Hükümet`e `Uludere`deki günâha ortak olmayın` çağrısı
Uludere`yi ziyaretimizde, bombalamada ortanca oğulları Adem`i kaybeden Ant ailesine misafir olmuştuk. Sohbetimiz sırasında iki oğlu askerde olan ama buna rağmen medyanın kendilerini PKK`lı gibi lanse ettiğinden yakınan Adem`in babası, Uludere`nin hükümete karşı kurulan bir tuzak olduğundan emin olduğunu söyledi. Neden böyle düşündüğünü sorduğumdaysa, Bülent Arınç`ın saldırıdan bir hafta önce mecliste `Kürtlerin bütün haklarını vereceğiz` diye başlayan o tarihî konuşmasını hatırlatıp `misilleme` yapıldığını ima etmişti.
Uludere'deki günâha ortak olmayın
Hilal Kaplan / Yeni Şafak
"Sizden evvelki toplumların helâk olmalarının başlıca sebebi, aralarında itibarlı bir kimse suç işlediği zaman ona dokunmamaları; zayıf ve kimsesiz biri suç işlediğinde onu cezalandırmaları olmuştur."
Hz. Muhammed (s.a.v.)
Otuz yıldır süren, hem psikolojik hem de ekonomik olarak bu ülkenin iliğini kurutan bir şiddet döngüsü var. Devlet, bu döngü boyunca elinden geleni ardına koymadı. Sıklıkla hukuk dışına çıktı, işkence etti, insanlara b.k yedirdi, köy yaktı, cinayet işledi, bombaladı, taş üstünde taş koymadı. Anlayacağınız yıkmakta sınır tanımadı.
Sonra o devlete, sivillerden oluşan bir iktidar hakim olmaya başladı. Askerin üzerindeki gücü azaldıkça vatandaşlarının sorunlarına yöneldi, kırılan kalpleri onarmaya çalıştı. Devletin de hataları olduğunu, güçlü devletin hatasını kabul eden devlet olduğunu, Türkiyeli olan herkesin eşit olduğunu söyledi. Karşılığında halkın teveccühünü kazandı.
Gelin görün ki, devletin Kürt meselesinde en yapıcı olduğu zamanda, savaş teknolojilerinin en geliştiği dönemde; devletin en cüretkâr suçları işlediği vakitlerde bile gerçekleşmemiş bir sivil katliamı gerçekleşti. Uludere, sırf bu sebepten ötürü bile soru işaretiyle yaklaşılmayı hak etmekteydi.
Nitekim Başbakan Erdoğan, daha geçtiğimiz Ocak ayında Uludere için "Ankara'nın derin dehlizlerinde kaybolmaz. Türkiye artık eski Türkiye değil. Hiç kimsenin yaptığı yanına kâr kalmaz. Hiçbir tezgah, hiçbir komplo, hiçbir provokasyon gizli kalamaz" dememiş miydi?
Kimsenin yanına kâr kalmayacağı sözü verilen provokasyon söyleminden nasıl oldu da "Hataysa hata, tazminatsa tazminat. TSK görevini samimiyetle yapmıştır" noktasına gelindi?
Başbakan, dört ay önce tezgâh olduğuna inandığı bir hadisenin, bir askerî hatadan ibaret olduğuna nasıl ikna edildi?
Yargı süreci devam ettiği söylenen bir hadiseye ilişkin neden hüküm verdi?
İki yaklaşım arasındaki bu uçurumu nasıl anlamalıyız?
Bu soruların cevabını bilmiyorum. Tek bildiğim, Uludere hakkında konuşulmasa bile ne bölge halkı ne de Ak Parti'nin adındaki 'Adalet'e inanmış olanlar bu acıyı failler cezalandırılmadan unutur.
Uludere'yi ziyaretimizde, bombalamada ortanca oğulları Adem'i kaybeden Ant ailesine misafir olmuştuk. Sohbetimiz sırasında iki oğlu askerde olan ama buna rağmen medyanın kendilerini PKK'lı gibi lanse ettiğinden yakınan Adem'in babası, Uludere'nin hükümete karşı kurulan bir tuzak olduğundan emin olduğunu söyledi. Neden böyle düşündüğünü sorduğumdaysa, Bülent Arınç'ın saldırıdan bir hafta önce mecliste "Kürtlerin bütün haklarını vereceğiz" diye başlayan o tarihî konuşmasını hatırlatıp 'misilleme' yapıldığını ima etmişti.
Ve eklemişti: "Ama hükümet suçluları saklarsa, başımıza geleni onlardan biliriz."
Görebildiğim kadarıyla ilişkileri dengede tutmak, müttefik saydıklarını korumak, vb. çabalar hükümeti adaleti tesis etmek hususunda zaafa uğratıyor. Biliyorum siyaset zor ama Mahkeme-i Kübra daha da zor. Adem'in babasının ve onun gibi düşünen milyonların orada aleyhinizde şahitlik yapmasından çekiniyorsanız, Uludere'deki günaha ortak olmaz, sorumluların cezalandırılmasını sağlarsınız. Aksi takdirde Uludere sadece askerin 'tecrübe hanesine' değil, sizin de 'adalet hanenize' yazılır.