Bünyamin ZERAN

13 Ocak 2012

HAYATA RABB’İN ADIYLA BAKABİLMEK

Hayata yaratan Rabb’in adıyla bakmak, hayatı Rabb’in adıyla şekillendirmektir. İnsan vahiyle tanıştığında yapacağı ilk şeydir yaratan Rabb’in adıyla okumak. İnsan, vahiyle tanıştığında ne olduğunu ve ne olmadığını farkeder. Kısacası insan sınırlarını bilir. Artık o bambaşka biridir. Önceki yaşamına format atılmış ve kendini yeni bir hayat ve düşünce için hazırlamakla meşguldür. Artık gecesi, gündüzü hep bu yeniden diriliş için vardır. Artık o çağa hükmedecek bir ışığın taşıyıcısıdır. Vahiy o kimsenin hayatını altüst eder. Uykusunu kaçırır, ilişkilerini düzenler, geleceğini belirler. Kısacası hayatında varolanları yeni bir amaç uğruna yeniden düzene koyar. Artık hazzı için yaşayan bir insan yerine tevhidi, dünya görüşü yapmış ve inançları için yaşayan bir insan vardır. Yaratan Rabb’in adıyla okumak, insanın kendi öz fıtratına dönmesidir ve yasak olan ağaçtan uzak durmasıdır.

Modern hayat, insanın yasak ağaçtan tatmasını sağlamak için birçok meşgale üretmiştir. Bunlardan bir tanesi de kuşkusuz enformasyondur. Bilgi kirliliği çağın en berbat dönüştürme araçlarındandır. İnsan, vahyi kendisine kılavuz yaptığında ameli imandan ayrı bir cüz olarak görmez, aksine imanı tamamlayan bir unsur olarak görür. Kitaba eğer bu şekilde yaklaşmazsak yani imanı ve ameli birbirilerinden bağımsız düşünürsek yaratan Rabb’in adıyla okumamış oluruz.

İşte enformatik cehalet ya da bilgi kirliliği dediğimiz şey burada başlar. Kur’an, kendisini okuyanlara muhatabının yaklaştığı ölçüde açar kendini. Vahyin ilk muhatapları ayetleri hayatlarının bir parçası olarak gördüler. Ayetleri yaşamlarına uydurmaktan ziyade kendilerini ayetlerin akışına bırakarak yaşamlarını ve sosyal ilişkilerini değiştirdiler. Bu da kuşkusuz onlara inkılapçı bir ruh kattı. Bu halden hiç vazgeçmediler ve hayatları, şehirleri, kazançları, sevdiklerine rağmen vahyi hayatlarının merkezi kıldılar. Giderek Kur’an, ilk nesil sahabe anlayışının aksine hayatı inşa eden bir inanç yapıtı olmaktan çıktı yerini geleneksel sevap kazanma aracı olarak pasif, edilgen bir hale büründü. Yani Kur’an’a yaklaşan muhataplarının yaklaşım biçimine göre aktif ve hayata hükmeden kitaptan, pasif yalnızca okuyana sevap dağıtan etkisiz bir kitaba büründü. Aslında etkisiz olan kitap değildi yalnızca kitaba yaklaşanların hayatı yaratan Rabb’in gözüyle okumaktan uzak oluşlarıydı.

