Bünyamin ZERAN

31 Temmuz 2009

İÇE DÖNÜK ŞAHİTLİK VE BİREY OLGUSU

Modernizm hızlı bir şekilde kapitalizm eliyle yeryüzünün yeni dini halini aldıkça bu hızlı ve sürekli değişim karşısında insan, kendini çevreleyen unsurlardan çabucak kendini arındıramamaktadır. Değişimi o kadar hızlı yaşamaktadır ki bu hızlı değişimin biri tamamlanmadan yenisini yaşıyor oluşu onu daha karmaşık ve içi boş serüvenlere sürüklemektedir. Modernizmin karşısında dimdik duran ve onu hayatın bir parçası olarak görmeyen ve bunu ispat ederek yaşayan tek güç tevhittir. Tevhidi yaşam içerisinde servete düşkünlük ve harcadıkça mutlu ol sloganları yerine insani değerler ön plana çıkarılıp kul olma düşüncesi ağırlık kazanmaktadır. Biz buna yetkin birey olmak diyoruz.

Modernizm, bireye bir tüketim objesi olarak bakmaktayken; tevhit, bireye kul, gözüyle bakmaktadır. Tevhit, birleyendir. Her şeyi bir tek sebebe bağlayandır. Yaratılmayı, kulluğu, yaşamayı, ölmeyi, sevmeyi, nefret etmeyi ve ticari kazançlar elde etmeyi tekbir sebebe bağlayandır. (3/162) Öyleyse burada esas mesele kul olmayı kendine ödev bilmiş Müslüman toplumun modernizm karşısındaki tutumudur.

Modernizm üzerine birçok yazı yazıldı birçok konuşmalar düzenlendi. Amaç karşımızdaki gücü tanımak ve ona göre müslümanın kendi gardını almasıydı. Lakin eksik olan bir yan vardı ki oda müslümanın kendi kendini tanımıyor oluşuydu ya da yalnızca kitaplardan ibaret bir tanımaydı. Hal böyle olunca da bu tanıma süreci yalnızca kitaplardan ibaret bir tanıma süreci olarak kalmış daha ileriye gidememiştir. Bu din her kesimce kabul edildiği gibi hayatın direk içinde olan ve ancak yaşandıkça değerinin ortaya çıkacağı bir dindir. Bu din bireyin kendi iç dünyasında tohum olur sonra filiz olur sonra ağaç olur sonra ise meyveye durarak herkesce faydalanılan bir bahçe olur. O zaman sağlıklı bir birey olmadan bahçe oluşturmaya kalkmakta ne yazık ki hem bahçıvanı yorar hem de meyvelerin kurtlu, çürük ve faydasız olmasına sebep olur. Bugün burada konuşulması ya da tartışılması gereken şey nasıl bir bahçeye sahip olduğumuzdur. Bazen kıyas yaparız deriz ki: “Bizim bahçe hiç değilse filancaların bahçesinden daha iyi!” oysa önemli olan bizim bahçenin diğerlerinin bahçesinden daha iyi olması değildir. Önemli olan kurtsuz, çürüksüz, faydalı bir bahçeye sahip olmaktır. Yani her biri ayrı ayrı değerli olan ve kaliteli olan içindeki kurtlardan ayıklanmış, çürüklükten kurtulmak için var gücüyle çalışan kendi hastalıklarına vakıf ve onlardan kurtulmaya çalışan bir birey olmaktır. Böyle bireylerden örülü bir bahçe inşa etmektir. Yani kıyas yaparak kendimizi kandırmak yalnızca kendimizin dalalet çamurunda oyalanmasına bahane üretmektir. Öncelikli sorunumuz kul olma sorunudur. Biz buna yetkin birey olmak diyoruz ama bu birey olma bireysel kalmayla özdeşleştirildiği için yanlış anlaşılıyor. Oysa bir şahsın, şahsiyet kazanması, birey olması yalnızca onun tevhit esasına göre kul olmasına bağlıdır. Ancak kul olmayı becerebilen şahsiyet içe dönük şahitlik yapabilecek bir olgunluk kazanır. İçe dönük şahitlikten kastımız müminlerin kendi içlerindeki ilişkilerinde Kur’an’ın arzu ettiği bir sevgi bağıyla birbirlerine bağlı eylemler gerçekleştiriyor olmalarıdır.

