19-11-2010 10:45

İlkav`ın bayramlaşma programı verimli geçti

İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı konferans salonunda Kurban bayramının ilk günü Bayram namazının ardından bayramlaşma yapıldı. Bayram Namazı öncesi Mehmet Pamak bir sohbet gerçekleştirdi. Bayram Namazını Şeyho Duman kıldırdı.

İlkav`ın bayramlaşma programı verimli geçti
Bayram namazından önce İLKAV Başkanı Mehmet Pamak yaptığı konuşmaya, bütün varlıkların iradesiz biçimde Allah’ı hamd ile tesbih etmeleri konusunu işleyerek ve insanın da bu sorumluluğu iradesiyle yerine getirmekle mükellef olduğunu anlatarak başladı. “Hamd ile tesbih ve hayatı ibadet kılmak” konulu konuşmasında konu ile ilgili şu ayetleri açıkladı.
 
“Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O'nu tesbih eder; O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız...” (İsra/44)
 
“Sen, ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak O yeter.” (Furkan/58)
 
“Göklerde ve yerde olan kimselerin, sıra sıra uçan kuşların Allah'ı tesbih ettiğini görmez misin? Her biri kendi niyaz ve tesbihini bilir. Allah, onların yaptıklarını bilendir.” (Nur/41)
 
Anlaşılmaktadır ki, elektrona varıncaya kadar kâinattaki her şey, göklerde ve yerde var olan bütün varlıkların hepsi, Allah’ı hamd ile tesbih etmektedirler. Yani Allah’ın kendileri için takdir ettiği yolu takip etmekte, O’nun emirlerini tam bir teslimiyetle yerine getirmekte ve böylece kendilerine yüklenen fonksiyonu icra etmektedirler. Onların hamd ile tesbihi tam bir teslimiyetle Allah’ın verdiği görevleri yerine getirmekten, yaratılış gayelerine uygun davranmaktan ibarettir.
 
“Göklerde olanlar ve yerde bulunanlar Allah'ı tesbih ederler. Hükümranlık O'nundur, Övülmek O'na mahsustur. O herşeye Kadir'dir.” (Tegabun/1)
 
Gökler ile yer ve ikisinde var olanlar, hepsi Allah’ındır. Hepsini Allah yaratmış ve hepsine de emretmiştir. Yaratmak da, emretmek de sadece O’nundur. (A’raf 54) O, mülkünde mutlak hükümran olandır. Her şey ve hepimiz O’nun mutlak hükümranlığında, mutlak iktidarı ve yönetimi altında yaşamaktayız. Allah insanlara da, emrinden oluşan şeriatlar göndermiş ve sadece bu şeriatına uymaya çağırmıştır. Allah’ın şeriatının alternatifi, bilmeyenlerin heva ve arzularıdır ki, Rabbimiz bundan bizi sakındırmakta, sadece kendi şeriatına tabi olmayı emretmektedir. (Casiye 18). Rabbimiz insanları ve cinleri sadece kendine ibadet ve kulluk etsinler diye yaratmış (Zariyat 56), toplumsal ve bireysel hayatın bütün alanlarını, Kur’an’da yer alan hükümlerine göre düzenleyerek, yalnız kendinse itaat ve ibadet etmelerini (Yusuf 40), Allah’ın rengiyle boyanmalarını, secdeyi/itaati hayatın bütün alanlarına yayarak, hayatı ibadet kılmalarını emretmiş bulunmaktadır.
 
