Kerbelâ: Kılıca mazlumiyetle direnişin sembolü
Bu yüzden, Kerbelâ’da Hz. Huseyn ve Ehl-i Beyti ile bir avuçluk yârânının korkunç şekilde katledilmesiyle neticelenen o büyük facianın ’nasıl’ olduğundan çok, ’niçin’ olduğu üzerinde durmalıyız.
Muharrem günlerindeyiz.. Muharrem, 355 günlük ’ay’ (qamer) yılına göre tanzim edilmiş olan Hicrî-takvimin başlangıç ayı.. Geçen hafta, (Hicrî-Qamerî) 1432’ye girdik.. ’Muharrem’ul Haraam..’ terkibiyle ifade edilir, Muharrem ayı.. Çünkü, İslam’dan önceki arab örfünde de, ’savaş yapılmasının haram olduğu’ ve bu’hurmet’in, (saldırı olmadığı takdirde) İslam tarafından da devam ettirildiği 4 aydan biri.. (Diğer haram aylar ise, Receb, Zilqaade ve Zilhıcce..)
Ama, bu haram aylardan Muharrem’de, İslam tarihinin en trajik faciası cereyan etmiştir..
İslam tarihinde, Resul-i Ekrem (S)’den sonra müslümanlar arasında meydana gelen ihtilafların en temellisi olan Kerbelâ Faciası da Hicrî- Qamerî takvimin 60. yılında, Muharrem’in ’âşûrâ’ (onuncu) gününde meydana gelmiştir..
Ve beşeriyet tarihindeki seçkin bir çok hadisenin o günde meydana geldiğine dair rivayetler dolayısıyle Âşûrâ Günü’nün fazîletlerinden söz edilir.. Resul-i Ekrem (S)’in torunu Hz. Huseyn’in o gün Kerbelâ’da şehîd oluşu da, bu fezail / fazîletler arasından bir tanesi olarak ve âdetâ, konunun asıl yönünün gözardı edilmesini hedefliyen bir dil çabukluğuyla zikredilir. ’Kerbelâ’daki trajedinin, facianın üzerine bir dünya görüşü, bir dünya düzeni kurmak isteyenler, onu suistimal edenler çıkabilir; onlara fırsat verilmemeli..’ gibi, zâhiren saygı duyulabilecek bir düşünceyle..
Çünkü, o gün, İslam tarihinde, -belki, beşer tarihinde de emsaline az rastlanır- korkunç bir cinayet, işlenmiştir. Ve dahası, zâlim kılıçları, o faciayı gerçekleştirdikdikten sonra, 14 asrımızı dolduran bir kanlı saltanatın, gayrimeşrû yönetim geleneğinin -kendilerince- şer’î / hukukî ve hattâ itikadî ’ meşruiyyet temellerini oluşturmak hilelerini tezgahlayıp, hedeflerini büyük çapta gerçekleştirmişler ve yalnızca Allah’a teslim olmak gibi bir aslî özellikle diğer insanlardan ayrılan ’İslam Milleti’nin, zorbalıklara, gayrimeşrû’ güçlere de meşrûiyyet kılıfı içinde teslimiyetinin yolunu açmışlardır. Eğer mes’elenin bu tarafı olmasaydı, bazılarının, ’Yahu, bu konuyu ikide bir hatırlatmayalım, insanlarımızın kalbini çok yaralıyor, toplumu da patolojik bir duygu seline kaptırıyor. Allah o kana bizim elimizi bulaştırmadı, dilimizi de bulaştırmasın!’ gibi sözlerine hak verebilecekler de belki çıkabilirdi.. Halbuki, tekrar edelim, mes’elenin asıl can alıcı noktası da burasıdır ve Resul-i Ekrem (S)’in rıhleti, dünyamızdan ayrılışı üzerinden henüz ve sadece yarım asır geçmekte iken; O’nun elinden insanlığa sunulan ve bir müslüman nazarından en yüce değer sayılması gereken ilahî nizam’ın, İslam’ın başına (yönetim şekli ve onun etrafında şekillenen yaşayış tarzı mânasında) saltanat külahı ve anlayışı geçiriliyordu.. Ki, o sakîm anlayıştan ve o anlayışın hâkimiyeti etrafında şekillenen yaşayış tarzının bedbahtlıklarından hâlâ da kurtulabilmiş değiliz..