Ne var ki bu eylemler gelişmediği için toplumsal ifsat sürekli olarak büyümekte ve yalnızca bu ifsadı çıkaranları sarmayıp Müslüman aileleri de hızlı biçimde kuşatarak yok etmektedir. Bereketsiz bir birey, bereketsiz bir topluluk ve bereketsiz nesiller peydah etmektedir. Kapitalizminde istediği tamda budur. Militan İslam yerine hoşgörü islamı, kılıç kuşanmış bir peygamber yerine kılıçlarından arınmış ve diyalog içinde bir peygamber motifini ön plana çıkarmaktadır. Batının onca işgal ve zulmüne karşı Şeriati’nin ifadesiyle “safevi şiası”nın islamını hakim kılma mücadelesi vermektedir. Biryandan diyalog çağrısı yapan Gülen’e payeler verirken, dünyada 2007’yi mesnevi yılı ilan ederken diğer yandan peygamberi terörist gösteren karikatürlerin yayınlanmasına ses çıkarmayan batı ve işbirlikçileri diğer yandan tüm bu olanlar karşısında sinmiş kabuğuna çekilmiş biz sevgi diniyiz diye kendini aklamaya çalışan Müslümanların acziyeti, silikliği ve korkaklığı. Sorun inandığımız dinde değil esas sorun islama nasıl iman ettiğimizle ilgili sorundur. “Ey iman edenler, iman edin…”(4/136)  ayetini enine boyuna düşünme vakti geçmek üzeredir. Burada batıya lanetler yağdırmak, siyonizme vermek veriştirmek İslam dışı franksiyonlara atmak tutmak en kolay olanıdır. Neden en zor olanı seçme hususunda isteksiziz. Aklıma Tebuk seferi hazırlıkları gelmekte. Resul, (sav) savaşa hazırlanmayı emrettiğinde bazı kimselerin yolun uzun ve çok sıcak oluşu nedeniyle ve güçlü bir orduya karşı sefere çıkılacak olması hasebiyle ve ganimetin elde edilmeyeceğini düşünmesi nedeniyle evlerinin açıklığını, bahçesinin devşirilme zamanını bahane ederek izin istemesi aklıma geliyor. Ve Allah’ın o muhteşem ayeti “…Eğer bilirseniz cehennem daha sıcaktır…”(9/81) Kabul edelim ki eğer peygamber yalnızca diyalog çağrısı yapsaydı ve zulüm sahipleriyle çatışmayı göze almasaydı, kölelerin ve ezilmişlerin haklarını da talep etmemiş olsaydı, gerektiğinde elinde kılıçla savaş meydanlarına inmemiş olsaydı bugün İslam’dan Budizm’den bahseder gibi bahsediyor olacaktık. Bizim yaşan Kur’an’ımız olan Resul bize olan şahitliğini olması gerektiği gibi yapmış ve hiçbir noksan bırakmamıştır. Öyleyse nemelazımcı ve rahatımızı bozmayıcı bir yaşam yerine Allah’ın ilkelerinin iç dünyamızda, ailemizde ve topluluklarımızda etken olmasını sağlayıcı şahitlikleri göstermek yükümlülüğümüz vardır. Sorun bilgi eksiliği sorunu değildir. Zira bu sorun okumayla ve gözlemle halledilebilecek bir sorundur. Esas mesele Allah’ı yeterince sevme ve adanmışlık sorunudur.

Kaliteli bir toplum inşa edebilmek ancak kaliteli bireylerin oluşturduğu ilkesel bir birliktelikle mümkündür. Böylesi bir birliktelikten müteşekkil bir topluluk herkesin içinde yaşamayı arzu ettiği bir topluluk olacaktır.  Zira, kadının sömürüldüğü, cinsel tacizlerle aşağılandığı, çocukların güvenle sokağa çıkamadığı, mafyalaşmanın, tahammülsüzlüklerin ve sevgisizliklerin çoğaldığı dünya da merhameti, şefkati, adaleti ve zulme top yekün direnişi hatırlatan ve yaşayan bir topluluğa dahil olmayı insanlar kendisi için bir kazanç bilecektir. Ne var ki Müslüman tanımlamasını kendine yakıştırıp sömürüye devam ettiği sürece, her türlü ahlaksızlığına kılıf bulduğu müddetçe, Müslümanların kendi arasındaki nefret çoğaldığı sürece içe dönük şahitlik mümkün olmayacağından dışarıya sunulabilecek alternatif bir dinde olmayacaktır doğal olarak. Öyleyse sorun “Ben”den başlamakta ve “Biz”e uzanmaktadır.