05-05-2014 07:40

İslam hukukundan başka çare yoktur

Çocuğu cinayete kurban giden bir anne-baba, çocuğunun katili hakkında verilecek hükümde son sözü söylemelidir. “Kısas”a (idama) veya “diyet”e(başka bir cezaya) razı olma hakkı onundur. Bu hususta Devlet gücü “karar verici” değil, “kararı uygulayıcı” olarak işlev görmeli, kesin kararı “kan sahibi” vermelidir.

İslam hukukundan başka çare yoktur

Faruk Köse son dönemlerde artış gösteren çocuk cinayetleri ve cinsel taciz olayları sonrası yeniden gündeme gelen cezaların artırılması tartışmasına farklı bir açıdan katıldı. Köse, İslam hukukundan başka çözüm aramanın beyhudeliğine değiniyor. Bununla birlikte Köse'nin yazısında İslam hukukunu, mevcut sistem için bir çare olarak gündeme getirmesi ciddi bir düşünsel zaaf olarak görülmelidir. Zira İslam, kurucu bir hayat nizamıdır ve hukuki kuralları da ancak kendi bütüncül toplumsal/siyasal sisteminde uygulanmaya elverişlidir. Farklı sistemlerin boşluklarını doldurmak için vazedilmiş değildir. Köse'nin maksadının da bu olmadığını biliyoruz, ancak yazının bu tür bir zaafı olduğunu söylemek gerekir.

Faruk Köse'nin yazısını dikkatlerinize sunuyoruz:

Şeriat’tan başka çare yoktur

Faruk KÖSE / Yeni Akit

Bir “insan” nasıl olur da “küçücük bir çocuk”u öldürebilir? O küçücük “beden”e defalarca bıçak saplaya(bile)n, o küçücük “boğaz”ı sıka(bile)n biri, gerçekten “insan” olabilir mi? Böyle birinin canlı türü olarak “insangiller”den olması, “insan niteliği”ni kazanmış olması anlamına gel(ebil)ir mi? Küçücük bir çocuğa “cinsel taciz”de bulunup boğazını iple sıkarak boğabilen biri gerçekten “insan” olabilir mi? Küçücük bir çocuğun üzerine benzin döküp canlı canlı yakan biri, “insan muamelesi”ni hakedebilir mi?

 

Bunları yapan nasıl yapıyor, anlamıyorum. Yazmak bile bu kadar zorken… O kadar vahşi bir durum ki, Başbakan bile dayanamayıp “idam” deyiverdi; bunca “çocuk cinayeti” karşısında, “bu olaylar idamlık olaylar” deme lüzumunu hissetti. Sağlık Bakanı daha da ileri giderek “idam gelebilir” dedi. Başbakan gelinen noktayı, “idam gelmese dahi bu cezaların çok çok ağırlaştırılması noktasında arkadaşlara talimatım var” diye açıkladıktan sonra, “idam”ın AB uyum yasaları gereği mümkün olmadığını söyleyip kişisel kanaatini net ifade etti: “Bu işin hakkı idamdır.”

 

Ancak her zaman olduğu gibi, CHP yine yaptı yapacağını; “gerçeklikten uzak bir sloganik söylem”le “vahşeti hafifsedi.” Bir CHP’li milletvekili çıkıp, “yaşama hakkı bireylerin en temel hakkıdır” dedi. Cumhuriyet’in ilk yıllarında onbinlerce İslam alimini idam ederek “yaşama hakkı” tanımayan “İstiklal Mahkemeleri”nin mucidi olan CHP’nin milletvekili, “bireylerin en temel hakkının engellemesine karşıyız, idam cezalarına her koşulda karşıyız” diyebildi. Ancak, küçücük çocukları işkenceyle öldüren, benzin döküp diri diri yakan biri için “yaşama hakkı”ndan söz edilebilir mi, buna cevap verme lüzumunu hissetmedi.

 

Şimdi artık bu “vahşet”in nasıl önlene(bile)ceği konuşuluyor. 2004’ten bu yana “çocukları öldürme suçu”nun cezasının “ağırlaştırılmış müebbet” olduğu, ama cezanın ağırlaştırılmamış olarak uygulandığı ve bu yüzden de faillerin “af”la serbest kaldığı hatırlatılıp, “çocuklara karşı işlenen suçlar”da “af”, “iyi hal” ya da “indirim” uygulanmamasını, çocukları öldürenlerin cezalarının ilk 1-2 yılını hücrede çekmesini önerenler var. “Çocuğa yönelik cinsel suçlar”a ilişkin olarak hazırlanan yeni tasarıda, “çocuklara karşı işlenen her türlü cinsel suçun ceza oranlarının nispi olarak artırılması”, “çocuklara karşı cinsel suç işleyen bir kişinin, bir daha çocuklarla ilgili kurum ve kuruluşlarda çalışamaması”, “veli, vasi, koruyucu ve akrabaların çocuklara karşı işlediği cinsel suçlarda ceza artırımı” ve “çocuğa cinsel istismarda bulunduğu için hüküm giyen kişinin bu suçunun yaşadığı ve ilişki içerisinde olduğu çevrede ilan edilmesi” gibi tedbirler üzerinde duruluyor.

 

Ancak bütün bunların, “çocuk cinayetleri”ni önleyebileceğini düşünmüyorum. Çünkü çocuğun “yaşama hakkı”nı elinden alan bir fiilin karşılığının da aynı türden olması lazım. Nihayetinde insanların yaptığı yasalara göre yapılan cezalandırmalar, zaman içinde şartların değişmesiyle affa dönüşebiliyor. Baksanıza, “30 bin kişinin katili” olarak bilinen ve ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm olan “Teröristbaşı”nın bile “yakında” çıkabileceği üzerinde duruluyorsa, “beşeri yasalar”dan adalet beklemek gerçekçi değil demektir.

 

İşte bu noktada, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın sözlerini çok anlamlı buluyorum. “Çocuk cinayetleri”yle ilgili olarak Yıldız, “her birimiz, kendi yavrusu için ve ciğerinden kopan bir parça olarak bunu düşünsün ve vereceği karar ne ise onun doğruluğuna inanmış olurlar” dedikten sonra, meramını net olarak ifade etti: “Ben açıkçası o, kul hakkıyla alâkalı olduğu için de karşılığı kadar ceza görmesi lazım geldiği kanaatindeyim. Şahsi fikrim, kesinlikle idam edilmesinden yanadır ama sistemimiz farklı işlemektedir.”

 

Evet, bu sözler çok önemli. “Her birimiz, kendi yavrusu için bunu düşünsün” ifadesi ve ardından gelen “kul hakkıyla alâkalı olduğu için de karşılığı kadar ceza görmesi lazım” cümlesi, işin püf noktası.

 

Zira Sayın Bakan açık etmese veya niyeti bu olmasa da, bu çok doğru cümlenin varacağı yer, açık ve net olarak “İslam Hukuku”dur, yani “Şeriat”tır. Bu cümlenin tam tarşılığı, tek kelimeyle Şeriat’taki “kısas” hükmü olup, sorunu çözecek nihai çözüm noktasının, Şeriat olduğunu artık kabul etmek lazımdır.

 

Gerek “çocuk cinayetleri”, gerekse diğer bütün suçları önlemenin gerçek ve etkili yolu Şeriat’tan başkası olamaz. Özellikle de kişilerin haklarıyla ilgili hususlarda, tam olarak İslam Şeriatı’nın uygulanmasına bir an önce geçilmelidir. Çocuğu cinayete kurban giden bir anne-baba, çocuğunun katili hakkında verilecek hükümde son sözü söylemelidir. “Kısas”a (idama) veya “diyet”e(başka bir cezaya) razı olma hakkı onundur. Bu hususta Devlet gücü “karar verici” değil, “kararı uygulayıcı” olarak işlev görmeli, kesin kararı “kan sahibi” vermelidir.

 

Artık anlayın; sistem tıkandı. Şeriat’tan başka çare kalmadı!..

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !