Hasan BAKIRCI
KAYIP ARANIYOR...
Geçenlerde, Karapınar’da besicilik yapan bir abimize eskiden ziraati nasıl yaptıklarını, yerli tohum ve suni gübre kullanıp kullanmadıklarını vb. sordum, buyurdu ki:
-Evet, eskiden “yerli tohum” kullanırdık ve her sene harmandan sonra düzenli olarak tohumluk ayırırdık, az olurdu ama öz olurdu bununla birlikte “suni gübrenin” adını bile bilmezdik bu manada hayvanlarımız vesilesiyle elde ettiğimiz “doğal gübre” bize yetiyordu nitekim bu buğdayı kepeğiyle beraber öğütürdük, mayamız da “ekşi maya” idi, bu undan yapılan ekmeklerin kokusu bütün mahalleyi alır, tadına da doyum olmazdı ama şimdi maalesef değil ekmeğin kokusunun bütün mahalleyi alması, neredeyse yapan kişiler bile bundan mahrum, lezzet ve işlevini ise anlatmama bile gerek yok sanırım…
-Gıda çeşitliliği bu kadar çok muydu?
-Bilakis hem mali imkanlar nedeniyle hem de böyle görüp geldiğimizden dolayı sınırlıydı, bol bol bulgur pilavı yerdik, onun da buğdayı ve pişirmek için kullandığımız yağı kendimizdendi, peynir vb. de öyle, dışarıdan çok az şey alırdık. Zaman zaman kasabaya dışarıdan meyve-sebze satıcıları gelirdi, onların geldiğini bütün kasabaya yayılan o enfes kokudan bilirdik şimdi ise sizin de bildiğiniz üzere hırsımız bizi mahvediyor. Bununla ilgili olarak geçen senelerde sahil bölgelerinden birisinde şahit olduğum bir hadiseyi hiç unutamam şöyle ki, adam seracılık yapıyor, bir gün kendisine dedim ki: -Herhalde sizin buralarda fare çok oluyor çünkü sabaha kadar uyutmadılar. –Ne faresi dedi ve anlamış ki, gülmeye başladı ve ekledi, sen bizim ilaç farelerinden bahsediyorsun? –Nasıl yani, dedim. –Biz dedi, üretimi hızlandırmak için ilaç kullanırız senin duyduğun ses ürünlerden gelen ses idi. Yine bir gün aynı kişiye ait yerde, özel koruma altında bir bölüm gözüme çarptı, dedim ki: -Bu nedir? Önce cevap vermek istemedi sonra ben sıkıştırınca itiraf etmek zorunda kaldı ve dedi ki: -Burası bize ait, bu ürünlerde hiçbir şekilde ilaç falan kullanmayız. Bu sözleri duyunca vurgun yemiş gibi oldum ve adama dedim ki: -Kendinize ilaçsız mis gibi ürünler millete tam tersi öyle mi? Bunu Müslümanlığınızla nasıl bağdaştırabiliyorsunuz hayret doğrusu?
-Peki, kasabada sağlık ocağı var mıydı?
-Nerdeee! Değil burada sağlık ocağı olması, Karapınar Merkez'deki hastane bile sağlık ocağı gibiydi.
-Peki o dönemde hastalıklar bu kadar yaygın mıydı?
-Hayır, ufak tefek olurdu onu da elimizin altındaki otlarla falan hallederdik.
-Peki aşılar?
-Biz aşı maşı bilmezdik, bildiğimiz tek aşı meyve aşısıydı (gülüşmeler) ama tabii ki, “sülükleri de” unutmamak lazım. O dönemde şimdiki gibi sular hunharca kullanılmadığından yer altı suları bol ve bereketliydi ve de yer yer küçük gölcükler olurdu nitekim bu gölcükler de bol miktarda sülük bulunurdu. Hem kendimiz istifade eder hem de zaman zaman özellikle büyük baş hayvanlarımızı sokardık bu sebeple o dönemde şap hastalığı falan yoktu sonradan ortaya çıktı…
-O tohumlara ne oldu peki?
-Valla bilmem, kayboldu gitti.
-Yeniden arayıp bulsak?
-Zor (!) hem zaten artık tarlaları da alıştırdık, suni gübre olmadan olmuyor işte (!)
-Ama bu alışkanlık tıpkı uyuşturucu gibi bizi bitiren, helak eden bir alışkanlık vazgeçsek?
-...
“Ancak hakimiyeti eline alır almaz yeryüzünde fesat çıkarmaya, ürünü ve nesli yok etmeye çalışır. Allah fesadı sevmez.” Bakara Suresi 205.Ayet
"İnsanların kendi ellerinin (irade ve ihtiyarlarıyla) yaptıkları işler (günahlar) yüzünden, karada ve denizde fesad meydana çıktı ki, Allah, işledikleri günahlardan bir kısmının cezasını (dünyada) onlara taddırsın. Olur ki (küfürden ve işledikleri günahlardan tevbe ederek) dönerler." Rum Suresi 41.Ayet
"Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. Bununla beraber Allah yine de çoğunu affeder." Şura Suresi 30.Ayet
“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, iman etmiş olmaz.” (Buhari, İman, 7; Müslim, İman, 71-72)