tek suresi (!) olan Yasin Suresi'ni okuyup veya en azından dinleyip geçmişlerimizin ruhuna (dirilerin/geçmemişlerimizin değil) ithaf etmemiz yeterli olacaktır...
İkincisi, üzerimize farz olan beş vakit namazı terk ediyor, sadece cuma ve bayram bir de belâlara maruz kaldığımızda, birtakım hacetlerimiz olduğunda kılıverdiğimiz/kılar gibi yapıverdiğimiz namazlar ile mi yetiniyoruz! Hiç önemli değil (!), bir gecede fert olarak kılacağımız "100 rekatlık Regaip gecesi namazı" hele hele kimi camilerde kılıvereceğimiz tesbih namazı neyimize yetmiyor?
Elbette olmazsa olmaz bir gereklilik olduğu için bu namazları "kılarken", bu namazların bizi Rasuller gibi "mü'min, muhsin, muhlis, muttaki vd." şahsiyetler "kılıp kılmadığı" ve bizleri Ankebut Suresi'nin 45.ayetinde buyrulduğu üzere "fahşa ve münkerden" alıkoyup koymadığı hususunda zerre kadar kafa yormayacağız, çünkü malum "düşünmek haramdır (!)" nitekim bizim yerimize "böyüklerimiz ve onların da fevkinde yer alan üst akıllarımız" düşünür...
Üçüncüsü, yine üzerimize farz olan Ramazan ayı orucu ile birlikte ve/veya haricinde hassaten bu gibi “özel günler” ve bugünlere ilaveten tutabildiğimiz kadar oruç tutmamız yeterli olacaktır (!). Bu oruçları tutarken bunların Kur'an ve Sünnet'e dayanıp dayanmadığını araştırmaya, "tuttuğumuz" bu oruçların Bakara Suresi'nin 183. ayetinde buyrulduğu üzere bizi takva sahibi kılarak, Rabbimiz'in men ettiği yasaklara karşı ne derece "tutup tutmadığına" kafa yormamıza gerek olmadığını ikinci defa belirtmek sanırım zaid olacaktır.
Son olarak ise, "Kur'an, namaz, oruç" bize ağır (!) geliyorsa, en azından hezimeti (pardon hizmeti) ayağımıza kadar getiren Tv'ler aracılığıyla, bülbül sesli mevlithanlarımızdan "huşu" içinde dinleyeceğimiz bir mevlit hatta farklı farklı kanallardan birkaç mevlit muhtemelen bunların tamamına denk olacaktır (!). Yarından itibaren ise bizi Allâh'a rağmen ama Allah ile birlikte veya haricinde nefislerimize, paraya-pula, küreseli-yereliyle bütün şeytan ve dostlarına kul ve köle kılan hayatımıza kaldığımız yerden devam edebiliriz...
Uyusun da büyüsün ninni, uyutulmaya, uyuşturulmaya devam etsin ninni...
Maalesef asırlardır toplumlar bu ninnilerle uyutulmaya devam edilmektedir. Bu öyle işlevsel bir ninnidir ki, yayınladığı “İslam Ansiklopedisi”nde söz konusu kandil geceleri inanışı ve pratiğinin İslami bir referansı ve meşruiyeti olmadığını belirten Diyanet kurumu, bu geceleri şaşaalı programlarla ihya (!) etmekten bir türlü vazgeçmemektedir.
"Kur'an ve Sünnet ile sabit olduğu için "Kadir Gecesi'ni" istisna edecek olursak geriye kalan ve "mübarek" kabul edilen "Regaip, Miraç, Mevlid ve Berat Geceleri"ne yönelik toplumsal algı ne şekilde işlemekte/işletilmektedir?
Acaba yıllar yılı meselenin hakiki boyutundan bihaber olanlar müstesna, legali-illegaliyle "ruhbanlar" tarafından normalin fevkinde bir hüsnü zan ve bu şartlarda muhal bir beklenti ile iddia edildiği gibi bu geceler tamamen "Hakka dayalı olacak şekilde" bireysel ve toplumsal bir değişim ve dönüşüme vesile mi kılınmakta yoksa maalesef Karl Marx ve benzerlerini haklı çıkartacak şekilde bir afyon/uyutma aracı vazifesi görüp, öncesi ve sonrası ile hayatlarda hiçbir müspet değişikliğe vesile olmamakta/olamamakta mıdır?
Madem ki, keramet gecededir, Rabbimiz'in tabirleriyle, "Kitap nedir, iman nedir bilmeyen ve ne yapacağını bilmez bir vaziyette iken doğru yola iletilen" Abdullah'ın oğlu Muhammed'i, Rasûlullah Muhammed (s.a.v.) kılmak için sadece "bir kadir gecesi" kafi gelirken, bizler onlarca kadir gecesine hatta ilave gecelere tevafuk etmemize (!) rağmen neden bu geceler bizi Müslümanlar olarak Rasul'ün şahitliğinde insanlığa şahit olan "vasat bir ümmet/ana gibi bir toplum" kılmıyor ve zilletten kurtarmıyor?
Bugün size, dininizi kemale erdirdim, nimetimi üzerinize tamamladım ve size din olarak İslâm'ı verip, ondan razı oldum."(Maide Suresi 3.Ayet)
Câbir b. Abdullah'tan gelen rivayete göre, Allah Rasûlü (a.s.) bir hutbesinde şöyle diyordu: “Sözlerin en doğrusu Allah'ın Kitabı; hâl ve tavrın en güzeli ise Muhammed'in hâl ve tavrıdır…” (Nesâî, Îdeyn)