Zamanın hızla aktığı, sanki yüz yılı bir anda devirdiğimiz modern çağlarda ise Kur’an, Batı’nın karşısında ezik bir şekilde okunmaya başlandı. Artık bizim gündemimizi ilericilik ve gericilik fikri oluştururken 1400 yıl öncesinde vahyedilmiş kitabı bugün nasıl olurda ilerici kılabiliriz ezikliği içinde okunmaya başlandı. Çağın hakimi Batı gözüküyordu. Batılı değerler bu kadar allanıp pullanınca Kur’an’a yaklaşan muhatap kitlede de bir değişim oldu. Geleneksel sevap için okuma yönteminin yanına, bir de felsefi tarzda okumayı ekledik. Ve zannettik ki bu okuma doğru bir okuma ve bizi düşünsel tekamüle ulaştıracak. Oysa felsefenin temel amacı insanın varlık sorununu tartışmaktır. Bunu tartışırken de insanı tanrıdan bağımsızlaştırmaya ve hatta insanı tanrının yerine koymaya çabalar. Felsefe de kuşkusuz batının maddeci aklının bir ürünü olup insanın tanrıya galip gelmesini ve yeryüzünü, insanın tanrı olmadan da imar edebileceğini ispata çalışır. Kur’an’ı felsefi okuma yöntemi ile okuyan kimse giderek tanrının yeryüzüne karışmayacağını ve yeryüzünü insanın aklıyla imar edebileceğini düşünmeye başlar. Hatta peygambere bile gerek duymaz ve peygamberin bugün için hiçbir örnekliği olmadığı iddiasını taşır. Daha da ileri gider ve herkese vahyin gelebileceğini ve nübüvvetin son bulmadığını söyler. Kafası batı düşüncesinin ilericilik ve gericilik anlayışı ile dolu olduğundan Kur’an’ı tarihsel ilan eder ve birçok hükmün değişmesi gerektiğine inanır. Çünkü bu anlayış vahyi ameli noktada düşünmez ve vahyi sokağa taşımaz. Eğer vahyi hayatının merkezine koyabilseydi ve tüm ilişkilerini vahyin ölçeğinde belirliyor olabilseydi kısacası yaşayabilseydi, Kur’an’ın ne demek istediğini anlayabilecekti. Çünkü Kur’an, fildişi kulelerinde okunan ve orda anlaşılan bir kitap olmadı hiç.

Kuran ihtilafları çözen bir kitap olduğunu deklare ederken eğer muhatapları ihtilaflarını çoğaltıyorsa burada doğru ayrımı yapabilmek için muhatapların ortaya koyduğu salih amelleri görmek gerek. Bugün insanların sorunu bilgi eksiliği değildir. Aksine bilgi fazlalığı ve kirliliğidir. Bilgi vahyinde ifade ettiği gibi yerine göre insana yüktür ve onu eşekleştirir. Sorun bilginin vahye uygunluğu ve onun insanın hayatına güzellik katmasıdır. Çok fazla teferruat yerine bazan sadeliğe ihtiyacımız olur. Vahyi tıpkı ilk nesil gibi sade bir şekilde anlayıp yaşamımıza sokma gayretinde olmalıyız. Eğer biz çağımıza hakikat gözüyle bakmayıp ilericilik ve gericilik gözüyle bakacak olursak birilerinin bizi çekmeye çalıştığı alana dahil oluruz ki bu bizim sınırlarını kestiremediğimiz bir alandır ve dönüşüm kaçınılmaz olur. Ama bizler yaratan rabbin adıyla okunan bir alanı yani hakikat olanı tercih edersek kuşkusuz kendi yöntemlerimizi ve savunmalarımızı da geliştirmiş oluruz. Kardeşlik hukukunun gelişmesi, dilimizin yumuşaması ve birbirimize merhamet nazariyesinden bakabilmemiz, vahyi amele dönüştürme gayretinden geçer. İmanı tamamlayan bir unsur olarak ameli görmezden gelip yalnızca bilgilerle kılıç tokuşturduğumuz bir ortamda yalnızca tefrika üretir ve mesafelerimizi derinleştiririz. Bu durum ise mümin olanlar dışında herkesin beklediği ve arzu ettiği şeylerdir. Allah müminlerin sürekli devinim içinde yüzünü kendisine çevirmelerini ve hayatı yaratan rabbin adıyla okuyarak mücahede etmelerini istemektedir. Selam hidayete tabi olanlara olsun…

Mü'minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara göre derece olarak üstün kılmıştır. Tümüne güzelliği (cenneti) va'detmiştir; ancak Allah, cihad edenleri oturanlara göre büyük bir ecirle üstün kılmıştır.” 4/95