Bütün varlıkların, iradesiz şekilde O’nun yasalarına aynen uymak suretiyle Allah’ı hamd ile tesbih ettikleri gibi, imtihan sebebiyle iman ve inkâr arasında serbest bırakılan insanların da, akıl ve iradelerini doğru kullanarak, tercihlerini doğru yaparak, özgür tercihleriyle Allah’ı hamd ile tesbih etmeleri emredilmiştir. Tıpkı, arşdaki ve evrendeki bütün varlıklar gibi, Allah’tan başka ilah tanımaksızın sadece O’na itaat ve ibadet edip, emirlerini harfiyen yerine getirme gayreti içine girmeleri istenmiştir. Hayatın bütün alanlarında sadece O’nun hükümlerini esas alarak, hayatı ibadet kılma çabasını ölene kadar terk etmemeleri ve böylece, evrendeki varlıklarla tam bir uyum ve ahenk içinde aynı istikamete yönelmeleri emredilmiştir. Allah’ı hakkıyla takdir edip, kitabını hakkıyla okuyup, takvayı hakkıyla kuşanıp, inandığımız değerler uğrunda cihadı hakkıyla gerçekleştirip, O’na tam bir teslimiyet ve itaatle O’nu hamd ile tesbih etmemiz gerekmektedir. İşte bu muhtevadaki hamd ile tesbih konusunda evrendeki bütün varlıklarla aynı tevhidi frekansta buluşarak, onların evrende oluşturmuş oldukları tevhidi ahenge uyum sağlamak, fıtrat, evren ve hayat arasındaki bu barış ve uzlaşma ile evrendeki muhteşem tevhid korosuna iştirak etmek, en temel ve en büyük kulluk sorumluluğumuz ve yaratılış gayemizdir.
 
Bu sebeple, bizim namazımız, kurbanımız, haccımız, zekatımız hep alemlerin Rabbi olan yüce Allah içindir, öyle olmalıdır. “Benim “salât”ım (namazım, duam), “nusuk”um (kurbanım ve bütün ibadetlerim), hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir” (En’am 162 Ancak bilmeliyiz ki, Rabbimizin bizim ne namazımıza, ne kurbanımıza, ne de haccımıza ihtiyacı vardır. İhtiyaç sahibi olan bizleriz. Bütün ibadetler, namaz da, zekat da, kurban da, hacc da… hep bizlerin arınmamızı sağlamak, bizi inşa etmek, tekâmül ettirmek, dünya ve ahiret saadetimizi temin etmek içindir. Bizleri kötülüklerden alıkoymak, iyiliklere sevk etmek, şuurlandırmak, tevhidi teyakkuz sahibi kılmak, dosdoğru bir hayatla ebedi saadete yürümemizi sağlamak içindir…
 
Hac ve Kurban da işte bu ibadetlerimizin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Kâbe, yüce Allah'ın İbrahim'e (as), binanın duvarlarını yükseltmesini; tavaf edenlere, itikafa girenlere, rükû edenlere ve secde edenlere tahsis etmesini emrettiği ve mübarek kılmak suretiyle alemlere hidayet kaynağı kıldığı günden itibaren, yeryüzünde ibadet için kurulan ve sırf ibadete tahsis edilen ilk evdir. Adem (as) dan bu yana ibadet için kurulan ilk ev olma özelliği, sebebiyle, “Ona yol bulabilenlerin Kâbe'ye haccetmesi Allah'ın, insanlar üzerinde hakkıdır” hükmü vazedilmiştir. Bu sebeple de, bütün insanlık, yaratılış gayesine uygun davranıp, sadece Allah’a kulluk yapmaya, evrendeki bütün varlıklar gibi O’nu hamd ile tesbih etmeye ve tek ümmet oldukları, aynı ailenin, aynı anne babanın çocukları oldukları dönemde, hepsinin kökeni olan ilk ailenin evi olan bu eve bir nevi sıla-i rahim yapmaya, baba ocağına dönüş yapmaya çağrılmışlardır.
 
İşte bu çağrıya icabet etmek suretiyle, kefen misali ihrama girip, bütün dünyevi imkan, makam ve statüleri geride bırakıp terk ederek, sadece insan ve kul kimliğiyle Rabbinin davetine icabet eden mü’minler, dünyanın her yanından farklı renk ve dillerde olan insanlar hacc amacıyla akın akın bu eve koşmaktadırlar. “Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk, innel hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülk, lâ şerîke lek” diye haykıran mü’minler, Kâbe çevresinde halkalanmakta, tehlil, telbiye, tekbir ve dualarla okyanus gibi dalgalanmaktadırlar.
 
