Bünyamin ZERAN
İHMAL EDİLMİŞ BİR TERİM OLARAK "İSLAMİ MÜCADELE"
Küresel sistem her şeyi etkilediği gibi İslami mücadele yöntemlerini de etkilemektedir. Teknolojinin hızla değiştiği, internetin yaygın bir haberleşme ağı olarak kullanıldığı aynı zamanda takibatın da kolaylaştığı bir dünya da hareket nasıl olmalıdır? Belki bu soru birçoğumuzun gündeminden dahi çıkmıştır. Nihayetinde İslami mücadele terimi 1960 ila 1990 yılları arasına sıkışmış ve oradan kendine bir yol bulamamış bir terimdir. 1997 yılının 28 şubatında başlayan baskılar ve akabinde AKP’nin iktidar rüzgarıyla savrulan müslümanlar bu terimi hayatından çıkarmış durumdalar. Hatta bir adım ötesi bu mücadelenin galipleri gibi meydanlarda, yazılarında, gazete köşelerinde ve dahi ekranlarda caka satmaktadırlar. Gerçekten bu mücadele kazanılmış bir mücadele midir yoksa kirletilmiş bir kenara atılmış ihanete uğramış bir mücadele midir?
Her kötü olayın bir iyiye işaret ettiğine inananlardanım. Onun için baskıların (post modern darbelerin) ve savrulmaların bize bir mesajı vardır. Bizlere kendi gerçekliğimizi gösteren yol haritasıdır bunlar. Kimlerle yola çıktığımızı bize gösteren ve doğru işaret taşları bulmamız gerektiğini bize vazeden bir durumdur yaşanılanlar. Gerekli bilgi ve alt yapıyı kuşanmadan bir bina inşa etmeye kalkmanın ham hayal olduğu bırakın bir binayı kümes bile yapamayacak bir birikime sahip insanlarla neleri yok edebildiğimizi bize gösteren bir sosyal olaydır bunlar. Onun içindir ki bu olaylardan gerekli dersleri çıkararak daha bir kuşanmış halde yeniden ama daha gür ve her zamankinden daha dimdik durarak yola devam etmek gerekmektedir.
Evet bugün islami mücadele terimini bile ağzımıza yakıştıramıyoruz çünkü Arap baharı devrimler, gayri safi milli hasıla, Türkiye’nin bölgesel yükselişi, Kürt sorunu, doların ve euro’nun yükselişi vs. gibi halletmemiz gereken meselelerimiz var. Kursağımıza ne kadar lokma düşeceğinin hesabının yapıldığı ama Allah’a verilecek hesabın göz ardı edildiği yıllardayız. Çocuğumuzun istikbali için her türlü hesabı yaptığımız ama ehlimizi ateşten koruyacak hesapları yapamadığımız bir dünyadayız. Toplumun güvensiz olduğundan yakındığımız ama topluma iletecek doğru düzgün bir şahitliğimizin olmadığı mesajımızın olmadığı zamanlardayız. Düşünce fakiriyiz bundan da kötüsü fakirliğimizin farkında değiliz.
Kabul edelim ki içinde yaşadığımız dünya eski zamanların dünyası değil. Dünyanın bir ucundaki eylem ya da hareketlilik diğer ucuna aynı anda duyurulabiliyor. Hiç zahmet çekmeden bir malı dünyanın diğer ucuna satabiliyorsunuz. Öyle kilometrelerce yol gitmenize aylarca zahmet çekmenize de gerek yok üstelik. Müstakil evler yerini apartmanlara, binek için kullanılan hayvanlar yerini motorla çalışan aygıtlara bırakmış durumda. Artık insanlar karnını doyurmak için daha çok çalışmaya, çocuklar ise büyümek için daha çok şefkate ihtiyaç duymaktadır. Yaşlılar merhamet dilerken küresel kapitalizm onlara ömrü bitmiş bir makine parçası muamelesi yapmaktadır. Suçlular daha acımasız, kadınlar ve çocuklar daha korumasız her türlü istismara açık yaşamaktadır. Parası olanın barınak, ekmek ve su bulabildiği bulamayanın ise parklarda, bankamatik kulübelerinde ya da viran olmuş inşaatlarda her türlü güvenlikten yoksun bir şekilde yaşadığı bir dünya vardır artık. Efendilerle kölelerin arasındaki uçurumun giderek derinleştiği ama kölelerin hâlâ bir gün efendi olacağım hayalleri kurduğu ve köleliğine razı olduğu bir dünyayı yaşamaktayız. Ekmeğin arslanın önce ağzında sonra midesinde olduğu ve almak için o vahşi ve yırtıcı hayvanla boğuşmak zorunda kaldığımız arenadaki gladyatörlere döndürüldüğümüz bir dünyada nefes almaktayız. Kısacası insan olarak kalmanın çok zor olduğu bir dünyadayız. İnsan olarak kalmamıza ve tüm bunlarla boğuşmamıza bir sebep olmalıdır. Öyle bir sebep olmalıdır ki o bizi sürekli diri ve dimdik tutsun. O sebep tek başına kul olmamız ve Allah’a teslim olmamızdır.