Bu yüzden, Kerbelâ’da Hz. Huseyn ve Ehl-i Beyti ile bir avuçluk yârânının korkunç şekilde katledilmesiyle neticelenen o büyük facianın ’nasıl’ olduğundan çok, ’niçin’ olduğu üzerinde durmalıyız. Orada galib gelen zâlim kılıçlarıdır, hâlâ da kellelerimiz üzerinde dolaşan.. Hem cinayet korkunçluğu ve acının derinliği emsalsizdir, hem de, zâlim galiblerin zulmüne temel etmektedir.. O halde, ’Bu konuyu konuşmakta ne fayda var? deyip teğet geçmek, en azından zâlimlerle dolaylı olarak aynı safta yer almak ve bu durumu teşvik etmek demektir. ’Mazlûm kanlarının zâlim kılıçlarıyla tarih içindeki hesablaşması’nın sürmesi de işte bunun için.. Onun için, İmam Cafer-i Sâdık'ın formüle ettiği şekildeki o meşhûr, ’Kull-i yevm’in Âşûrâ, kull-i arz’ın Kerbubelâ..’ (Zulm, küfr ve şirk olduğu müddetçe,) ’Bütün günler Âşûrâ, bütün her yer Kerbelâ!’ şiarını tekrarlamak durumundayız..
Ve nitekim, tarih şuûrumuz açısından bize verdiği mesajlarıyla daha bir özel yeri olan/ olması gereken bu Muharrem günlerinde..
Hakk ve haklılık anlayışını kabakuvvete göre şekillendirmeye çalışanların günümüzdeki sembol isimlerinden Bush, müslüman coğrafyasının kalbinde fink atıyor; ’çok demokrat ve özgürlükçü’ (!) saltanatçı rejimlerin eli kanlı şefleriyle, zorbalarıyla raksediyor, onların ’özgürlükçü düzenlerinin (!) sürmesi için, hiçbir gayreti esirgemiyeceği’ sözlerini veriyor ve bölgede kalıcı olduklarını vurguluyor..
Filistin’de siyonist İsrail rejiminin güçleri -Hitler’in bile yüzünü ağartacak şekildeki cinayetlerle- hergün ortalama 8-10 Filistinli savunmasız, sivil müslümanı, hattâ kadın ve çocuk ayırımı bile yapmadan katlediyor.. Ki, evvelki gün, bu sayı bir günde 18’e ulaştı (ve HAMAS Hükûmeti’nde Dışişl. Bakanlığı’na getirilen Mahmûd Zehhâr’ın ikinci oğlu da şehadet şerbetini içti.. Makamı kutlu olsun..)
Lübnan’da patlamalar, suikasdler sürüyor.. Amerika ve Fransa, zâten 60 küsur yıldır ayrı tuttukları ve yönetim mekanizması içinde hukuken de ayrı zeminlerde tuttukları ’şiî ve sünnî müslümanlar’ı birbirlerine karşı kışkırtmak sûretiyle; marûnî hristiyanların durumunu daha da güçlendirmeye ve Lübnan halkının en büyük savunma ve sosyal örgütlenme kurumu halinde gelişen ve siyonist İsrail’in korkulu rüyası ’Hizbullah’ı zayıflatmaya gayret ediyor..
Irak’ın vaziyeti zâten malûm.. Amerikan emperyalizmi, Irak’ı ’özgürleştirme’(!)ye de devam ediyor. Biraz düşme olsa bile, günde ortalama, 15-20’den az olmuyor öldürülenler.. Ve, 4 seneyi aşkın bir zamandır öldürülen sivillerin sayısı, -tarafsız gözlemcilerin rakamlarına göre,- 900 bini geçmiş, 1 milyona doğru yaklaşıyor..
Kezâ, Afganistan’da da her gün, ortalama 30-40 kişi öldürülüyor. Kimisi kukla Hâmid Karzaî Hükûmeti’nin emrinde askerlik yapan müslüman halkın çocuklarından; kimileri de, eski Tâlibân yönetimine bağlı veya Tâlibân’a hamledilen direnişçi güçlerden..
Pakistan’da da, özellikle de Eylûl-2007’nin ilk haftasında, binden fazla Kur’an talebesinin askerlerce öldürülmesiyle başlayan ’La’l Mescid Katliâmı’ndan beri giderek yükselen ve Bînezîr Butto’nun öldürülmesiyle zirveye ulaşan suikasd ve patlamalar, hergün ortalama 15-20 can almaya devam ediyor.. Pakistan Ordusu da terörle mücadele adına, her gün onlarca, hattâ yüzlerce insanı öldürüyor.. Evet, savaşın haram olduğu Muharrem’deyiz..
Türkiye’de ise, bir yılda 60-70 insan öldürüldü diye, dünya yıkıldı zannediyoruz..
Aslolan her nasıl olursa olsun, yaşamak ve öldürülmek-ölmek değil, hep haklı olabilmektir... Kerbelâ’daki mazlûm kanıyla yola çıkan ’Âşûrâ İnkılabı’ da bize bunu öğretiyor.
(Selahaddin Çakırgil'in arşivinden)