“Buyur Allah’ım buyur! Emrindeyim buyur! Çağırdın, işte davetine icabet edip geldim, emrine âmâdeyim, buyur emret Allah’ım. Senin hiçbir ortağın yoktur. Emrindeyim buyur! Şüphesiz hamd sana mahsustur. Nimet de senin, mülk de senindir. Senin hiçbir ortağın yoktur” taahhüdünde bulunmaktadırlar. Hamd da sana mahsustur, nimet ve mülk de senindir, ben de senin kulunum. Ve işte seni hamd ile tesbih ederek, emrine teslim olarak geldim ve mutlak hükümranlığında itaakârın ve kulun olarak geldim, senin hiçbir şerikin yoktur.
 
İşte Hacc’ın şea’iri
 
-Tavaf, –Say, -Vakfe : Arafat-müzdelife -Şeytan taşlama –sembolik olarak şeytan ve dostlarını, azgın nefsini hedef alan taşlama, -Kurban
 
Yeryüzünde büyüklenip tuğyan eden, imana karşı küfrü, adalete karşı zulmü bayraklaştıran tağutlara birer reddiye ve ihtar gösterisi… Buna karşılık, alemlerin Rabbine içten ve pazarlıksız, bilinçli ve kararlı birer teslimiyet seremonisi… Merhum Ali Şeriati’nin ifade ettiği gibi, haccda şeytan taşlayıp memleketlerine dönünce tağutları alkışlayanlar örneğinde olduğu gibi, ibadetlerin maksadı ıskalanmamalı, anlamı devre dışı bırakılmamalı, bütün bu şeairin mesajları kale alınmalı, derinliği, arka planı tefekkür edilmeli. İman edenler üzerinden yeryüzüne hayatiyet taşıma, bilinç aşılama işlevi bulunan bu ibadetlerin diriltici ve inşa edici nitelikleri ortadan kaldırılarak bu hayat menbaı ibadetler birer şekilsel ritüele dönüştürülmemelidir. Anlamından koparılmış, taşıdığı sembolik mesajlar kulak ardı edilmiş, tağutları red, alemlerin Rabbi yüce Allah’a teslimiyet bilincini pekiştirmemiş, ümmet bilincine katkı sağlamamış bir hacc ve kurbanın, bırakalım diriltici olmayı, kendi dirilikleri bile yok edilmiş, bilinçsizlik ve cehalet sarhoşluğunda zayi edilmiş demektir.
 
Bilmeliyiz ki, "Kurban", bir sınavdır. Bir sınanıştır. Rabbimizin, hangimizin daha güzel ameller yapacağımızı sınamak üzere yaratmış olduğu hayat ve ölüm sürecinde, geçtiğimiz önemli sınavlardan birisi de, sevdiklerimizi Allah yolunda feda bilinciyle hareket edip edemeyeceğimiz konusudur. Mal ve canla, can ve canan ile deneniştir. İmanın, itaatin, ihlâsın, takvanın ölçülmesidir. Kurbanla, Ramazanla, haftada bir Cumayla, günde beş vakit namazla ve Allah’ın diğer emirlerine her itaat edişimizle, Rabbimize olan ahdimizi yenilemiş oluyoruz. O’nu hamd ile tesbih etmek ve bütün evrenle aynı hedefte bütünleşmek, aynı safta buluşmak üzere onurlu bir hatta yerleşmiş oluyoruz.
 