Allah’a teslim olmak öyle sıradan bir şey değildir. İçi dolu insana heyecan veren bir şeydir. Tüm zalimlerin karşısında zulme hayır demektir. Bu karşıt duruş ancak kul olmaya razı olduğunuz şeye hiçbir şeyden şüphe duymadan tüm benliğinizle teslim olmaktan geçer. Bu insana yorgunluk vermez. “Denedik olmuyor” kardeşim boşuna uğraşmayın dedirtmez. İslami mücadele aslında insan olarak kalabilme mücadelesidir. İslami mücadele Allah’a teslimiyet mücadelesidir. Benim O yüce Rabbe teslimiyetimi engelleyecek her şeye karşı dirençle verdiğim mücadeledir. Bu mücadele, cebime girecek üç-beş kuruştan, edineceğim makamdan, göreceğim iltifattan daha yüce bir mücadeledir. Benim bu mücadelenin içinde sağlam kalabilmem için Allah ile olan irtibatımında güçlü olması gerekmektedir. Aradan aracıları kaldırarak Allah’ın vahyi ile olan birlikteliğimi artırmamla alakalı bir şeydir. Çünkü bu mücadelenin sabitesi odur. Onu merkeze taşıyarak onu yaşantımın vazgeçilmezi kılarak dünyayı dolaşabilir, dünyayı okuyabilirim ama her şey ona dönük olmalıdır.
İslami mücadele, teknolojinin hızla geliştiği ve insanın çok rahat kontrol edilebildiği bir dünyada yöntemini tekrar gözden geçirmelidir. Cemaatleşme duygusunun yerini giderek bireyselliğe bıraktığı ve insanların yalnızlık köşelerine çekildiği, birkaç kişilik dünyalarının içine kimseleri dahil etmek istemedikleri bir dünyada İslam'ı sürekli yaşanır kılmak için yeni yöntemler bulunmak zorundadır. İslam'ı yalnızca politik bir mücadele olarak görmeyen aynı zamanda tek hedef devlet kurmaktır diye kendini şartlandırmayan bir bakışla, yalnızca tevhidin yaşanabileceği alanlar açmak için koşturan bir zihniyete ihtiyaç vardır. İslam siyasi otoriteye talip olur ama bunu yaparken kendi doğrularından ödün vermeden yapar. İşte bu doğruları layıkıyla anlayabilecek bilgi birikimine sahip şahit bir topluluk oluşturarak bu mücadele verilebilir. Bireysellikten uzak, bir topluluk olmayı hedefleyen ve ilkelerini vahiyden alan bir topluluk amaçlanmalıdır.
Bazen rüzgarlar sert eser. Bu rüzgarlar post modern darbelerin şiddetiyle oluşabildiği gibi AKP gibi muhafazakar gömleğini giymiş gruplarca da oluşturulabilir. Sert rüzgarlara rağmen kıblesini şaşırmayan kulların varlığı ancak islami mücadeleyi bir yere taşıyabilir. Esen her rüzgara göre yeniden kıble beliryenler ise bu mücadeleyi akabete uğratmaktan başka bir işe yaramazlar. Sorumluluk sahibi her müminin üzerine islami mücadele farzdır. Bunu inanan her mümin bilir. Çünkü cennetimiz için ve şerefimiz için bizim buna ihtiyacımız vardır. Biz mümin olmakla şerefli olduğumuza inananlardanız. Yoksa mümin olmakla islamı şereflendirenler olmadığımızı biliriz. Bundan dolayı herkes elini taşın altına daha fazla sokarak yapabilirliklerini artırmalı ve bu mücadele için gerekli donanımı bir an önce kuşanmalıdır. Çünkü bu dünya daha kirli ve Allah’ın hakları daha fazla gasbedilmektedir. Hakk’ın gelebilmesi ancak müminlerin mücadelede ciddiyetle hareket etmesine bağlıdır. Batıl olanın yok olması ise zaten bu nedenin bir sonucudur. Müminin aciz kalmak, güçsüz kalmak gibi bir bahanesi olmamalıdır. Elinden gelenin en iyisini ortaya koymalıdır ki Allah bire bin başak veren bir dane yapsın emekleri.
“Melekler, kendilerine zulmeden kimselere canlarını alırken soracaklar: "Neyiniz vardı sizin?" Onlar: "Biz, yeryüzünde çok güçsüzdük" diye cevap verecekler.(Melekler), "Allahın arzı sizin kötülük diyarını terk etmenize yetecek kadar geniş değil miydi?" diyecekler. Böylelerinin varış yeri cehennemdir, ne kötü bir varış yeri!” 4/97
(Not: Bu yazı ilk olarak 2011 yılında iktibasdergisi.com'da yayınlanmıştır)