Fakihlerimiz, her ibadetimizin, her amelimizin sıhhati ve makbulü hususunda bazı şartlar belirlemişler ve ancak bu şartlara riayet edildiği taktirde ameller makbul olur demişlerdir. Tabi bu şartları da Kur’an’a ve Peygamberin sünnetine dayanan delilleriyle ortaya koymuşlardır. İşte bu şartlardan birisi de, namaz ibadetinin sıhhatini sağlayan “İstikbal-i Kıble”dir. Yani yönünle, yüzünle, kalbinle, duygularınla, azalarınla, fikrinle, zikrinle, aklınla, velhasıl bütün varlığınla, Kâbe’ye yönelmektir.
Müslümanların kıblesi gibi, İslamiyet’ten önceki her dinin de bir kıblesi vardı ve halen de vardır. Mabetlerinin de yönü oraya dönüktür. Kim hangi dine inanıyorsa, yüzünü mabedinde kıblesine dönerek ibadetini yapar. Dini ibadetlerini kıblesine dönerek eda eder. Kıblesine dönerek inandığı, yolunda gittiği ilahına kulluk eder, tapar.
Kıbleye yöneliş, sadece bedeni bir yönelişin çok ötesinde mahiyete sahiptir. Zira kıble, tâbii olduğun dini, izmi, ideolojiyi, ibadet ettiğin taptığın ilahı temsil eder. Kıbleye yöneliş, bir uhrevi hareket olmakla birlikte, dünyevi eylemlerini “neden”, “nasıl” ve “hangi değere” göre yapacağını belirler.
İnsan, bedeni ibadetlerini eda ederken inandığı dinin kıblesine yönelirken, siyasi, iktisadi, hukuki ve içtimai eylemlerinde başka kıblelere yönelemez. Eğer yönelirse inandığı ve taptığı ilaha şirk koşmuş olur.
Hayatını din işi, dünya işi diyerek ayıranlar, aynı zamanda birçok kıblesi olanlardır. Yapıp ettiklerinde, “İstikbal-i kıble” şartına riayet etmemiş olurlar. Zira insanın inandığı ve iman ettiği neyse, o iman ettiği hayatını bütünüyle kuşatmalıdır.
Eğer meseleyi daha özele indirir, Müslümanlar üzerinden değerlendirirsek, sanırım meramımızı daha açık anlatma imkânımız olacaktır. Ki bu konu hassaten Müslümanlar açısından, izahı zaruretler cümlesindendir.
Müslümanlar açısından “İstikbal-i Kıble”, namazın şartlarından bir şart olmanın çok daha ötesindedir. Çok daha derin, çok daha belirleyici ve kritiktir. Sadece dini ibadetlerinde yüzünü, yönünü kıbleye dönen, fakat siyasetinde, iktisadında, hukukunda, içtimai yapısında başka kıblelere yönelenler, “vay o namaz kılanların haline” hitabıyla yüzleşmeyi göze almalıdır. Bu çok ciddi bir tehdittir.
Namazlarında yönünü, kıblesi olan Kâbe’ye dönen Müslümanlar, siyasetlerinde, iktisatlarında, hukuklarında, içtima işleyişlerinde yönünü Washington’a, Londra’ya, Paris’e, Brüksel’e, Moskova’ya dönenler, Allah’a ortak koşmuş, birden çok ilaha iman etmiş, Allah’ın dışındaki ilahlara tapmış olurlar. Hiçbir Müslüman, birçok kıblesi olanların peşinden gitmemeli, onlara tâbi olmamalıdır.
Kıble bilinci, salt bir fiziki yönelişin ötesinde, hayata dair yapıp edilecek olan her ne varsa tümünü kuşatan bir mahiyete sahiptir. Müslümanları “diğerlerinden” ayırır. Hem de her alanda ayırır.
Kıblesi Kâbe olanlar, siyasetinde de, hukukunda da, iktisadında da, Kâbe’nin sahibinin sözünü dinler, O’nun peygamberinin izinden gider. “İstikbal-i Kıble”, siyasetin hangi değerlere yaslanarak yürütüleceğini, hukukun hangi sınırlar içinde oluşacağını, toplumsal yapının nasıl kurulacağını, eğitimin neye göre verileceğini belirler. Maruf’u ve münkeri tanımlar.
Günümüz Müslümanları, zihinsel kodlarında yer almayan “Kıble Bilinci”ni yeniden düşünmeli, “İstikbal-i Kıble” nedir kavramaya çalışmalıdır. Zira gözlerin ve gönüllerin dehşetle uyanacağı günde, mazeret kabul edilmeyecektir.