“Onların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşmaz. Fakat sizin takvanız (Allah’a boyun eğerek; haramlardan kaçışınız ve helallere yönelişiniz) Ona ulaşır.” Kuşkusuz; “Allah, (kurbanı) sadece takva sahiplerinden kabul eder.” Kurban, yaratıcımıza bir teslimiyettir, “duyduk ve itaat ettik” demektir. Allah'a yakınlaşma (takarrub) sağlayan bir ibadettir. Maksadı Allah'a yakınlaşmak, anlamı kişinin en sevdiği şeyi Allah'a feda edebilecek derecede yüksek takva sahibi olduğunu sembolle ifade etmesidir. Anlamı dünyada her neyi en çok seviyorsak, her neye çok değer veriyorsak, onu Allah'a feda edebilecek durumda olduğumuzu belirtmeye çalışmamızdır. Esas olan, İbrahim (as) misali, dünyadaki en sevdiğimizi Allah yolunda feda bilincini, adanmışlık ruhunu yakalayabilmemizdir.
 
Geç yaşında kavuştuğu oğlu İsmail'i feda edebilmeyi göze alan Hz. İbrahim bunu açıkça ortaya koymuştu. İsmail'ini bıçak altına yatırıp bu zor sınavı kazanmıştı. İbrahim'i Allah'a yaklaştıracak olan fiil buydu. Kurban oğluydu, zor da olsa onu feda etmeyi göze aldı. Allah'ın kana ve ete ihtiyacı olmadığı için, İsmail'i sembolize etmek üzere İbrahim'e bir koçu kesmesini emretti. O halde maksat, Allah'a yaklaşmak, anlamı kişinin en sevdiği şeyi (oğlu, malı, serveti, statüsü, kabilesi, makamı, mevkii.) feda edebilme cesaretini gösterebilmesidir. Evet bizler de bu vesileyle kendimizi sorgulayıp, tıpkı İbrahim (as) gibi, en sevdiklerimizi, bizim İsmailimiz (dünyada en sevdiğimiz ve değer verdiğimiz) neyse, onu Allah yolunda feda edebilme samimiyetini, ihlasını, bilincini, adanmışlığını yakalamaya çalışmalıyız. Bizi, Rabbe yaklaştırmayan kurbanlıkların (sevilen, değer verilen şeylerin, canların, cananların, malların, makamların), aslında hiçbir değeri yoktur, tam tersine Rabbe yakınlaşmaktan alıkoyuyorlarsa bizim için tam bir fitne ve bela olma hüviyeti kazanmışlar demektir. Hacc, Kurban ve ibadetlerimiz, hayatımızı değiştirmiyorsa, kötülüklerden alıkoyup iyiliğe sevk etmiyorsa, Allah’ı hamd ile tesbih konumunda bütün evrenle aynı tevhidi frekansta bütünleştirmiyorsa… yanlışlarımızı, yanılgılarımızı, sapmalarımızı, istikametimizi düzeltmiyor; kafamızdaki, kalbimizdeki, zihnimizdeki, amellerimizdeki, ahlakımızdaki, hayatımızdaki kirleri, “verrucze fehcur” ayeti emrince, arındırmıyor ve aklamıyorsa; gerçekten de yazık, kesilen kurbanlıklara!
 
Mehmet Pamak sözlerine şöyle devam etti:
 
İçinde bulunduğumuz günlerin Hz. İbrahim (a.s.) ile yakından ilgisinin olduğunu biliyoruz. Kurban onun Allah’ın emrine itirazsız teslimiyeti, hac da onun başlattığı meşa’irin sürdürülmesidir. Bugünlerde en fazla gündem olan İbrahim (as)’ın yolu, dini ve duruşu bizim takip etmemiz gereken yol, din ve duruştur.
 
İbrahim (a.s.)’ın dini:
Peygamberler silsilesi içinde özel yeri olan ve Hz. Muhammed (s.a.s.)’in de soyunun kendisine dayandığı İbrahim (a.s.)’ın dini hanif( tevhid )dini yani İslâm’dır.
 
İbrahim ne bir yahudi ne de bir hıristiyandı. Ancak o dosdoğru çizgideki (hanif) bir Müslümandı. O, müşriklerden de değildi.” (Ali İmran, 3/67) “(Kitap ehli) "yahudi veya hıristiyan olun doğru yolu bulursunuz" dediler. De ki: "Aksine, biz ancak İbrahim'in dini olan (hanif) dosdoğru dine uyarız. O, ortak koşanlardan (müşriklerden) değildi." (Bakara, 2/135)
“İbrahim'in dininden kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi) seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir (Salihlerdendir).” (Bakara, 2/130)
 
Onun çizgisini en güzel şekilde sürdürenler kendine uyanlar, Hz. Muhammed (s.a.s.) ve ona iman edenlerdir. “Şüphesiz insanların İbrahim'e en yakın olanları ona uyanlar, bu peygamber (Muhammed) ve (ona) iman edenlerdir. Allah da iman edenlerin dostudur.” (Ali İmran, 3/68)
 
İbrahim (a.s.)’ın duruşu:
 
Onun örnek mücadelesinde, küfre ve şirke karşı dik duruşu, tagutlara karşı tevhid bayrağını korkusuzca kaldırıp, Allah’a tam bir teslimiyetle teslim olmayı görürüz. Şirkin öncülüğünü yapan kişi, kendisine en yakın ve ona dünyada geniş imkânlar sağlayacak biri olsa da, yine hakkı haykırmaktan çekinmeyen onurlu, ilkeli ve tavizsiz bir tebliği müşahede ederiz. Onun hayatında, en zor şartlarda bile, tagutla uzlaşmayan, kendisini yakmaya teşebbüs eden Nemrut’lara asla taviz vermeyen, şirke, zulme ve ifsada karşı ıslah sorumluluğunu sürdürürken, şirk sistemine eklemlenmeyen, uzlaşmayan ilkeli bir mücadelenin şahidliğini buluruz.
 
“Bir zamanlar İbrahim babası Azer'e: "Sen putları kendine ilah mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve toplumunu açık bir sapıklık üzere görüyorum" demişti.” (Enam, 6/74) “Hani o babasına şöyle demişti: "Ey babacığım! Duymayan, görmeyen ve senden bir şeyi gidermeyen şeylere niçin tapıyorsun?” (Meryem, 19/42) Tebliğde netlik, tavizsizlik, üslupta ise yumuşaklık onun temel özelliğiydi.
 
“İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: "Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir." Şu kadar var ki, İbrahim babasına: "Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez" sözü bu örneğin dışındadır. (O müminler şöyle dediler:) Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.” (Mümtehine 4).
 
İbrahim (as), "Hem siz, Onun haklarında hiç bir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmaktan korkmazken, ben nasıl sizin şirk koştuklarınızdan korkarım?” (En’am 81) diye haykırabilen, cesur yürek, yiğit örnek, tek başına ümmetti. Korku ya da çıkar için pragmatizme saplanmayan, rehavete kapılmayan, tagutlar karşısında eğilmeyen, korkmayan ve asla uzlaşmayan, her şeye rağmen en zor şartlarda bile zalimlerin yüzüne hakkı haykırmaktan vazgeçmeyen, ertelemeyen onurlu bir örnekti bizim için. Bugünkü, daha zalim eski statükonun tasfiye olma, görece özgürlükçü yeni statükonun oluştuğu, Müslümanların ayaklarını kaydırmaya ve yozlaşmaya en müsait olan süreçte, bu örneğe büyük ihtiyacımız var. Yeni ve gerçekten de getirdiği imkanlar ve rehavet sebebiyle çok zorlu olan bugünkü (makam, mevki, kredi, ihale, özgürlük ve zenginlikle) imtihan sürecinde, bizim de İbrahim (a.s.)’ın, onun yolunda yürüyen Resulullah ve ilk Kur’an neslinin duruşu, Mekke’deki, bir yanda büyük sıkıntılara, işkencelere, diğer yanda iktidar ve zenginlik tekliflerine rağmen, şirk sistemiyle hiçbir şekilde uzlaşmayan, itaat etmeyen, tavize yanaşmayan örneklik gibi bir duruşa ve aynı cesaretle hakkı haykırmaya ne kadar da ihtiyacımız var.
 
Yolundan gitmekle, örnek almakla emrolunduğumuz İbrahim (as)’ın örnekliği, gerçekten de diğer bütün Peygamberlerin de takip ettiği tevhid yolunun işaretlerini en çarpıcı ve görünür bir biçimde yola dizerek, vahyin yönlendirmesiyle Resulullah (sa) ve ilk Kur’an neslinin de bu işaretleri son defa parlatıp bize bırakmasıyla, hâlâ yolumuzu aydınlatmaktadır.
 
İbrahim (a.s.)’ın duası:
 
İbrahim (as)’ın duaları da, bütün Peygamberlerin duaları gibi, bize yol gösteren, örneklik teşkil eden, neleri talep edip edemeyeceğimizde kılavuzluk eden bir muhtevadadır. O dik duruşlu ve açık tavırlı olmakla beraber yufka yürekli ve çok merhametliydi. “Doğrusu İbrahim çok yumuşak huylu, çok içli ve kendini Allah'a vermiş biriydi.” (Hud, 11/75) Bu özelliğinden dolayı şirkte ısrar eden babası için bile mağfiret dilemişti. Fakat bu dileği şirkte ısrarına rağmen mağfiret edilmesini değil, bu sapık yoldan kurtulmasını arzulaması sebebiyleydi. Ayrıca onun için mağfiret dileyeceği sözü vermişti ve sözünü yerine getirmişti. “İbrahim'in babası için mağfiret dilemesi sadece ona vermiş olduğu bir sözden dolayıydı. Ancak onun Allah'a düşman olduğu kendisine belli olunca artık ondan uzak durdu. Şüphesiz İbrahim çok dua ve niyazda bulunan, yumuşak huylu biriydi.” (Tevbe, 9/114)
 
“Hani Rabbi, İbrahim'i birtakım kelimelerle denemişti. O da (istenenleri) tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah İbrahim'e): "Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım" dedi. (İbrahim) "Ya soyumdan olanlar?" deyince (Allah:) "Zalimler benim ahdime erişemez" dedi.” (Bakara 124). "Rabbimiz, ikimizi sana teslim olmuş (müslümanlar) kıl ve soyumuzdan sana teslim olmuş (müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin." (Bakara 128) “Hani İbrahim şöyle demişti: "Bu şehri güvenli kıl, beni ve çocuklarımı putlara kulluk etmekten uzak tut." (Ibrahim 35)
 
Bayramlar hem sevinç, hem de ibadet günlerimizdir
 
İşte Allah’ı hamd ile tesbih ederek, hayatını ibadet kılma çabası içinde olan mü’min kullarına, Rabbimiz bu teslimiyetlerinin ve ibadetlerinin karşılığı olarak iki bayramı sevinç günleri olarak lütfetmiştir. Müslüman’ın bayramı, karnaval, festival vb. gibi seküler azgınlığa ya da tahrif edilmiş dinlerin bayramları gibi içi boşalmış, manevi derinliği ve ilahi ölçüleri kaybetmiş eğlence günlerine benzemez.
 
Müslüman’ın bayramı, yine ibadet bilinciyle Allahın rızasını kazandıracak insanlar, mü’minler, akrabalar arası ilişkileri onarıp pekiştirecek, ahlaki, insani, fıtri güzelliklerle bezenmiş sevinç günleridir. İnsanın, nefsini ve vicdanını sorgulayıp, arındırma çabası gösterdiği, başkalarıyla kucaklaşıp helalleştiği, barışın, huzurun, merhametin, şefkatin, cömertliğin, ikramın, misafirperverliğin, yardımlaşma ve dayanışmaın zirve yaptığı, selamın yaygınlaştırıldığı günlerdir. Böyle olmalıdır. Ancak böyle olduğunda bayramlar bayram olacak ve Allah’ın razı olacağı bir içerik kazandıkça, sevinç günlerimiz olan bayramlarımız bile ibadet hüviyeti kazanıp, yeni ecirlere vesile olacaktır.
 

Mehmet Pamak, ümmetin halini değerlendirdiği, Afganistan, Irak, Çeçenistan, Keşmir, Filistin, Doğu Türkistan, Pattani vb bir çok İslam coğrafyasında ümmetin, askeri işgal ve sömürüye muhatap olduğunu, hayatı mülteci kamplarında başlayıp sona eren milyonların çeşitli yokluklar, mahrumiyetler için kıvrandığını, sadece son işgal süreçlerinde bile milyonlar masum Müslüman halkın katledildiğini hatırlattı. İslam coğrafyasının geri kalan büyük kısmında ise, Türkiye dahil, ideolojik işgaller, baskılar, yasaklar altında, büyük acılar ıstıraplar yaşandığını, sonuçta ümmet coğrafyasının her yanında kan ve gözyaşının egemen olduğunu, hatırlatarak, bir yandan Ümmeti vahiyle yeniden inşa, diğer yandan da işgale, sömürüye, zulme karşı direniş sorumluluğumuzun altını çizdi. Ayrıca, bu sıkıntılar altındaki Müslüman halklarla kardeşlik, dua, yardımlaşma ve dayanışma sorumluluklarımızı hatırlattı. Kurbanın ve haccın İslam ümmetinin dirilişine vesile olması duası ile konuşmasını sonlandırdı.

Pamak'ın konuşmasının ardından Bayram namazına geçildi. Bayram namazını kıldıran Şeyho Duman Hoca irad ettiği bayram hutbesinde şunları söyledi:

Muhterem kardeşlerim!
Milyonlarca müminin, hac esnasında dillendirdikleri bir cümleyi çok iyi biliyoruz. “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk , Lebbeyke la şerike-leke Lebbeyk”. Buyur Allah’ım emret!. Buyur Allah’ım emret . Sen’in ortağın yoktur. Bizi davet etmiştin. Bizde bu davete “Lebbeyk!.” diyerek icabet ediyoruz. 
Kabe’nin kutsiyeti ve konumu çok önemlidir. Allah , Kabe’yi, Beyt-i Haram’ı insanlar için bir kıyam merkezi kılmış ve bütün yeryüzünün imarı noktasındaki iradeyi buradan başlatmıştır. Rabb’imiz derki; Kullarım Ben’i sana soracak olurlarsa de ki, “Ben bana dua edene icabet ederim.” “Bizler onun davetine icabet edersek oda bizi yeryüzüne hakim kılacaktır”.
Bugün bu olumsuzluklar içerisinde isek, demek ki meseleye kenarından bakmışız, imanı, ibadetleri, amelleri kenarından tutmuşuz, içine girerek konuyu idrak etmemişiz, derinliğinden soyutlanmış şekli ritüellere indirgemişiz. İnşallah bu gün bizler bunun idrakine ulaşır ve neleri nasıl yapmamız gerektiğini bilir ve hamdimizin ve tesbihimizin idrakine varırsak, kavramlarımızın, meşa’irimizn, ibadetlerimizin içini vahiy ve Resulün sünnetiyle doldurursak, yani allah’ın vaat ettiği ayrdıma müstahak olabilirsek, Allah da vadini yerine getirerek, işte o zaman yeryüzünün iktidarını mü’minlerin yönetimine tahsis edecektir.
“La şerike lek” senin ortağın yoktur, bu gün İslam dünyasının Allah’a koştukları şerikleri var mıdır? Maalesef vardır, İslam dünyası bunlardan ne zaman kurtulursa o zaman hürriyetine kavuşarak, tevhide, tevhidi adalete ve dünya ile ahret saadetine ulaşacaktır. Rabbimiz bizleri nice güzel günlere bayramlara ulaştırsın inşallah” diyerek hutbesini sona erdirdi, ardından dua ve tekbirler eşliğinde bayramlaşma gerçekleştirildi.
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !